Cüneyt Arkın'ın tek isteği ve vasiyeti belli oldu...
Türk sinemasının efsane ismi Cüneyt Arkın 85 yaşında hayatını kaybetti. Onun 85 yıllık yaşam öyküsü, 1937 yılında Eskişehir'in Mahmure Mahallesi'ndeki bir kerpiç evde başladı. Bir çiftçi ailesinin, iki kız çocuğundan sonra dünyaya gelen tek oğluydu. Çiftçilik yaparak başlayan hayatı, önce İstanbul'da tıp fakültesine ardından Yeşilçam'a uzandı. Okumak için inşaat işçiliğinden bostan bekçiliğine birçok iş yaptı. Sonra Yeşilçam'a adım attı ve birçok filmiyle Türk sinemasının yarım asırlık bir sürecine damgasını vurdu. Bugün ise 85 yıllık yaşamını tamamladı, geride yüzlerce unutulmaz film ve milyonların kalbinde derin bir üzüntü bırakarak...

Milyonlarca kişinin bildiği adıyla Cüneyt Arkın, 1937 yılında Eskişehir'de dünyaya gözlerini açtı. Cüreklibatur ailesine mutluluk kaynağı olan bu minik bebeğe Fahrettin adı verildi. Fahrettin Cüreklibatur'un çocukluk yılları, bir çiftlikte geçti. Eskişehir Necatibey İlkokulu'nda eğitim hayatına başladı. O dönemde, sonradan Yeşilçam'da canlandırdığı bazı karakterlere ilham veren Battal Gazi, Köroğlu hikayelerini çok severdi Fahrettin. Bunlarla büyüdü denilse yeridir.

BU HAYAT YÜREK ZENGİNLİĞİ YARATTI
2017 yılında Hürriyet'den Cengiz Semercioğlu'na verdiği röportajda o dönemdeki yaşamını şöyle anlatmıştı Arkın: "Kayaları ezdik, tek tek küçülttük, küçülttük, sonra toprakla karıştırıp gübreledik. Babam 40 torba buğday getirdi ve onları ektik. Bir sabaha karşı bozkırın güneşinde beni uyandırdı ve ektiğimiz tarlanın kıyısına götürdü. “Bak oğlum, buğday filizleri büyüyor, sesini duyuyor musun?” dedi. Müthiş bir şey. Ben o filizlerin büyüme sesini duyarak yetiştim. Aileye ekonomik katkım olsun diye yılda 3 ay bekçilik yapardım. Orada çiçeği, böceği, yağmuru, güneşi, bulutu öyle bir yaşadım ki... Tüm bunlar bende bir yürek zenginliği yarattı. Ve ben Cüneyt Arkın olduğum zamanda da harcadım o güzellikleri."

'TEZEKLERİN ÜZERİNDE UYUDUĞUM TATLI UYKU'
Arkın, 2020 yılında Zeynep Bilgehan'a Hürriyet için verdiği röportajda çocukluğunun, özellikle de babasının hayatı boyunca kendisini nasıl etkilediğini şu sözlerle anlatmıştı: "Babam tabiatın kendisi olmuş bir insandı. Ben de tabiat içinde büyüdüm. Eskişehir’de koyunların arasında, tezeklerin üzerinde uyuduğum tatlı uykuyu sonra en lüks otellerde bile bulamadım."

'ANNEMİN ELLERİ TARLADA ÇALIŞMAKTAN NASIR DOLUYDU'
Arkın'ın çocukluk yılları kelimenin tam anlamıyla "toprağın kollarında" geçti. Gelin yine onun Hürriyet'e verdiği röportajdaki sözleriyle bir hatırlayalım o dönemi: Böyle bir ortamda büyümek insan ruhunu nasıl etkiler acaba? Bir başka anıyla yanıtlıyor: “İlkokulda aileme destek olmak için bostan bekçiliği yaptım. Üç ay tek başıma doğada kaldım. Yanımda iki köpeğim, bir de sıpa vardı... Bu tecrübe yüreğime öylesine zenginlik, engin düşünme, farkındalık gücü verdi ki ‘Cüneyt Arkın’ olduğum süre boyunca bu birikimden kuvvet aldım. Tabiatın içinde üç ay herkese hasretken köpeklerimden dostluğu, nezaketi, vefayı öğrendim. Sabrı ve dayanıklılığı da sıpadan öğrendim. Tabii tabiat insanı babamdan da kavi olmayı, yenilmemeyi, dayanmayı öğrendim. Annemin elleri tarlada çalışmaktan nasır dolu olurdu. Kınayla örterdi. Canım annem…”

