Suudi Arabistan'ın hedefindeler!
Eylül ayının ortasına yaklaşırken Suudi Arabistan’da Ali el-Ömeri ve hemen ardından Selman el-Avde, Avaz el-Karni, Nasır el-Ömer gibi önemli isimlerin birbiri ardına tutuklandıkları haberi ajanslara düştü. Veliaht Muhammed Bin Selman, iktidar yürüyüşünde demir yumruk siyasetini tercih etti. Ancak bu süreç hiç kolay geçmeyecek.
Ali el-Ömeri ve hemen ardından Selman el-Avde, Avaz el-Karni, Nasır el-Ömer gözaltına alınan onlarca kişi arasında en çok tanınan isimlerdi. Başta Şeyh Avde olmak üzere bu kişilerin şöhretleri, Suudi uleması içinde ‘Sahve’ diye bilinen Selefi çevrenin ilk temsilcileri olmalarından ve küresel çaptaki İslami ‘davet’ çalışmalarıyla bilhassa sosyal medyada çok fazla tanınmalarından kaynaklanıyordu.
Sahve’nin oluşum süreci
Sahve (uyanış) temayülünün köklerini bulmak için 1970’li yıllara geri dönmek gerekiyor: Mısır, Suriye, Irak ve Yemen’deki Nâsırcı, Baasçı rejimler dolayısıyla ülkelerini terk etmek zorunda kalan bir kısmı öğretim üyesi İslamcı alime ve hareket adamına, Suudi Arabistan’ın bu dönemde kapılarını açtığını görüyoruz. Bir Vehhabi kraldan çok İslamcı bir lider kimliğine sahip Faysal, birçoğu İhvân-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler) üyesi ya da sempatizanı olan bu kişileri Medine İslam Üniversitesi’nde, şeriat fakültelerinde ya da Râbıta benzeri resmi dinî kurumların bünyelerinde istihdam etmişti. İşte bu kurumlarda Suudi rejimin ideolojisi olan geleneksel Vehhabilik ile çağdaş siyasal İslamcılığın izdivacı gerçekleşti. Genellikle Selefi eğilimleri bulunan bu muhacir İslamcılar, Vehhabiliğin içe kapanık ve dışlamacı ideolojisinin etkisiyle ve (belki de diğer Arap ülkeleri gibi sömürge tecrübesi yaşamaması nedeniyle) siyasi ve radikal dini akımlarla henüz tanışmamış olan Suudi Arabistan’a İslamcılığın taşınmasında aracı oldular.
1980’li yıllara gelindiğinde, iki önemli siyasi hadise Suudi Selefiliğini veya başka bir deyişle Vehhabiliği derinden etkiledi. Her ne kadar mezhebî kimliğinden dolayı lanetleseler de, İranlıların gerçekleştirdiği ‘İslam Devrimi’nin Selefiliğe siyasi bir ruh üflediği inkar edilemez. ‘Afganistan Cihadı’ (1979-1988) ise kazanılan siyasi şuurun pratiğe dökülmesi adına fiili ve lojistik imkanlar hazırladı. Gönüllü Selefî Arap ‘mücahitler’ ‘cihat’ ortamında radikalleştiler, bu radikalizmin ve mücadele pratiğinin İslam aleminin diğer bölgelerine aktarılmasında baş rolü oynadılar. Bu süreçte beliren yeni dini söylemde, devlete sadakat fikrine sahip klasik Vehhabî/Selefîliğin ağırlığı azalacak, çağdaş İslamcı tonlar ise fazlalaşacaktır. İbn Bâz ve İbnü’l-Useymîn tipi gelenekçi Vehhabi alimlerden farklı olarak, Selman el-Avde, Sefer el-Havali, Nasır el-Ömer, Aiz el-Karni, İbrahim ed-Duveyş, Muhammed b. Said el-Kahtani gibi isimlerden oluşan ve kendilerine “şuyûhü’s-sahve” (uyanış alimleri) denilen yeni bir Selefi ulema çizgisinin ortaya çıkışı bu süreci belirgin kılmaktadır.
