Bakan Soylu'dan önemli mesajlar
İçişleri Bakanı Soylu, Budapeşte Süreci'nin 2013'te gerçekleştirilen son Bakanlar Konferansı'nda kabul edilen İstanbul Bildirisi'nden bugüne geçen zaman içinde yaşananların, elde edilen tecrübelerin, somut çıktılara daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini gösterdiğini söyledi.
Soylu, Budapeşte Süreci 6. Bakanlar Konferansı'nda yaptığı konuşmada, dünyanın, Suriye kaynaklı düzensiz göçle ilgili ilk şokunu, Bodrum sahiline vuran küçük, cansız bir çocuk bedeninin fotoğrafıyla yaşadığını, o fotoğrafın ilk ve tek olmadığını, arşivlerde bunlardan ne yazık ki oldukça fazla bulunduğunu anlattı.
Arama kurtarma görevi sırasında karşılaştıkları böyle sahneler nedeniyle psikolojisi bozulan sahil güvenlik personellerinin, bot kaptanlarının tedavilerinin hala sürdüğünü ifade eden Soylu, "En çok, yüzleri ve bakışları unutamadıklarını söylüyorlar. Diğer arkadaşlarımız, bu işi yapmaya alıştıktan sonra artık sadece kendi ailelerinin ve kurtardıkları insanların sarılmasından mutlu olabildiklerini söylüyorlar." dedi.
Türkiye'de Kasım 2018 itibarıyla 405 bin 521 Suriyeli çocuğun doğduğunu aktaran Soylu, "Bu çocuklar Türkiye'de doğmamış olsaydı, anne babalarına Türkiye'de geçici koruma statüsü verilmemiş olsaydı, Suriye'nin neresinde doğacaklardı? Bu çocukların yaşama şansları ne kadar olacaktı bunu bilemiyoruz. Muhtemelen onlarla da denizlerimizde bir botun içinde karşılaşacaktık veya onlar hiç o şansı bile elde edemeyeceklerdi." diye konuştu.
"3. Dünya Savaşı yerine, vekaletler savaşı icat edildi"
Geçmişteki 21. yüzyıl projeksiyonlarının neredeyse hiçbirinde, göçün böyle büyük bir sorun olarak görülmediğini dile getiren Soylu, en büyük korkunun 3. Dünya Savaşı'nın çıkması, iklim değişiklikleri gibi farklı gelişmeler olduğunu anımsattı.
Bugün; 1970'lerde 80 milyon olan uluslararası göçmen sayısının, 2018'de 245 milyona çıkmasının şaşkınlığının yaşandığına dikkati çeken Soylu, "3. Dünya Savaşı ise henüz çıkmadı. Onun yerine, 'vekaletler savaşı' adı verilen yeni bir savaş türü icat edildi. Ordular yok, terör örgütleri var. Ne silahları ne askerleri ne de savaş yöntemleri eskilere benziyor." ifadelerini kullandı.
Göçün en temel iki sebebinin gelir eşitsizliği ve güvenlik kaygısı olduğunu belirten Soylu, şöyle devam etti:
"Özellikle terör ve güvenlik kaygılarını ortadan kaldırdığınızda insanlar evine dönüyor. Biz bunu test ettik. Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekatlarıyla 4 bin kilometrekare alanı terörden temizledik ve buralara bugüne kadar 311 bin 968 kişi geri döndü. Bu, dünyanın en başarılı insani programıdır. Böyle bir programı gerçekleştirmek şu anda dünyada mümkün olmadı. Belki dünyanın her bölgesini aynı anda zenginleştiremeyiz. Ama terörü her yerden temizleyebiliriz. Dolayısıyla dünyadaki her ülkenin, bölgeyi terör örgütlerinden temizlemeye destek olması ve terör örgütlerini hiçbir gerekçeyle muhatap almaması göç konusundaki iş birliğinin temel ilkelerinden birisi olmalıdır."