ŞİİR VE HİKAYELER YAZDI
Fahrettin Cüreklibatur ya da milyonların tanıdığı adıyla Cüneyt Arkın, Eskişehir Lisesi'ne giderken sanata olan eğilimi de iyice ortaya çıkmıştı. O dönemde hikayeler yazıp, edebiyat dergilerine gönderiyordu. Liseden sonra ne yapacağına karar vermiş gibiydi o sırada. İstanbul'a gidip tıp fakültesi sınavlarına girdi ve kazandı. Tıp eğitimi sürerken bir yandan da edebiyata ilgisi devam ediyordu. Arkadaşlarıyla birlikte Erek adında bir dergi çıkardılar. O dergide şiirleri ve hikayeleri yer alıyordu.

Cüneyt Arkın'ın tıp fakültesindeki öğrencilik yılları da zorlu geçti. Bunu da yıllar sonra Hürriyet'e verdiği bir röportajda anlatmıştı Arkın. Tıp Fakültesi'nde okurken ilk iki yıl Sirkeci'de bir otel odasında iki inşaat işçisiyle birlikte kaldığını söylemişti. Hatta derslerini takip etmek için okula gittiğini arta kalan zamanlarından da onlarla birlikte inşaatlarda çalıştığını da hiçbir zaman saklamadı.

'İLK PARAMLA FIRINA KOŞUP EKMEK ALDIM, PATLAYANA KADAR YEDİM'
Tıp öğrenciliğini bitirip staj başladığı dönemde yaşadıklarını da yine aynı röportajda şu sözlerle anlatmıştı Arkın: Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hastabakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum. Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hastabakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum."

'O YEMEĞİN TADINI HİÇ UNUTMADIM'
Arkın, okulunu bitirdikten sonra 1961'de Adana'nın Feke Köyü'ne gitti doktor olarak. O dönemi de şöyle anlatmıştı Arkın: “Askerliğimi yaptıktan sonraki ilk görev yeri olarak Adana’nın Feke taraflarında bir köye gittik. ‘Köy’ deniyor ama ‘Nerede köy?’ diyorum... Toprak altında bir yer, mağaralarda! Sağlık ocağı filan yok. Ahır gibi bir yer verdiler. Sağolsun köylüler, hemen yardıma geldi. Kolları sıvadık. Ahırı sağlık ocağına benzer bir şey yaptık. O gece yorgun yattım. Tepeyi daha kapatamamışız, yıldızların altında uyudum... Akşam yemeği ayran, bulgur pilavı ve soğan getirdiler. Hala tadını unutmadım, öyle lezzetli Yemek yediğimi hatırlamıyorum.”

ARTİST YARIŞMASI, YEŞİLÇAM'IN YOLUNU AÇTI
Arkın'ın edebiyatla ilgili olarak en büyük heyecanlarından biri de 1957'de Cemal Süreya ile tanışması oldu. Usta şair, Arkın'ın öykülerini değerlendirip Pazar Postası'na gönderdi. İlk bakışta Fahrettin Cüreklibatur, edebiyata ilgisi olan bir doktor olarak gibi görünüyordu. Fakat 1963 yılında Artist dergisinin düzenlediği yarışmaya katılması onun hayatını değiştirdi. O yarışmayı birinci olarak tamamlayınca Yeşilçam yolu açılmış oldu. Bir yıl sonra bazı filmlerde küçük roller üstlendi. Fakat o dönemde sinemayla çok da ilgilenmedi. Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra Eskişehir'e döndü. Vatani görevine başladı.

ROL TEKLİF EDİLDİ AMA OLMADI
1963 yılında, yönetmen Halit Refiğ ile tanıştı. Refiğ o sırada savaş pilotlarının hayatını konu alan Şafak Bekçileri adlı filmi çekiyordu. Birinci Hava Üssü'nde yedek subay doktor olarak vatani görevini yapan Cüneyt Arkın'ın etkileyici fiziksel görünümünü de göz önüne alarak bir rol teklif etti Refiğ. Arkın bunu kabul etti fakat uyması gereken yönetmelikler yüzünden o rolde oynayamadı. Ama Arkın için sinema yolu açılmıştı bir kere üstelik de çok zaman geçmeden...

