'ABD'nin tek yolu iade!'
Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Taha Özhan'a göre, Washington yönetimi, iki ülke ilişkilerinin Gülen Örgütü tarafından rehin alınmasına, darbe girişimiyle ABD'nin ilişkisinin sorgulanmasına izin vermemeli ve yükten kurtulmak için Gülen'i iade etmeli. Özhan, "ABD, Gülen'den vazgeçmezse Avrupa'nın da ortaya çıkacak sonuca katlanacağını" söyledi.
Özhan, muhataplarının Fethullah Gülen'in iadesi konusunda işbirliği yapılacağının altının defalarca çizdiğini söyledi. Özhan'a göre, ABD Gülen Örgütü'nün Türkiye Amerika ilişkilerini, bölgesel ve küresel terörle mücadele ortamını rehin almasına müsaade etmemeli.
ABD temaslarınızda nasıl bir karşılık buldunuz ve nasıl bir izlenim edindiniz? Amerika’da resmi ve gayri resmi kuruluşlarla çok yoğun bir hafta geçirdik. Toplu görüşmeleri de dâhil edersek, büyük toplantıların haricinde, yaklaşık 100 kişiyle görüştük. Müslüman ve Türk toplumu temsilcileriyle buluştuk. Bu meselenin paydaşı olan Amerika’daki kurumlar Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı diyebileceğimiz Homeland Security (Ülke İçi Güvenlik Bakanlığı) ve Pentagon ile üst düzey yoğun görüşme trafiğimiz oldu. Bakan yardımcıları, müsteşarlar ve olabildiğince spesifik isimlerle görüştük. Konuyla doğrudan ilgili aktörlerle görüşme fırsatımız oldu.
Adalet Bakanlığı ile başladık. Adalet Bakanlığı’nda Bakan Yardımcısı Bruce Swartz bu dosyayı en eski bilen isimlerden. Adalet Bakanlığı’nın resmi görüşü zaten daha Fethullah Gülen Amerika’ya giderken de oturma izni verilmesi anlamında olumsuzdu. Onlar Dışişleri Bakanlığı ile beraber bu dosyaya bakacaklar. Onlarla verimli bir görüşme geçti. İşbirliği yapacaklarının altını defaten çizdiler.
Yalnız bu sürecin iyi yönetilmesi gerektiği sürekli dile getirildi. Bizden ve onlardan heyetlerin hızla dosyayı çalışmaları gerektiği söylendi. Zaten o görüşmelerden sonra, onlar bir heyet gönderme işlemini başlattılar. Bizim orada hukuk müşavirimiz var. Buradan da heyetler gidecek. Adalet Bakanlığı ve onların Ülke İçi Güvenlik Bakanlığı ile bu sürecin yürütülmesi gerekiyor. Tabii ana aktörlerden birisi de Dışişleri Bakanlığı.
"Sadece Gülen değil"
Biz ilk kez Fethullah Gülen ile ilgili bir dosya vermiyoruz. Onun altını çizmekte fayda var. Daha önce de Fethullah Gülen ve Örgütünün burada işlediği suçlardan dolayı çok talebimiz var. Sadece Fethullah Gülen ile ilgili de değil, terör örgütünün birçok üst düzey yöneticisi, üyesi, Amerika’da serbestçe faaliyetlerine devam ediyorlar. Bu bizim açımızdan kabul edilebilir değil. Terör örgütünün diğer üyeleriyle ilgili adımlar atılması gerektiğini de söyledik.
Amerika ile 1981 tarihli Suçluların İadesi Anlaşmamız var. Çok açık, sarih bir anlaşma. Bu anlaşma yıllardır bir şekilde uygulanıyor. Özellikle 9.ve 10. maddelerine bakıldığında çok açık bir şekilde bu sürecin nasıl ivedi bir şekilde hal olacağını söylüyor.
Kaldı ki bu anlaşmayı da çok aşacak bir şekilde oldukça güçlü bir teamül var. Teamül çerçevesinde çoğu zaman hukuki prosedürün rutininin tamamını hayata geçirmeden yaşanan geri iade süreçleri var. Türkiye’de suç işleyip Amerika’ya kaçmış bir kişi Amerika’dan buraya iade ediliyor. Amerika’da suç işleyip buraya kaçmış bir kişi Amerika’ya geri gönderiliyor. Aynı şekilde terörle mücadele bağlamında da, terörle mücadele işbirliği çerçevesinde buradaki terör unsurları buraya veya üçüncü ülkelere oldukça hızlı bir prosesle işlemleri yapılarak gönderiliyor.
