TBMM Başkanı Kurtulmuş'tan KKTC açıklaması: Yeni dil: Kıbrıs Türk Devleti
Numan Kurtulmuş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yerine Kıbrıs Türk Devleti ifadesini bildirgelere koyup kullanmaya başladı. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Özay Şendir'e açıklamalarda bulunan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “Artık Kıbrıs Türk Devleti’nin bağımsızlığı ilan edildi, belli bir noktaya geldi, 50 sene geçti. Artık iki devletli çözümden başka bir yol olmadığını biz de muhatabımız olan batılı ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede bunu görmüş oldu” dedi.
Özay Şendir'in bugünkü yazısı şöyle;
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile Washington’da katıldığı NATO Parlamento Başkanları Zirvesi’nden bu yana buluşmak istiyordum. Dünyanın demokrasiden ziyade güvenlikçi politikalara döndüğü bir zaman dilimini yaşarken parlamentolar ne yapacak merakımı gidermek istediğim buluşma Kıbrıs’ta gerçekleşti. Röportaja da bu soruyla başladım ama Meclis Başkanı’nın bir başka çıkışı yazının da başlığını belirledi. Kurtulmuş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yerine Kıbrıs Türk Devleti ifadesini bildirgelere koyup kullanmaya başladı. Bu sayede artık coğrafi temele dayanan bir federasyonu akla getiren Kuzey seçeneği resmi söylemin dışına çıkmış olacak.
‘NATO GERGİNLİĞİ AZALTACAK ADIMLAR ATMALI’
Dediğim gibi ilk sorum Washington’a gittiniz NATO Parlamento Başkanları Zirvesi’nde dünyanın demokrasinin biraz geriye gidip güvenlik politikalarının ön plana çıkacağı bir zaman dilimine mi girdi, oradaki toplantıda ne hissetiniz oldu?
“Yani bir kere bundan sonraki dönemde zaten bütün dünyada benim görebildiğim kadarıyla demokrasi ve otokrasi arasında bir mücadele olacak. Bütün ülkeler için bunu söylemek mümkün. Tabii esas bunun da üstünde olan mesele, bütün ülkeleri doğuyu batıyı NATO üyelerini ilgilendiren konu, aslında 1945-1990 arasında iki kutuplu dünya sistemi Sovyetler’in çözülmesi ile birlikte çöktü. Ondan sonraki süreçte de ABD’nin domine ettiği bir dünya sisteminden, tek kutuplu bir sistemden bahsedildi. Açıkçası Amerika’nın Afganistan’dan kaçarak çıkması, o tek kutuplu sistemin de çöküşünün sembolik bir ifadesidir. Bundan sonra önümüzde çok kutupluluk var. Dünyanın her yerinde, her bölgesinde, bölgesel ve küresel anlamda çok fazla gücün, çok fazla merkezin, hatta zaman zaman birbirlerine eşit çok sayıda gücün mücadele edeceği bir döneme giriyoruz. Bu dönem Türkiye gibi ülkelere önemli imkanlar, fırsatlar sunuyor. Çok kutupluluğun nasıl gelişeceği, nasıl birtakım yeni ittifaklar ortaya çıkaracağı, yeni bölgesel iş birliklerini ortaya çıkaracağı üzerinde dünya önümüzdeki süreçte ümit ederim ki yeni bir arayışın içerisinde olacak. Öyle görünüyor. Bir başka konu da yani özellikle NATO bağlamında söylemek gerekirse, evet NATO bir güvenlik iş birliği teşkilatı ama NATO, Ukrayna’daki Rusya’nın ilhakları başta olmak üzere hemen hemen hiçbir yerde çözüm üretecek pozisyonda değil. Bunun yolu da askeri harcamaları çok daha fazla artırarak birtakım müdahaleleri yapmak değil, tam tersine dünyada mevcut çatışma alanlarındaki gerilimleri azaltmak. Eğer bu böyle olmazsa Allah muhafaza dünya hızla bir büyük gerilime, çatışmaya doğru gidiyor. Onun için bunları da hep orada anlatma fırsatını buldum.”