GURBET KUŞLARI İLE SİNEMA SERÜVENİ BAŞLADI
Halit Refiğ Şafak Bekçileri'nin ardından çektiği Gurbet Kuşları için bir kez daha rol teklif etti Arkın'a. Artık askerliğini bitirmiş olan Arkın da bunu kabul etti. Böylece sinema serüveni başlamış oldu.

Aslında tıp fakültesini bitirdikten sonra Arkın'ın amacı nörolog olmaktı. Fakat boş kadro olmadığı için bu hayalini gerçekleştiremedi. Hatta kendi deyimiyle "boğaz tokluğuna" çalıştı. Kadrolu çalışmadığı için yemek bile verilmiyordu kendisine. Bu dönemi yıllar sonra şöhretinin doruğundayken verdiği bir röportajda "Kadrolu olmadığım için yemek vermiyorlar. Hoş ben hemşirelerin yemeklerini yerdim" diyerek anlatmıştı.

'23 YAŞINDA FARK ETTİM GÖZLERİMİN RENGİNİ'
O dönemde Cüneyt Arkın, fiziksel görüntüsüyle çok da ilgilenmediğini yine bir röportajında "Çalışmaktan yakışıklı olup olmadığımın farkında bile değildim" sözleriyle anlatmıştı. Sonra da sözlerini şöyle sürdürmüştü: " Üniversite son sınıfta bir kız gelip, “Gözlerin ne güzel öyle yeşil yeşil” deyince, hayatımda ilk kez bir aynaya baktım, ulan hakikaten yeşilmiş... Ancak o zaman, 23 yaşında fark ettim gözlerimin rengini."

SİNEMA İÇİN ADINI DEĞİŞTİRDİ
Sinema yaşamına başladığında gerçek adını da bir kenara kaldırdı oyuncu. Gazeteci Vecdi Benderli onun için yeni bir isim yarattı. Usta oyuncu ve yönetmen Cüneyt Gökçer'in adını, Ramazan Arkın'ın da soyadını bir araya getirdi ve bu yakışıklı, yetenekli genç için Cüneyt Arkın adını ortaya çıkardı. Artık sinema seyircisi için mavi gözlü, uzun boylu, yakışıklı jön Cüneyt Arkın'dı, Doktor Fahrettin Cüreklibatur.

SİRK AKROBATLARINDAN DERS ALDI
Önceleri bu görünümü nedeniyle romantik filmler için kamera karşısına geçti. Fakat daha sonra aksiyon sahnelerine yatkınlığı dikkati çekti. İstanbul'a gösteri için gelen sirklerde akrobatlarla birlikte çalıştı ve kendisiyle özdeşleşen o aksiyon dolu hareketleri öğrendi. Bu şekilde kazandığı becerilerini de birçok filmde gözler önüne serdi.

Yine Hürriyet'e verdiği bir röportajda Cüneyt Arkın bu aksiyon sahnelerinin perde arkasıyla ilgili çarpıcı sözler sarf etmişti. Gelin onları da bir hatırlayalım: " Şimdi atı devirmek için yeri kazar, yumuşak kum doldururlar. At oraya girdiğinde devirirsin, bir ayağın arada kalır. Fakat çok yumuşak kumla at arasında kaldığı için bir şey olmaz. Biz “Dünyayı Kurtaran Adam”daki sahnelerde bu yöntemle bayağı bir at deviriyorduk. Bir akşam baktım her yeri şişmiş ayağımın. Sonra ben başka bir numara çekmeye başladım... Ön ayaklarını telle bağlıyordum atın, sonra onu sarıyorduk. Telin sonuna kadar son derece hızlı koşuyordu, tel bittiği yerde atın ayağı takılıyor ve düşüyordu." Arkın bu çekimler sırasında hayvanlara hiçbir zarar verilmediğini de sözlerine eklemişti.