Dolayısıyla hiç uzatmadan, özellikle 9. maddede dile getirildiği gibi, FETÖ liderinin dünyaya, medyaya ve örgüt üyelerine ulaşımı hemen kısıtlanarak, gözaltı ardından tutuklama ile sonuçlanması lazım. Ardından da, süreç hızla işleyerek iade prosesinin hayata geçmesi gerekiyor. Bunu açık, sarih bir şekilde kendilerine söyledik.
Aldığınız yanıt ne oldu?
İşbirliği yapacaklarını söylediler. Heyet gönderiyorlar, Biden gelecek. İlk haftadan sonra gelen açıklamalar zaten biraz da FETÖ’nün yükünün ağır gelmeye başladığının hissedildiği açıklamalar oldu. Biz ümit ederiz ki bir an önce ABD gereken ciddiyeti gösterir. Böylesi bir terör örgütünün Türkiye Amerika ilişkilerini ardından da bölgesel ve küresel terörle mücadele ortamını rehin almasına müsaade etmemeli. Çünkü FETÖ ile mücadele etmemenin iki maliyeti olacağı açık. Birincisi, Türkiye ABD ilişkilerinde belli neticeler doğurabilir. İkincisi de bölgesel ve küresel terörle mücadeleyi olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Bunun altını defalarca çizerek, biz gittiğimiz her yerde dile getirdik.
Hem maliyetleri, hem de ‘yükün ağır gelmeye başlamasından’ kastınızı biraz daha açar mısınız?
Sayın Cumhurbaşkanı çok açık bir şekilde dile getirdi. Bu işin eninde sonunda gideceği yer eğer Türkiye ile FETÖ arasında bir tercihte bulunmaksa, bunun ne Amerikan siyasal rasyonalitesi açısından, ne bölgedeki jeopolitik gerçekler açısından, ne özellikle beş yıldır yaşadığımız bölgesel terörle mücadele süreci açısından Amerika’nın bir saniye bile düşünmeyip FETÖ’den vazgeçmesini gerektirir. Eğer böyle bir rasyonel neticeye ulaşamayacaklarsa zaten sadece Amerika değil, bütün bölge, Avrupa dâhil ortaya çıkacak neticelere katlanmaları gerekir.
'ABD aktivist dernek gibi tepki veremez'
Bir terör örgütü, bölgede istikrar adası olan ve birçok dinamiği bir şekilde yöneten Türkiye’ye tercih edilme ihtimali dahi düşünülemez. Biz bunu görüyoruz. Son bir haftadır gelen açıklamalar da çok daha açık bir şekilde Amerikan ağızları tarafından da dile getirildi. NATO ile ilgili verilen yanlış mesajlar çok sert bir şekilde eleştirildi. Bunlar ciddi konular. Bu ciddi konularda, bir aktivist dernek ya da aktivist medya unsuru gibi ABD’nin kurumsal tepki vermesi kabul edilebilir değil. Orada bir iyileşme süreci görülüyor. Ümit ederiz ki hızla Fethullah Gülen’in ve diğer örgüt üyelerinin iadesiyle taçlandırılır. Aksi her senaryo Amerika’nın darbe girişimiyle ilişkisinin sorgulanmasıyla sonuçlanacaktır.
Biden’in gelişi…
Bu ziyaret Türkiye’nin hassasiyetini idrak mi sizce, yoksa bir tansiyon düşürme mi? Bir kere çok geç kalmış bir ziyaret. Bu ziyaretin çok daha hızlı yapılması gerekirdi. Darbeye verilen tepkilerin çok daha demokratik bir tutarlılıkla ortaya çıkması beklenirdi. Maalesef bunlar yaşanmadı.
Amerika ve dünyadaki darbeler arasındaki ilişkinin ne olduğu malum. Oldukça sıkıntılı bir tarih var. Türkiye’deki darbeler ve Amerika ilişkisi de oldukça sıkıntılı. Dolayısıyla, Amerika açısından FETÖ liderini Türkiye’ye teslim etmek sadece bir terör suçlusunun iadesi değil, darbeyle Amerika arasında kurulan ilişkinin de mahiyetini ve kaderini belirleyecektir.