Bu noktada küresel çatışma hatta yeni dünya savaşı ihtimalini sormamak olmazdı:
“Bizim önümüzde bölgemizde iki önemli çatışma var. Rusya-Ukrayna arasındaki savaş eğer bu savaş çözülemezse… Zaten şimdiye kadar bu savaş Rusya ile topyekûn batı arasında savaşa döndü. Çözülemezse bu daha büyük küresel bir tehdit haline gelecek. İkincisi de Gazze’de İsrail’in işlediği insanlık suçları, bu büyük katliam hatta soykırım boyutlarına varan katliam sadece Filistinlileri ilgilendirmiyor. Dünyanın burada yanlışa düşmemesi lazım. Eğer burada Netanyahu ve çetesine ‘dur’ denilemezse artık bundan sonra bu savaşın bölgesel olarak nasıl genişleyeceği ve küresel ölçekte hangi büyük gerilimlere sebep olacağını kimse tahmin edemez. Dolayısıyla burada bunun da bir şekilde barış perspektifi ile ele alınması lazım.
Yine orada muhataplarımıza ifade ettiğimiz şey… Evet, NATO’nun bir savunma iş birliği teşkilatı olduğunu biliyoruz. Ayrıca NATO’nun da bir barışı geliştirme misyonu da geliştirmesi gerekir. Dolayısıyla çok zor çok büyük türbülansların, çatışmaların yaşanacağı, çok kutupluluk içerisinde yeni güç merkezlerinin ortaya çıkacağı ve Türkiye gibi bazı ülkelerin de bu süreçte avantajlı hale geleceği bir dünyaya doğru giriyoruz. Ümit ederim ki Türkiye bütün bu avantajları en iyi şekilde kullanacaktır.”,
DOST ÜLKELER KKTC’Yİ TANIR MI?
Biz yılladır hep şunu söyleriz. Bizim dost ve kardeş bildiğimiz ülkeler niye bugüne kadar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımadılar. Sizin bu konudaki dost, kardeş bildiğimiz ülkelerin parlamento başkanları ile temaslardan aldığınız hava nedir? Yani Türkiye artık tamam bir daha artık müzakereye de gerek kalmadı dediği noktada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını sağlayabilir mi?
“Şunu söyleyeyim bu 50 yıllık süreç içerisinde yani biz Türkiye tarafı olarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak da hep bir barış, anlaşma ve uzlaşma arayışı içerisinde olduk. Annan Planı başta olmak üzere birçok konuda Kıbrıslı Türkler ‘evet’ dedi ama ‘hayır’ diyen Rumlar ödüllendirildi. Biz bu anlamda adada iki toplumun da gerçekten temsil edildiği bir demokratik yapının kurulabilmesini çok müzakere ettik. Ama artık görünüyor ki bu müzakerenin sürdürülebilmesi, tabii ki barışın kalıcı olması mücadeleleri sürdürülebilir ama yani bir tolerasyon anlamında bir müzakere döneminin imkanının kalmadığı anlaşılıyor. Artık Kıbrıs Türk Devleti’nin bağımsızlığı ilan edildi, belli bir noktaya geldi, 50 sene geçti. Artık iki devletli çözümden başka bir yol olmadığını biz de muhatabımız olan batılı ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede bunu görmüş oldu.