Selman el-Avde ve Sefer el-Havali söz konusu yeni hattın sembol simalarıdır. 1991 Körfez Savaşı’nda Suudi Arabistan’ın ABD yanında duruşu ve Amerikalı askeri personelin ülkede konuşlanması ve üs açması, Avde ve Havali gibi bazı Selefi alimlerce tenkit konusu yapılmış, söz konusu sert eleştiriler karşısında rejimin kararlarını savunmak resmi görevli ulemaya kalmıştı. Söz konusu tenkitlerle beraber, bir dizi İslamîleştirme muhtevalı reform talebi, o zamanki kral Fahd ile baş müftü İbn Baz’a yazılan ve basın organlarında yayımlanan mektuplarda dile getirildi. Bu mektupların imzacıları arasında hukuk ve fetva konseylerinde, üniversitelerde, vakıflar ve hac işlerinde resmi vazifeli Selefi alimler de bulunmaktaydı. Avde ve Havali gibi geri adım atmayan alimler görevlerinden alındılar, yargılanarak uzun süreli hapis cezalarına mahkum oldular. Mesela Avde 1994-1999 yıllarını cezaevinde geçirdi.
Sahve şeyhleri ve el-Kaide gerçeği
Sahve’yi el-Kâide’nin “cihadî Selefilik” adını verdiği silahlı aktivizmin ilham kaynaklarından birisi olarak değerlendirebiliriz. Ülkelerinde “politikacı fakihler”, “küçük Humeyniler” ve “fitneciler” olmakla itham edilen Sahve uleması, Üsame bin Ladin gibilerin o zamanki gündeminde saygın bir yer işgal etmekteydi. Ona göre Suud rejimi, ABD’nin direktifiyle Şeyh Avde ve arkadaşlarını hapse atmıştı. Şeyh Havali’nin fikirleri, Bin Ladin’in söyleminin önemli argümanlarını oluşturdu. Havali’ye ait “Haçlı-Siyonist ittifakı” ve “kafirlerce işgal edilmiş Haremeyn” tezleri, 1996 ve 1998 fetvalarında Bin Ladin’in dillendirdiği “topyekûn küresel cihat” çağrısının en başta gelen gerekçeleriydi.
Fakat Sahve ile ‘cihâdilerin’ beraberliği uzun soluklu olmadı. 11Eylül eylemi ve sonrasındaki aşırılığa doğru yaşanan savrulma, Sahve uleması tarafından tasvip görmedi. Sahve’nin el-Kâide ideolojisine tenkidi üç noktada yoğunlaştı: Bin Ladin, Müslüman yöneticileri ve ulemayı geçerli kanıtlara dayanmadan küfürle suçlamaktaydı. Düzenlediği kanlı eylemlerle El-Kaide, halkı Müslüman olan ülkeleri savaş ve terör meydanlarına dönüştürmüştü. Ayrıca bu eylemlerde, İslam savaş hukukuna aykırı biçimde masum siviller hedef alınmaktaydı. Sahve otoritelerinin desteğini kaybeden el-Kaideci yönelim ise bu boşluğu el-Makdisi, Ebu Katade ve Atiyyetullah gibi Suud dışından figürlerle dolduracaktı. Bu yeni şeyhlerin bir kısmı dini tahsil diplomalı olsa da, önemli bir kısmının dini bilgisi sadece Selefi ulemanın cami derslerine, vaazlarına ve kitaplarına dayanmakta.
Sahve’nin çağdaş İslamcılığa diğer bir ise katkısı siyasi Selefilik denen akımı teşvik etmesi. Daima bir devlet mezhebi olmuş Suudi Selefiliğinde, çok partili demokratik sistem, serbest seçimler ve parlamentoya katılım gibi olgular ağır ‘bidat’ olarak görülür. Buna rağmen, söylem ve eylemleriyle Selefileri siyasete ilk defa yüreklendiren şahıs olan Abdurrahman Abdülhalık, Sahve çevresine mensup bir şeyhti. Üniversiteyi okuduğu Medine’deki hocalarından çok, memleketi Mısır’ın İslamcı ideolojisi Abdülhalık üzerinde etkili olmuş gibidir. Kurduğu siyasi parti üzerinden, 1981 yılında iki Selefi milletvekilini, yaşamakta olduğu Kuveyt’te meclise seçtirmeyi başarmıştı. Bu faaliyetleri yüzünden Suudî çevrelerce şiddetle eleştirilmiş, ‘İhvânî-Hizbî’ ve ‘bidatçı’ olmakla itham edilmişti. Kendi deyimiyle “taklitçi Selefiyye”nin alternatifi olan bu “yeni Selefiyye” çizgisini, Abdülhalık’tan sonra Kuveyt’te ve bilahare İngiltere’de Muhammed Surur Zeynelabidin, Yemen’de Abdülmecid Zindani, Suudi Arabistan’da Dr. Saad el-Fakih ile Dr. Muhammed el-Mes’ari gibi isimler izleyecekti. Son iki isim, Suudi Arabistan’da siyasi partiler yasaklı olduğu için faaliyetlerini Avrupa’da kurdukları muhalif sivil kuruluşların çatısı altında sürdürüyor. Zindani ise uzun süredir Yemen’in büyük partilerinden Hizbü’l-Islâh çatısı altında siyaset yapmaya çalışıyor.