Kaldı ki, daha üç yıl önce
Mısır’da gerçekleşen ve çok kanlı bir darbeye bile ‘darbe’ dememiş bir yönetimden bahsediyoruz. Biz somut deliller ortaya çıktıkça bu ilişkinin nasıl olduğunu da göreceğiz. Ama biz Amerika’nın bir kere öncelikle, Türkiye’deki demokratik kazanımları korumanın, bölgedeki bu kadar istikrarsızlık varken, tek istikrar adası olan Türkiye’nin tehdit edilmesinin ne Amerika’ya, ne Türkiye’ye, ne de bölgeye bir fayda getirmeyeceğini görmesini beklerdik. Gecikerek görülmeye başlandı. Ama ümit ederdik ki en baştan bu refleks olabilecek en hızlı ve güçlü şekilde verilsin.
Amerika’da medya çok daha sorunlu bir durumda. Neredeyse ifade hürriyetiyle, darbe yapma hürriyeti birbirine eşitlenmiş durumda. Öyle bir hava estiriliyor ki, sanki birilerinin darbe yapma hakkı vardı da millet, devlet, Türkiye’de Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet, siyasi partiler bu darbe yapma hürriyetini engelliyorlar.
Dünya tankların önünde duranları, üstüne çıkanları geçmişte gördü. Ama dünyanın hiçbir yerinde kendisini tankların altına atan kahramanlar görülmedi. Bizim elbette şehitlerimizin fedakarlığını anlamak ve onlara minnet borcumuzu idrak etmek için kimsenin onayına veya takdirine ihtiyacımız yok. Ama tankların altında demokrasi mücadelesi verenler eğer haber değeri taşımamışsa bu onların ahlak düzeyine dair bizlere bir fikir veriyor. Böyle bir absürt manzara var karşımızda.
"Süreci nezaketle yürütmek durumundayız"
Son tahlilde terör örgütünün lideri Amerika’da olduğundan dolayı biz bu süreci nezaketle yürütmek durumundayız. Ama Türk halkının tamamı Fethullah Gülen Amerika’da bulunmaya devam ettiği sürece, darbe ile Amerika arasındaki ilişkiyi de sorgulamaya devam ediyor. Buna benzer bir tartışma Newyork Times’da yaşandı. Kendilerine aynen bu cümleleri söyledik. Fethullah Gülen burada olduğu sürece Türkiye ABD darbe ilişkileri sorgulanmaya devam edecektir. Amerika’nın bu yükten kurtulmasının tek yolu Fethullah Gülen’i hızla iade etmesidir. İade etmediği sürece bu yükün altında kalmaya devam edecektir.
Biden’in ziyaretinden beklenen sonuç ne? Siz ABD’de ‘hukuki sürece boğulmamalı’ demiştiniz…
Tabii ki. Öncelikle, kimse bizim zekâmıza hakaret etmesin. Fethullah Gülen’in bu darbenin neresinde olduğuna dair bizim milletimizde de, bizim aklımızda da zerre şüphe yok. Kaldı ki, bu örgütü yıllar öncesinden kendi resmi belgelerine geçirmiş, telgraflarında yazmış bir devletten bahsediyoruz. Ankara Büyükelçiliği ve diğer bazı resmi görevlileri bu örgütten resmen bahsederek Amerikan yönetimini uyarmış, Amerikan yönetimini bilgilendirmiş durumdalar. Hal bu iken, kendi belgelerinde Wikileaks’de ortaya saçılan manzara bu iken, kimse bizim Fethullah Gülen konusunda naif bir yerde durmamızı beklemesin.
Nasıl Afganistan’daki bir mağaradan 11 Eylül gibi yeryüzünün görüp görebildiği en teknolojik terör saldırılarının Usame Bin Ladin tarafından hayata geçirildiğini ABD ilan edip, dünya da empati ile kabul ettiyse, Pensilvanya’daki küçük bir kasabadan yüzlerce pilotu, binlerce askeri, savcısı, hakimi ve devlet içindeki diğer unsurlarıyla 15 Temmuz’u da Fethullah Gülen’in hayata geçirdiğini bütün dünya görmeli, anlamalıdır.
‘İddia değil, kanıt gerek’ söylemi için ne dersiniz?
Biz delilden boğulmak üzereyiz. Usame Bin Ladin de hiçbir gün kalkıp 11 Eylül’ü kendisinin yaptığını söylemedi. Ama biz Fethullah Gülen’in ağzından bu darbenin onun tarafından yapıldığını aslında gayet iyi anladık. Verdiği tepkilerden, çıkarımlardan, olayla nasıl ilişkisi olduğunu gayet iyi anladık. Darbe günü yakalanan kişilerin Gülenle görüntüleri var.