DİL SORUNU YÜZÜNDEN DIŞARIYA AÇILAMADI
Bu arada Cüneyt Arkın, 70'lere gelindiğinde artık Türkiye'nin en ünlü oyuncularından biriydi. Hatta İtalya'da da ilgi çekti. John Arkın adıyla o ülkede de tanındı. Ama yabancı dil sorunu yüzünden o defter fazla uzun sürmedi. Halit Refiğ'e göre Cüneyt Arkın, tıpkı Hollywood'un büyük yıldızları John Wayne, Burt Lancaster düzeyinde bir oyuncuydu. Dünya çapında tanınacak bir yeteneği ve pırıltısı vardı.

DÜNYAYI KURTARAN ADAM
Cüneyt Arkın, aslında sinema serüveni sırasında romantik filmlerle başlayıp sosyal içerikli filmlere uzanan geniş bir yelpazede yapımlarda rol aldı. Fakat sonradan aksiyon filmlerine yöneldi. Hatta rol aldığı bu türdeki bazı filmler dünya sinema literatürüne bile girdi. Bunlardan biri de 1982 tarihli Dünyayı Kurtaran Adam'dı. Aslında bu Film biraz "ters köşe" ün sahibi oldu. Dünya sinema tarihindeki en kötü filmler arasına girdi. Cüneyt Arkın 1992 yılından sonra TV ekranlarına konuk olmaya başladı. Birçok dizide rol aldı.

Cüneyt Arkın hayatı boyunca iki kez evlendi. İlk evliliğini 1964 yılında Güler Mocan ile yaptı. Bu evlilikten Filiz adında bir kızları dünyaya geldi. Fakat evlilik 1968 yılında sona erdi.

SON NEFESİNE KADAR EVLİ KALDILAR
Boşanmadan iki yıl sonra Betül Işıl ile hayatını birleştirdi, bir yıl sonra boşandılar. Fakat çift 1972 yılında bir kez daha evlendi ve bu evlilikten Kaan ile Murat adında iki çocukları dünyaya geldi. Çift, bu kez "ölüm onları ayırıncaya kadar" birlikteliklerini sürdürdü.

'TEK İSTEĞİM BETÜL'DEN ÖNCE ÖLMEK' DEMİŞTİ
Ona “Benim cennetim” diyordu… Cüneyt Arkın sadece unutulmaz filmlerin değil unutulmaz bir aşkın da kahramanı oldu. Eşi Betül Arkın’a duyduğu büyük aşk, birlikte üstesinden geldikleri zorluklar, kurdukları güzel aile her zaman takdir edildi ve deyim yerindeyse parmakla gösterildi.

50 yılı aşkın bir süredir aşkı olduğu kadını ilk gördüğünde "Kocaman gözlerindeki ılık, hüzünlü mavilik içime aktı." demişti Cüneyt Arkın, o anı tarif ederken.

Çift, birlikte verdikleri bir röportajda bir arkadaş toplantısında tanıştıklarını anlatmıştı. O dönemde Betül Hanım 20 yaşındaydı, Arkın da 29. Betül Hanım o röportajda eşiyle tanışma öyküsünü şöyle anlatıyordu:

"Fahrettin çok hoş adamdı, çevresi kadınlarla doluydu. Bir de ünlü… Ama ben pek oralı olmadım, lafın kısası benim sessiz duruşum onun dikkatini çekmiş."

Betül Arkın, gerçek adı Fahrettin Cüreklibatır olan eşini bu şekilde çağırıyordu. "O sizin için Cüneyt Arkın, benim için ise Fahrettin Cüreklibatır." diyordu.

Cüneyt arkın eşine olan aşkını yıllar boyunca verdiği tüm röportajlarda anlatmakla kalmamış; sosyal medya kullanmaya başladığı günden itibaren de yaptığı paylaşımlarda hep eşini ve ona duyduğu derin sevgiyi sevenlerine aktarmıştı.

ÖLÜMDEN KORKMUYORUM
Usta oyuncu 2020 yılında Instagram hesabından paylaştığı bir fotoğraf ve ona eşlik eden mesajında "Ölümden korkmuyorum. Sadece Betül'den evvel ölmek isterim. Allah göstermesin onun yokluğunu, yalnız kalmak istemem. Bir günlüğüne bir yere gittiğinde bile onu çok özlüyorum. Onsuz bir günü bile düşünemiyorum ya!" sözlerini kullanmıştı…

ÖZÜNÜ KAYBETMEMİŞ BİR ADAM
Çiftin tanıştığı arkadaş toplantısında o dönemdeki adıyla Betül Işın, Arkın'ın hemen dikkatini çekmişti. Hem güzelliğiyle hem de diğer kadınların aksine onun hiç peşinde koşmadığı için…

Arkın o anları şöyle anlatıyordu yıllar sonra verdiği bir röportajda: "Herkes peşimde koşarken bu kadın neden bana bakmadı egosu ile başladı. Tanıştık ve çok farklıydı o. Egosuz, bildiğin köyden gelmiş, özünü kaybetmemiş bir adam gibi. Tanıştık, derken birbirimizin vazgeçilmezi olduk ve bir yıl sonra evlendik."