"Göçün küresel düzeyde üç temel problemi var"
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, göçün küresel düzeyde 3 temel problemi olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Birincisi; düzensiz göç, oluşturduğu rotalarla terör örgütleri ve uyuşturucu ticaretiyle simbiyotik bir ilişki içine girmektedir. Yani 1500 dolara düzensiz göçmeni Türkiye'ye getiren terör örgütleri, organize kaçak suç örgütleri ve aynı zamanda uyuşturucu örgütleri. Hem rota açıyorlar hem de terör örgütlerini besliyorlar. Göç, güvenlik kaygıları sebebiyle oluşmaktadır ama artık farklı bir güvelik paradigması da meydana gelmektedir.
İkinci problem, dünyanın demografisine ilişkin. Avrupalı hedef ülkelerin nüfusu yaşlanıyor, azalıyor veya azalarak artıyor. Oysa kaynak ülkelerin nüfusu gençleşiyor ve artıyor. Böylece kaynak ülkelerin eğitime, sağlığa, suya erişimi ve gelir eşitsizliğinden kaynaklanan arayışları, onları doğal olarak hedef ülkelere yöneltmektedir. Eğer dünya bu dengesizliğe oturup kaynağında çare bulmazsa düzensiz göçe ait her türlü maliyeti gelecek nesillere miras bırakmak zorunda kalacak aynı zamanda göçün oluşturduğu ve düzensiz göçün içinde bulunduğu travmatik nesiller de yeni dünya için farklı arayışlara girecektir."
Üçüncü problem, iş birliği. Göç konusunda her ülke kendi başına hareket ederse biz bunu yönetemeyiz ve sadece toplumlar değil, devletler de deformasyona uğrar. Göç talepleri yönetilemezse illegal süreçler devletleri yönetmeye başlar. Elbette ki amacımız herkesi kendi ülkesinde sabitlemek değildir. Amacımız; düzenli göçü daha iyi yönetmek. Çünkü kötü yönetirsek, göç yer altına iniyor ve düzensiz göç büyüyor."
"Göç, zaman zaman Avrupa siyasetini tehdit ediyor"
Göçün, zaman zaman Avrupa siyasetini tehdit ettiğini dile getiren Soylu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Brexit süreci buna iyi bir örnektir. Aynı etki, Belçika'da hükümetin düşmesine de sebep oldu. Hatta yakın zamanda Almanya'da, özellikle ifade etmem gerekir ki, Avrupa'da bazı ülkelerde göç neredeyse bir hükümet krizine sebebiyet verdi. Avrupa siyaseti göçten etkileniyor. Çünkü Avrupa'nın göç yönetiminde iki problemi var. Birincisi; Avrupa'nın mevcut göç politikalarının, 1980 model olmasıdır. Soğuk savaş sonrası göç hareketlerine bir tedbir olarak kısıtlayıcı ve önleyici karakter oluşturmuştu, bundan hala etkileniyor. Artık bu politikaların güncellenmesi gerekiyor. İkinci problem ise yükselen ırkçılık ve ayrımcılıktır. Bu eğilim, çoğu zaman hükümetlerin iyiniyetli çabalarına da engel olmaktadır. Avrupa'nın bu konuda tedbir alması; AB'nin 'çeşitlilik içinde bütünlük' sloganını, göçü yönetirken de kullanması ve kendi medeniyet değerleriyle çok daha uyumlu adımlar atması gerekiyor."
"Göçe karşı en sık verilen tepki, 'refah şovenizmi'dir"
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, göçe karşı en sık verilen tepkinin, "refah şovenizmi" olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
"Türkiye olarak 500 milyonluk AB'den daha fazla göçmen barındırıyoruz fakat sosyal ve ekonomik açıdan göç kaynaklı büyük bir sorun yaşamıyoruz. Suriyelilerin karıştığı suç oranı, ülke ortalamasının çok altındadır. Göçmen iş gücü alımı ile ilgili önemli bir tecrübesi olan Avrupa'nın göçmenler konusunda daha cesur olması gerektiğine inanıyorum. Eğer biz yönetebiliyorsak, Avrupa, mevcut kapasitesiyle bunu bizden çok daha rahat yönetebilir."