Hayatı boyunca bir kez doğrudan cümle kurmamış bir terör örgütü liderinin konuşmasının çözümünü biz gayet iyi biliyoruz. Ne söylediği zaman neyi kastettiğini gayet iyi biliyoruz. Bunlar hastalıklı bir tedbir dünyasında yaşayan, istihbarat mantığı ile örgütlenmiş, nefes alan, yemek yiyen, ibadet eden, evlenen, aile kuran bir yapıdan bahsediyoruz.
O kadar ileri gidiyor ki bu çapsızlar ordusu darbe yapmaya yelteniyor, yaptığı darbenin bildirisini bile kendisi okuyamayacak kadar hem haysiyetsiz, hem de o an bile tedbir yapacak kadar hastalıklı bir ruh haline sahip. Darbeyi yapanların darbe bildirisini okumadığı bir senaryoda bizim Fethullah Gülen’in bu darbeyi ben yaptım, yapmadım demesine ihtiyacımız yok. Söylediği her şeyden bizim anladığımız şu: Bu darbeyi ben yaptım ama millet, Sayın Cumhurbaşkanı, Hükümet bunu engelledi.
"Delile boğulmaktan başka bir halimiz yok"
11 Eylül olduğunda bırakın World Trade Center’in etrafında, bırakın Manhattan’da, New York Eyaleti’nde, Amerikan karasularının yakınında Usame Bin Ladin ile beraber görülmüş bir adam olsaydı, onun yedi ceddinin peşine düşerlerdi ve bu olayın en önemli delillerinden biri olarak sunarlardı.
Bugün bu darbe girişimini daha ilk dakikadan itibaren sonuna kadar hararetle, açık bir şekilde ifadeleri ile desteklemiş insanlardan tutun da, darbenin fiziki ana üssü olan üslerde yakalanmış sivil aktörlere varıncaya kadar onlarca, yüzlerce kişinin Fethullah Gülen ile bizatihi görüntüleri, konuşmaları elimizde. Bizim gerçekten delile boğulmaktan başka bir halimiz yok. Hukuki süreçte gerekli olan kısımlarını biz ortaya koyacağız.
Bakın Türkiye’nin toplumsal, siyasal yapısı, nadiren bazı meseleler üzerinde anlaşabiliyor. Bu memleketin tamamının ortak iki noktası var. Birincisi Allah’a inanç, ikincisi de bu darbenin Fethullah Gülen tarafından yapıldığı. Bu kadar net. Bu ülke 15 Temmuz’dan bir gün önce neredeyse her başlıkta farklı fikirlere sahip kesimlerin olduğu, kolay kolay anlaşamayan, uzlaşamayan kesimlerin olduğu bir yapıya sahipti.
Dolayısıyla hiçbir iktidar, hiçbir güç, meseleleri farklı değerlendiren toplumsal, siyasal yapıları böyle üç saat, iki saat içerisinde yüzde yüz hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu darbenin arkasında FETÖ’nün olduğuna ikna edemez. Gerçeklikten başka hiçbir şey ikna edemez. Gerçeklik de zaten FETÖ’nün bu darbenin arkasında olduğudur.
Sonuçta ABD’nin vereceği kararın siyasi bir karar olacağı görüşü var. Sizce?
Burada böyle bir ayrımın esprisi yok. Bu verilecek karar terörle mücadele ile ilgili bir karardır. Bu kararın birçok dinamiği var. Birincisi, terörle mücadele. İkincisi Türkiye-ABD ilişkileri, üçüncüsü bölgesel jeopolitik, dördüncüsü de küresel sistemde yaşanan sıkışma, kriz ve istikrarsızlıklar.
Bunların tamamının kriz anlamında büyümemesi, işbirliği anlamında zedelenmemesi için verilecek kararın bir an önce verilmesi gerekiyor. Bunun etiketinin anlamının siyasi, hukuki ne olduğunun da çok bir esprisi yok. Hepsi işin içinde. Hukuki yönü de var, siyasi, ahlaki yönü de var. Ülke ilişkilerini ilgilendiren diplomatik yönü var. Ama bunların hepsinin birleşip hızla bir netice üretmesi gerekiyor. Tıpkı bizim bu olaydan önceki hafta, ondan önceki hafta, ondan önceki ay herhangi bir terör örgütü şüphelisini ABD’ye iade ettiğimiz gibi. Ya da Amerika’dan bir suçluyu geri aldığımız gibi hayata geçmesi gerekiyor. Fethullah Gülen’in bu anlamda DAİŞ’li bir teröristten, ya da bir uyuşturucu kaçakçısından 81 anlaşmasına bakılırsa bir farkı bulunmamaktadır. Hızla otoritelerin harekete geçip, tutuklamayı yapması gerekiyor.
