Akşam'da bir ayrılık daha! Gezi son yazısı oldu
TMSF'nin el koyduğu Akşam Gazetesi'nde yeni yönetim, Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın ardından bugün gazetenin Ankara Temsilcisi Çiğdem Toker'le de yollarını ayırdı.
Akşam'ın yeni yönetimi daha önce Tuğçe Tatari, Sevim Gözay, Hüsnü Mahalli, Gürkan Hacır ve Özlem Akarsu Çelik'in de görevine son vermişti.
Toker, gazetedeki son yazısında Gezi Parkı direnişini kaleme almıştı.
İşte son yazı:
Adaleti ararken
Bütün bunlar aynı gün oldu:
- Sopalı sivillerce dövülen, polis korkusuyla, protesto gösterisine katıldığını gizleyerek merdivenden düştüğünü söyleyen ve “Efervesan tablet” verilerek gönderildikten sonra girdiği komada, 43 gün süren yaşam mücadelesine yenilen Ali İsmail Korkmaz toprağa verildi. Henüz 19’undaydı.
(Babası, “güvenli bir kent” diye üniversite sınavlarında, Eskişehir’i kazanınca ne kadar sevindiklerini söyledi.)
- Palalı saldırgan Sabri Çelebi’nin soruşturması için savcılık, gizlilik kararı istedi.
(Hukuk sistemimize göre gizlilik kararı istisnai durumlarda, soruşturma amacının tehlikeye düşme ihtimali karşısında uygulanıyor.)
- Zihinsel engelli 14 yaşındaki kıza tecavüz ederken suçüstü yakalanan Ovacık AK Parti İlçe eski Başkanı Rıza Çolak beraat etti.
- Gezi Parkı müdahalesinde biber gazı kapsülüyle başından vurulan, Taksim İlkyardım Hastanesi’nde yoğun bakımda tutulan 16 yaşındaki Mustafa Ali Tombul’un, 15 gün daha uyutulmasına karar verildi.
(“Oğlum eylemci değildi” diyen babası, polislerin yoğun bakım odasına girmeye çalıştığını söyledi.)
- Taksim Dayanışması’ndaki 12 kişi tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edildi.
(Taksim Dayanışması olmasaydı, bugüne kadar Gezi Parkı’nda ağaç mı kalırdı sorusu cevapsız. )
- Dört Sivil Toplum Kuruluşu (Mazlumder, Başkent Kadın Platformu Derneği, İlkder, Yeryüzü Anneleri Platformu) ortak bir açıklama yaptı. Taksim Gezi Parkı protestolarına katıldıkları için gözaltına alınan ve tutuklanan kadınların, gözaltına alındıkları süreçlerde kolluk güçleri tarafından sözel ve fiziksel cinsel tacize maruz kaldıkları iddialarını gündeme taşıyan STK’lar, “sessizlik ve inkâr politikasından vazgeçilmesini” talep etti.
BAŞSAĞLIĞINI ESİRGEMEK
Kadınların, çıplak aranmasından, emniyette sözlü tacize uğramasından bahsediyoruz. Teorik olarak güvenilmesi gereken bir kurumda, bugün bu çağda, kadınların başlarına gelen bu korkunç olaylara, olmamış muamelesi yapılmasından.
Belki yaşama tutunur, hisseder belki diye, koma günleri boyunca, oğlunun kırmızı montunu üzerinden çıkarmayan annenin, ömrünün baharındaki evladını toprağa vermenin tarife gelmez kederini izliyoruz.
Kuru bir başsağlığı, -yalan da olsa-ailelerin kederini paylaşmayı yansıtacak birkaç kelimeyi dahi esirgeyen o katılık, defansla sarmalanmış o tuhaf soğukkanlılık hali eşliğinde…
Ve açıktan değilse bile, polis şiddetiyle yaşamını yitiren gencecik insanların “müstehak” olduğunu ihsas ettiren, o akılalmaz gaddarlık.
“Ne vakit merhamet duygusunu bu kadar yitirdik?”, “Yaşam hakkı ihlalinin dini, mezhebi, ideolojisi, yaşı başı olur mu?” diye soracakken, “devletin ali menfaatlerini”, insana üstün tutan o çok tanıdık zihniyeti hatırlayıp boğazımız düğümleniyor.
Korku bir insanlık hali. Ama hiçbir korku; çıkarlarını kaybetme korkusu kadar sefil değil.
O yüzden “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünün gereğine ihtiyacımız var. Adalete ve merhamete yani.