“BEN DR. FAHRETTİN”
Cüneyt Arkın eşiyle tanışma öyküsünü ve o anda hissettiklerini bir paylaşımında şöyle anlatmıştı. "Şöhret olduğumu, hayatımın altüst oluşundan anladım. Artık kendimi yaşamıyordum. Sinemada var olma kavgası, gereğinden fazla tanınmak, önemsenmek, bütün gençlik hayallerimi, kendim olarak yaşama isteğimi yok etmişti. Gene de direniyordum. Çoğu kez öylesine bunalıyordum ki, hasretle, yoldan geçen, bana sırtı dönük uzaklaşıp giden bir kadının arkasından koşup, ona usulca dokunayım ve ne olur benimle evlen diye yalvarayım hayallerini kuruyordum.

Bir gün bu yok oluşun içinde bir partide onu gördüm. Baştan aşağı maviydi ve tarifsiz kederler içinde bir partide onu gördüm. Usulca yaklaştım. Bana bir garip baktı. Kocaman gözlerindeki ılık, hüzünlü mavilik içime aktı. Kendimi bir çocuk gibi hür hissettim. ‘Ben Dr. Fahrettin’ dedim. ‘Betül’ dedi. Sonra hiç konuşmadık. Kısa bir zaman sonra da evlendik. Bebeğim Betül cennetim oldu."

Cüneyt Arkın, eşinin son derece vefakar olduğunu da her zaman vurgulardı. İki yıl hasta yattığı sırada onu bir dakika bile bırakmadığını, hatta sık sık kahrını çektiğini de söylerdi.

VEFA DOLU BİR AŞK
Yine Arkın'ın bir röportajda anlattıklarına kulak verelim:“Benim bir sarhoşluk dönemim oldu. Melek gelse çekmezdi, sabır taşı olsa çatlardı ama o ses çıkarmadı. Betül sayesinde vazgeçtim içkiden. Çok abartırdım. O olmasa sarhoş, alkolik bir adam olarak çürür giderdim."

Betül Hanım ise hep sabırlı olduğunu, bu dönemin biteceğine inandığını ve bu yüzden dayandığını anlatıyordu o günlerden bahsederken.

Betül Hanım, eşini kıskandığını ama bunu ona hiç belli etmediğini de belirtiyor ve diyor ki:"Dünya yakışıklısı adam. İnsan bakmaya kıyamıyordu."

ALDATMAK AKLINDAN BİLE GEÇMEDİ
Cüneyt Arkın kimi zaman "bebek" dediği eşini kimi zaman da "papatya" diye çağırıyordu. İlişkilerinde romantizme önem verdiğini hatta sık sık eşi için şiirler yazdığını da söylerdi.

Cüneyt Arkın'ın yine aynı röportajda söylediğine göre eşini aldatmayı aklından bile geçirmediğini şu cümlelerle anlatıyor:

"Senin için ömrünü vermeye hazır bir kadın varken, ne olduğunu bilmediğin bir başka kadına nasıl yamulursun? Böyle kadını insan aldatmaya utanır."

Cüneyt Arkın ve eşi Betül Hanım'ın Murat ve Kaan adında iki oğlu var. Her iki oğlu da evli olan Arkın çiftinin iki oğlundan iki de torunu bulunuyor.

VASİYETİ ORTAYA ÇIKTI
Atlara olan düşkünlüğü bilinen Cüneyt Arkın bir zamanlar katıldığı bir programda vasiyetini açıklamıştı. Usta sanatçı, "Atım Hasretim'in yanına gömülmek istemiştim. Ama sonra çok yanlış anlaşılır diye korktum. Beni 'Anne babamın yanına gömün' dedim" şeklinde konuşmuştu.