Hızla derken ne kadar kısalıkta bir süreyi kastediyorsunuz?
Anlaşma diyor ki, bilgilendirme yapıldığı anda. Yani biz bu suçludur dediğimiz anda bir kere gözaltına alınıp tutuklanması gerekiyor. Bizim bunu görmemiz lazım. Anlaşma aynen böyle ve biz de burada aynen böyle yapıyoruz. Daha önce, "bu suçludur, ben bunu arıyorum” dendiğinde biz gidip anında onu gözaltına alıp tutukluyorduk. Aynısının hayata geçmesi gerekiyor.
Bizden istenmeyen hiçbir şeyi biz de onlardan istemiyoruz. Geçmişte nasıl yaptıysak, aynı mütekabiliyet içerisinde bunun hayata geçmesini istiyoruz.
Geçmezse?
Onların üzerine spekülasyon yapmanın anlamı yok. Bazı şeyleri söylemeden de her şeyi söylemiş oluyorsunuz.
‘Türk halkı, devleti, hükümeti, siyasi partileri, medyası, entelektüelleri darbenin Amerika’da bulunan FETÖ lideri tarafından yapıldığına inanıyor ve biliyor’ cümlesi her şeyi fazlasıyla Amerika’ya da, dünyaya da söylüyor.
Amerika da bunun tamamen farkında. Onlar da bunun terörle mücadeleyi nasıl etkileyeceğini soruyorlar, Türkiye Amerika ilişkilerinin nasıl etkileneceğini soruyorlar.
En çok bu soruları mı sordular?
Elbette. Bunlar da bizim söylediğimiz şeyler zaten. Dolayısıyla aslında burada bir hemfikir olma durumu var. Ama o neticeler gelir, neticeler gelmezmiş gibi davranmanın bir anlamı yok. Türkiye çok büyük bir tehditle karşı karşıya kaldı. Biz bu tehditle tamamen bertaraf etmeden mücadeleden vazgeçecek değiliz. Bunun anlaşılması gerekiyor.
Varoluşsal bir krizle karşı karşıya kaldık. Bizden kimse gözümüzü kapatıp, hiçbir şey olmamış gibi davranmamızı beklemesin. Bu çok naif bir tutum olur.
Darbe girişiminden sonra batıdan Türkiye’ye destek vermekteki gecikmenin arkasında ne var? Büyükelçiler bile darbe girişiminden bir ay sonra Meclis’e geldiler…
Bunun birkaç yönü var. Bir kere batının, Avrupa Birliği ve Amerika, çok ciddi bir siyasetsizlik döneminden geçiyor. Sadece bu meselede değil, herhangi bir meselede, ciddi bir siyasi pozisyon alma iradesini biz göremiyoruz. Genel anlamda bir siyasetsizlik, siyasal bir çöküş yaşanıyor, karar alma mercileri, pozisyon alma ciddi anlamda tıkanmış durumda.
Özellikle, AB’den İngiltere’nin çıkışı süreciyle beraber iyice içine kapanma eğilimleri almış başını gitmiş durumda. Sağcılık ve ırkçılık çok sert bir şekilde yükseliyor. Belki çok sağcı iktidarları önümüzdeki bir, bir buçuk ay içerisinde bazı yerlerde görmeye başlayacağız. Bu dalganın içerisinde sağlıklı tepki vermeleri zaten mümkün değil.
İkinci ayağı var. Bundan üç yıl önce Mısır’da çok kanlı bir darbe oldu. Daha darbenin ikinci haftasında Catherine Ashton AB adına Sisi’nin dizinin dibindeydi. Washington’da kanlı darbeye darbe bile denilmedi. Demek ki, sadece bu siyasetsizlik değil, aynı zamanda ciddi anlamda bir tavır da var. Bu da ortada. Bunun da ne AB’ye, ne ABD’ye, toplamda batıya kazandırabileceği hiçbir şey yok.