Pratik olarak ortada bir vaka var. Bu vaka da Türk tarafının kendi devletini artık tam manasıyla kurmuş olmasıdır ve bütün kurum ve kuruluşlarıyla mükemmel bir devletin teşkil edilmiş olmasıdır. Dolayısıyla müzakereler sürecinde ortaya çıkan birtakım tereddütler, federasyon, işte iki toplumun varlığı, nasıl temsil edileceği gibi birtakım tartışmaların artık geride kaldığını görüyoruz. Bundan sonra kurulmuş olan Kıbrıs Türk Devleti’nin uluslararası tanınırlığının sağlanması için mücadele etme vaktidir. Son birkaç yıldır da çok yoğun bir mücadele veriliyor. Tabii ki başta kardeş Türk Devletleri olmak üzere, gerek İslam İşbirliği Teşkilatı olmak üzere, Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) olmak üzere birçok yerde Kıbrıs’ın gözlemci olarak katılması fevkalade önemlidir. Bir adımdır. Ümit ederim ki bu adımların devamı gelecektir. Yani Kıbrıs Devleti’nin bağımsız bir kimlik olarak tanınması… Ondan sonra bu tabii ki bu Güney ile müzakereyi kapatmak anlamına gelmez, tabi ki adanın ortak çıkarlarının korunamayacağı anlamına gelmez. Bunun ben Kıbrıs Türk Devleti’ne büyük bir katkı sağlayacağını düşünüyorum.”
Türkiye düşmanlığı devlet politikası haline gelmeyecektir
Sayın Cumhurbaşkanı da konuşmasında Yunanistan Milli Savunma Bakanı’ndan bahsetti. Washington’da Yunanistan Parlamento Başkanı ile o Türkiye ile iyi ilişkilerin geliştirilmesinden yana mı yoksa o da Dendias gibi biraz şahin kanatta yer alan birisi mi? Ne dersiniz?
“Bu konuları tabi müzakere imkânı olmadı ama yani artık tecrübe ile Yunanistan’ın makul ve mutedil politikacıları da görüyor ki Türkiye’de Ege’de ve Kıbrıs üzerinden Türkiye ile ilişkileri gerginleştirmenin, sorunları içinden çıkılmaz hale getirmenin Yunanistan’a hiçbir faydası yoktur. Dolayısıyla bu yakalanmış olan, Sayın Cumhurbaşkanımızın da çok olumlu olarak yaklaştığı bu aradaki gerilimi azaltacak ve ortak menfaatler çerçevesinde, kazan kazan prensipleri çerçevesinde iş birliği yapabilecek bir imkân ortaya konulabilir. Yunanistan ile Türkiye’nin geriliminden en çok zarar gören Yunanistan olur. Yunanistan’ın makul siyasetçilerinin bu noktada duracağını düşünüyorum. Zaman zaman şahin, güvercin tanımlaması çok hoşuma gitmez ama… Zaman zaman Türk düşmanlığını, Türkiye düşmanlığını kendileri için bir siyasi araç olarak kullanmak isteyenler hep var olmuştur, yani hem Yunanistan’da hem Rum kesiminde. Dolayısıyla ben bunun bir devlet politikası haline gelmeyeceği kanaatindeyim.”
Zirveye 32 ülke katılmıştı
Washington’daki NATO Parlamento Başkanları Zirvesi’ne 22’si Meclis başkanı seviyesine 32 ülke katıldı. TBMM Başkanı Kurtulmuş zirvede yaptığı konuşmada şunlara dikkat çekmişti: “Dünyanın en güçlü savunma örgütünün üyeleri olarak bizler, en acil küresel sorunlardan biri olan Gazze’deki muazzam insanlık felaketini görmezden gelemeyiz. İsrail’in katliamları durdurulmalı ve daha fazla kan dökülmesi engellenmelidir. DEAŞ, FETÖ, PKK ve Suriye’deki uzantısı PYD/YPG gibi terör örgütlerine karşı mücadelemizde kararlılığımızı sürdürürken, kaldı ki bazı müttefiklerimizin söz konusu terör örgütlerine destek vermesi müttefiklik ruhuna da aykırıdır.’’
‘Türkiye olmasa Kıbrıs Gazze gibi olurdu’
Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantörlüğünden vazgeçilmesi, Avrupa Birliği, Rumların ve Yunanistan’ın en büyük hayali. Türkiye için garantörlükten vazgeçilecek bir senaryo geçerli olabilir mi?