Türkiye'nin, coğrafi açıdan göç konusunda dezavantajlı bir ülke olduğunu belirten Soylu, "Suriye, Irak ve İran ile toplam 1855 kilometre kara sınırımız var. Etrafımızdaki üç deniz ve batıdaki kara sınırlarımız, AB ülkeleriyle temas halindedir. Normalde ülkeler, kendi ülkelerine kaçak girişleri önlemek üzere tedbir alırlar. Oysa Türkiye, hem kaçak girişi hem de çıkışı önlemeye çalışıyor." değerlendirmesinde bulundu.
"Göçü değil, göçün trajedilerini önlemek ve göçü yönetmek…"
Göç konusundaki temel stratejilerinin "göçü değil, göçün trajedilerini önlemek ve göçü yönetmek" olduğunun altını çizen Soylu, "Bu stratejiyi de 'açık kapı' ve 'geri göndermeme' ilkeleriyle gerçekleştiriyoruz." dedi.
En büyük avantajın ise bu coğrafyadaki bin yıllık varlığın getirdiği din, anlayış ve soy bağları olduğunu dile getiren Soylu, Hatay sınırından giren bir Suriyelinin, birkaç kilometre sonra bir akrabasının evine gidebildiğini, aynı sosyal yapının, diğer sınır illerinde de bulunduğunu anlattı.
İçişleri Bakanı Soylu, şu bilgileri verdi:
"Ülkemizde en son güncel verilerle geçici koruma statüsüyle 3 milyon 644 bin 342 Suriyeli bulunmaktadır. 2018'de yakalanan düzensiz göçmen sayısı 268 bin 3, 2019'un ilk 5 haftasında 16 bin 523 kişidir. En önemlisi bu insanların tamamının kayıtları güncel ve doğru kayıtlardır.
Göçü yönetmek için önemli bir insan kaynağı kullanıyoruz. Şu ana kadar harcadığımız para da 37 milyar dolar seviyesindedir. Türkiye, sınırları içinde PKK, FETÖ, DEAŞ gibi terör örgütleriyle de mücadele ettiği için göç konusu, bizim için aynı zamanda büyük bir güvenlik meselesidir."
Suriye'den yola çıkan bir kaçak göçmenin, en az 4-5 terör örgütü veya organize suç çetesi arasında el değiştirdiğini anlatan Soylu, "Bunlar PKK, PYD ve DEAŞ ile ortak çalışıyor. Hawala adını verdikleri bir kara para transferi yöntemi sayesinde, eğer yolcu hedeflediği ülkeye ulaşamazsa örgüt parasını alamıyor. Düzensiz göçmen yakalanıp, geri gönderilse bile tekrar bunu denemektedir." dedi.
"Göç yönetiminin altyapısıyla ilgili pek çok adım attık"
Suriye krizinin başladığı 2011'den beri göç yönetimi altyapısıyla ilgili pek çok adım attıklarını, 2013 yılında Göç İdaresi Genel Müdürlüğünü kurduklarını aktaran Soylu, özellikle göç konusunda çalışan emniyet, jandarma, sahil güvenlik, AFAD ve diğer tüm birimlerin koordinasyon içinde çalıştığını belirtti.
Göç yönetimi için bir eylem planı hazırladıklarını ve uygulamaya koyduklarını ifade eden Soylu, göçmenlerin kentsel hayata uyumu için projeler uyguladıklarını özellikle "aciz göçmenlik" yerine "değer üreten göçmenlik" kavramını öne aldıklarını söyledi.