Şu an dünyanın en az ihtiyaç duyduğu şey, daha fazla istikrarsızlık. Anlaşılması gereken çok önemli bir mesele var. İstikrarsızlık artık kesinlikle izole edilemiyor. Bir yerde eğer bir küçük sorun başlamışsa o sorunun başladığı yer sadece ilk durağa dönüşüyor. Kısa sürede önce ulusal bir mesele, ardından da bölgesel bir meseleye, ardından da hızla küresel bir meseleye birkaç yıl içinde dönüşüyor. Artık dünyada izole edilmiş, karantina altına alınmış bir kriz bölgesi yok. Göçmen olarak, terörizm olarak, illegal örgütler olarak kendisini ifade ediyor ve yerinde hiçbir şekilde durdurulamıyor.
‘Kapitalizmin rantını alalım krizini almayalım’ diye bir şey yok. Küresel anlamda sistemik bir yaklaşım sergilenmediği sürece, bunu sergileyecek aktörler de güçlü aktörlerdir, bu krizler dolaşacaktır. Hiç olmadığı kadar da özellikle son 16 yıldır, yani milenyumun başından itibaren dolaşma imkânları ortaya çıkmaktadır. Kendisine hızla kanal bulmaktadır ve istediği yere hızla ulaşabilmektedir. Siyasal teolojisinin de ne olduğunun hiçbir önemi yoktur.
DAİŞ gibi örgüt yüzün üzerinde ülkeden kendisine katılım sağlamaktadır, neredeyse İslamcı figür bulamıyorsunuz bunların içerisinde. Avustralya’dan beyaz bir adam, Brüksel’den bambaşka hayata sahip birisi, Kanada’dan beyaz bir kadın… Garip değişen ilişkiler. Geliyorlar, Suriye’de Irak’ta DAİŞ diye bir örgüte bir şekilde dahil oluyorlar ya da oradan başka yerlere gidiyorlar. Bu yönetilebilir bir şey değil.
Kaldı ki FETÖ bu DAİŞ’in yaşadığı sürecin doğrudan altyapısına sahip. 100’ün üstünde ülkede altyapıya sahip. Oralarda da bütün ilişkisi istihbarat mantığı ile örgütlenmiş bir makine ve mekanizma içerisinde yürüyor. Dolayısıyla nasıl çalıştıracağı, kimin ne kadar kullanacağı bir muammaya dönüşüyor. Tam da bundan dolayı FETÖ ile mücadele küresel tabiatından dolayı, küresel terörizmle mücadelenin çok doğal bir unsuru olarak değerlendirilmek zorunda.
"İdrak edemiyorlarsa...."
Bizim söylediğimiz şey çok basit. Ankara’da uçaklarla Meclis’i bombalayan, insanları katleden, tankları yürüten yani silahlı bir terör örgütü olabilen ve çok da sofistike bir şekilde bunu yapmış olan bir örgüt şu an 150’ü aşkın ülkede, başkentlerinde bir şekilde var. Bu herhalde yeterince tedirgin edici bir şey olsa gerek. Eğer bunu anlamıyorlarsa, bunu idrak edemiyorlarsa, burada çok ciddi bir ahlaki, ama eğer ahlaki sorun yok gibi görünüyorsa zekâ sorunu vardır.
Biz kalkıp sıradan bir uyuşturucu mafyasının bile 20 ayrı ülkenin başkentinde olduğunu söylesek bu hâlâ birilerini tedirgin etmiyorsa, kaldı ki biz burada kanlı bir girişimde bulunan bir yapıdan bahsediyoruz, burada artık ciddi anlamda siyasal akıl ve ahlâkı sorgulamak gerekir.
Gülen örgütü tüm bunları dışardan destek almadan yapabilecek kapasitede mi?
Dışardan destek almayacak olsa Türkiye’nin dışındaki 100 küsur ülkede örgütlenmez. Bu tür örgütler iki şey yaparlar. Bir, gizlenmek durumundalar; ikincisi de herhangi bir ahlakları olmadığı için her türlü araçsal işbirliğine hazırdırlar. Birileri de elbette ki bunları kullanır.
Şöyle düşünün BM’den daha fazla ofisi var. Muhtemelen Fedex’den, UPS’den daha fazla yere, daha hızlı ulaşımı var. Bunun önemli bir altyapı ve araç olarak kullanılmaması ve kendisinin de kullanmaması, işbirliği içine girmemesi, zekâmıza hakaret olur. Şimdi bu altyapı çöküyor. Kim destek olursa aynı enkazın altında kalır, muhakkak belli maliyetler öder veya sıkıntılar yaşar. (Al Jazeera)