“Şimdi Türkiye durduk yerde garantör ülke olmadı. Ve var olan Kıbrıs Devleti’ni ortadan kaldıran da Türk tarafı olmadı. Yani, EOKA çetecileri bir ENOSİS hayaliyle o zaman var olan buradaki hükümeti, yani bütünleşik Kıbrıs Hükümeti’ni yıkarak 1960’ların başında biliyorsunuz Türklere karşı katliamlar ortaya koydular. Dolayısıyla Türkiye buradaki Türk toplumunun kimliğini, varlığını koruyabilmek için bu garantörlüğünü sürdürmek zorundadır. Bugün bir devlet haline gelmiştir Kıbrıs Türk Devleti. Güçlü bir devlet haline gelmiştir ama yine her türlü tehlikeye karşı Türkiye’nin garantörlük vasfının burada devam etmesi Kıbrıs Türklerinin menfaatinedir. Şunu da söyleyeyim. Kıbrıs meselesini şimdi özellikle bu Gazze’deki durum ortaya çıktıkça makul insanlar Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları ile bugünkü Gazze’deki Filistin halkının yaşadıkları arasında paralellik, benzerlik görüyor. Eğer o gün Türk Devleti buradaki Kıbrıslı Türkleri korumasaydı çok açık bir şekilde Gazze’de bugün Filistinliler hangi zulme uğruyorsa Rumlar tarafından da burada aynı zulüm tatbik edilmeye devam edilecekti. Ve belki Kıbrıs Türk halkı buradan tamamen kovularak burası Türklerin olmadığı bir ada haline getirilecekti. Dolayısıyla garantörlük durduk yerde lüzumsuz yere ortaya çıkmış bir fonksiyon değildir.”
MHP’Lİ VEKİLLER VE KIBRIS...
Lefkoşa’daki yoğun koşuşturma içerisinde akşam yemeğinde güzel de bir sürpriz yaşadım.
Kaldığım Grand Pasha Otel’de Kütahya Milletvekili Ahmet Erbaş ile karşılaştım, peşine takılınca da MHP’li Grup Başkanvekili Muhammed Levent Bülbül, Grup Başkanvekili Filiz Kılıç, Saffet Sancaklı, Lütfi Kaşıkçı, İsmail Büyükataman, Tamer
Osmanağaoğlu gibi isimler ile bir araya geldim. Biraz, Milliyet’in Kıbrıs yazı dizisinden biraz Kıbrıs’ın Osmanlı döneminden konuştuk. Hamasetten çok bilginin ve son derece gerçekçi analizlerin yapıldığı bir masaydı.
Masadan neden fotoğraf yok sorusu aklınıza gelecektir önce onu yazayım: Hava sıcaklığının 40 derece olduğu bir ortamda, vekiller birlikte akşam yemeğine inmişlerdi. Kiminin kravatı, kiminin ceketi yoktu. Sürpriz bir misafir olarak fotoğraf çekme girişiminde bile bulunmadım. Gece boyunca masaya İYİ Parti Genel Başkanı Musavvat Dervişoğlu gibi isimler de uğradı, masadaki konu hep Kıbrıs oldu. Türkiye’nin ilk Bayraktar’ı Ali Rıza Vuruşkan’ın durumu, 1960 darbesinden sonra Ada’ya atanan ilk Türk Büyükelçisi Mehmet Emin Dırvana’nın Rauf Denktaş ile olan mücadelesine kadar yazı dizisi ve ötesindeki bilgilerle Kıbrıs’ı konuştuk.
Osmaniye’den Kıbrıs’a göç eden bir köyün yaşlılarının MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çocukluğuna dair bilgileri ve hatta ilk bisikletine dair hatırladıkları da bir süre konuşuldu. Gece boyunca en uzun süren başlık Demokrat Parti’nin ilk Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü’nün göreve geldikten kısa süre sonra neden “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi yoktur” deme ihtiyacı duyduğu oldu. Çeşitli senaryoları eldeki bilgiler üzerinden konuştuk ama kesin bir sonuca da varamadık. Gerek tarihi bilgiler gerekse net bir gerçekçilik üzerine yapılan konuşmaların ardından 2 saat süren sürpriz misafirliğimi sonlandırdım.