Sahve’nin orta yolcu ve arabulucu misyonu
ABD güvenlik birimlerince hazırlanan 11 Eylül suçluları listesinde Avde ve Havali’nin isimleri de yer alıyordu. Bu suçlamalara rağmen ne Avde ne de Havali ülkelerinde kovuşturmaya uğradılar. Çünkü bu şeyhlerin geldikleri son nokta uzlaşma noktasıydı ve Suudiler bu durumdan istifade etmek istiyorlardı. Vazgeçmedikleri siyasal İslamcı ve cihatçı görüşlerine rağmen, hem Avde hem de Havali el-Kaide çizgisindeki bir grup Selefi şeyhin varmış oldukları aşırı çizgiyi onaylamıyordu.
11 Eylül üzerine yazdığı bir makalesinde Selman el-Avde, İslam’ın suçsuz insanları, kadın, çocuk ve yaşlıları hedef almayı yasakladığını belirtmekte, bu nedenle uçaklar, alışveriş merkezleri gibi mekanların savaşlarda dahi hedef alınamayacağını bildirmekteydi. Avde’ye göre bu çeşit terör eylemleri İslam ve Müslümanlar açısından bir dizi zararı beraberinde getirmektedir. Her şeyden önce Filistin, Keşmir ve Çeçenistan mücadeleleri gibi haklı davalar şaibe altında kalmaktadır. Davet faaliyetleri, kültürel aktiviteler, eğitim çalışmaları, dünya çapında olumsuz etkilenmektedir. Bu, din düşmanlarının arzu ettiği bir durumdur. Müslümanlar cani damgası yemekte, bu imaj çarpıtmasıyla insanların İslam’a yönelişine set çekilmektedir.
Avde, orta yolculuğu İslamiyet’in önemli bir prensibi olarak gösterir. ‘Ğulüv’ yani aşırılık, fıtrata ve şeriata ters bir tutumdur. Aşırılık, tarihte Haricilerin yaptığı gibi birtakım şer’i delillere dayandırılsa bile, temel dini talimatlardan ciddi bir sapmadır. 2003 ABD işgali sonrasında cihat gayesiyle Irak’a gitmenin hükmü hakkında verdiği bir fetvasında Avde, Iraklı olmayan Müslümanlar için böyle bir farziyetin bulunmadığına şer’i deliller ışığında hükmetmektedir. Benzer bir fetvayı daha sonra Suriye için de verecek olan Avde’nin çekildiği bu mutedil çizginin, Suudi hapishanelerinin ‘terbiye edici’ özelliğinin doğal sonucu olduğunu söyleyenler olmasına karşın, fikri olgunluğa erişmesinin ve 11 Eylül’ün ardından oluşan olağanüstü şartları yeniden değerlendirmesinin, gözlenen değişimde esas etken olduğunu belirtmek daha isabetli olacaktır.