Göçmenlerin, sanıldığının aksine iş sahalarını daraltmadığını, hatta yaptıkları yatırımlarla özellikle ticarette ve sanayide yeni istihdam imkanları sağladıklarını anlatan Soylu, "2016 başında Türkiye'de 422 bin göçmen ikameti vardı. Bugün bu sayı 900 bindir. Yani Türkiye, dünyaya birtakım önerilerde bulunurken düzenli göç ile düzensiz göç regülasyonunun nasıl yapılabileceğini göstermektedir." diye konuştu
"Sürecin coğrafi olarak genişlemesine ve somut çıktılar üretmesine ağırlık verdik"
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, dünyada her ülkenin göç konusunda farklı tavırları, hatta bazen eleştirilen uygulamalarının olabileceğini anlatarak, şunları kaydetti:
"Ancak yine de önemli bir çaba gösteriliyor. Göç yönetiminde dünyada Budapeşte Süreci'ne benzer farklı süreçler, konferanslar, en azından bir masa etrafında toplanma ve sorunu tartışma gayretleri var. Türkiye olarak bu gayretlerin her türlüsünü önemsiyor ve memnuniyetle karşılıyoruz. Bilindiği gibi Türkiye olarak 2003 yılında eşbaşkanı olduğumuz Budapeşte Süreci'nin 2006 yılından itibaren başkanlığını yürütüyoruz. O tarihten itibaren sürecin coğrafi olarak genişlemesine ve somut çıktılar üretmesine ağırlık verdik. Genişleme adımı olarak; mevcut Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz alt çalışma gruplarına, İpek Yolu Çalışma Grubu eklendi. Budapeşte süreci; halen geniş bir coğrafi alanda 50'den fazla ülkeyi kapsamaktadır. Sürecin somut çıktısı olarak; oturum başkanı olduğumuz İpek Yolu Çalışma Grubu'ndan hareketle 2013'teki Bakanlar Konferansı'nda yayınlanan bildiriyle İpek Yolu Göç Ortaklığı kuruldu. Üç ana proje ve 3 pilot projeye ilişkin süreç yönetildi. Afganistan'da 2 göçmen kaynak merkezi; Pakistan'da aynı şekilde göçmen kaynak merkezleri kurulmuştur. Bu merkezler, göçmenlere doğru bilgi akışını sağlamak, rehberlik etmek, özellikle düzensiz göçün tehlikelerine karşı farkındalığı artırmak üzere çalışmalar yapmaktadır."
'İstanbul taahhütleri, 5 yıllık eylem çağrısını içeriyor"
Bakan Soylu, 2013'te gerçekleştirilen son Bakanlar Konferansı'nda kabul edilen İstanbul Bildirisi'nde, 6 öncelikli hedefin belirlendiğini belirterek, sözlerine şöyle devam etti:
"Kapsam itibarıyla o güne kadar çeşitli katılımcı grupları tarafından kabul edilen, en kapsamlı beyandır. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca göç yönetiminin gelişimini yansıtmakta, vurguyu sadece düzensiz göçün kontrolünden kaldırmakta, aynı zamanda işçi göçü, hareketlilik, çocuk hakları, ırkçılığın olumsuz etkileri ve gelişme gibi konuları da içermektedir. Aradan geçen zaman içinde yaşananlar, elde ettiğimiz tecrübeler, somut çıktılara daha fazla ağırlık vermemiz gerektiğini göstermiştir. İşte bugün gerçekleştirdiğimiz toplantı, 2013 İstanbul Bildirisi'ni bu anlamda daha ileri taşıma anlamına yöneliktir. Yani özetle 2019 İstanbul taahhütleri, 2013 bildirisindeki hedeflere ek olarak, bu hedeflere yönelik 5 yıllık eylem çağrısını içermektedir."
Göçün olmadığı hiçbir tarih döneminin olmadığını, bundan sonra da olmayacağını ifade eden Soylu, "Öyleyse bunu önlemeye değil, birlikte yönetmeye çalışmalıyız. Dünyada bu konuda gösterilen çabalar, potansiyelimizin çok altındadır. Amacımız, yapabileceklerimizin üst sınırına ulaşmak ve sahillerimizde sadece istiridye kabukları ve deniz yıldızları bulabileceğimiz bir dünyaya ulaşmaktır. İstanbul taahhütleri ve ekimdeki eylem çağrısının hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum." diye konuştu.
Açılış oturumunun ardından Bakan Soylu ve katılımcılar aile fotoğrafı çektirdi.