Suudi Arabistanlı yüz elli kadar din alimi, bilim adamı ve entelektüelin imza attığı “Nasıl bir arada var olabiliriz” başlıklı, “şiddet diline alternatif yaratmak” için dünyaya barış ve diyalog çağrısı yapan açık mektubun imzacıları arasında, Avde ile beraber Aiz el-Karni ve Havali gibi radikal şeyhlerin de bulunması, Sahve’nin benimsediği itidal çizgisinin somut bir göstergesiydi. Hiç bir zaman gayri İslami saymadığı (bilakis İslam dininin ve yegane sahih yol addettiği Selefi akidenin dünya üzerinde neşri için varlığını zaruri gördüğü) Suudi devletinin güvenlik ve selameti adına bu şeyhler, bu bağlamda önemli bir misyonu da yüklenmek istediler. Bu misyon, aşırı Selefiler ile devlet arasında diyalog ortamı yaratarak ülkeyi vuran terörün önüne geçmekti. Mesela Havali 2003 yılının Kasım ayında kırk kadar alimle birlikte, teröristlerle hükümet arasında arabuluculuk yapma işine girişti. Yine 2004 yılında teröristleri topluma kazandırmak adına çıkarılan af yasasının yasalaşmasında ve kısmen de olsa uygulamada Havali’nin önemli katkısı bulunmaktaydı. Büyük saygı duydukları ve samimiyetinden kuşku duymadıkları şeyhlerinin evine bizzat gelerek veya telefonla ulaşarak teslim olan birçok önemli teröristin kimlikleri, teslim olma serüvenleri, Havali ile aralarında geçen ikna diyalogları, Havali’nin onları güvenlik güçlerine teslimi sırasında yaşananlar, Arap medyasını uzun bir süre meşgul etmişti.
Sahve’nin küresel etkisi
Selman el-Avde’nin bundan sonra şöhreti gittikçe yükseldi. Arkasındaki Suud desteğini de görmezden gelemeyeceğimiz Islam Today adlı Arapça, İngilizce, Fransızca ve Çince yayın yapan web sitesi onun başlıca uğraşı oldu. Bu sayede dünyayı dolaştı ve şöhreti Selefi çevreleri aşan bir düzeye ulaştı. Kısa zamanda dünyanın en tanınmış İslam ‘davetçileri’ arasına girdi. Mezhepçiliği ve din kaynaklı şiddeti kınadı. İntihar saldırılarının şeriatta yerinin olmadığını açıkladı. Bütün bunlar bağımsız çabalardı. Henüz Suud rejimine angaje olmadan bunları yapmıştı. Belki de arkasındaki taraftar gücüne güvenerek cesur çıkışlar yapmaktan çekinmedi. 2006’daki İsrail-Hizbullah savaşında Hizbullah’a açık destek verdi. Bir Selefi şeyhten hiç beklenmeyen bu adım, İslamcı çevrelerde takdirle karşılandı.
Avde’nin 2011 sonrası Arap devrimleri sürecindeki duruşu da zikre değer. Suudilerin müesses dini nizamının önemli figürlerinden Şeyh Salih el-Fevzan sokak gösterilerinin caiz olmadığını söylerken, Avde Arap halklarına sokağa çıkma çağrısı yapmıştı. Yine Mısır’daki askeri darbeye karşı çıktı. Tüm bunlar, şimdi anlaşılıyor ki rejim tarafından sabırla ‘tolere’ edilmişti. 2013’te özellikle el-Kaide bağlantılı tutuklulara yapılan kötü muameleler gündeme gelince Avde sesini tekrar yükseltmiş, tutuklulara iyi şartlar sağlanması ve adil yargılama talebinde bulunmuştu. Avde’nin de memleketi olan ve ülkenin en muhafazakar kentlerinden birisi olarak tanınan Büreyde’de küçük çapta da olsa gösteriler olmuş, 161 kişi tutuklanmıştı.
Sahve şimdi niçin hedefte?
Sahve şeyhlerinin tutuklanmasının ardından, güvenlik güçleri Reuters’e “Gözaltına alınanların casusluk faaliyetinde bulundukları ve İhvan-ı Müslimin gibi yabancı oluşumlarla irtibat halinde oldukları” bilgisini geçti. Bilindiği gibi İhvan, Suudi rejimince terör örgütü olarak kabul edilmekte. Casusluk faaliyeti ise Katar’ı akla getiriyor. Aslında Sahve çevresi, Katar krizi çıkalı beri, hiçbir zaman Suudi devletini haksız konuma düşüren, Katar’ı destekleyen bir tutumu benimsememişti. Ancak müesses Vehhabi otoritelerin yaptığı gibi, rejime koşulsuz bir destek de vermemişti. Avde en son Muhammed Bin Selman ile Şeyh Temim arasında geçen telefon trafiğinden umutlanmış, sosyal medya hesabından Allah’a hamd ederek tebrikte bulunmuş, iki ülkenin daha da yakınlaşması için dua etmişti.
Gözaltı operasyonları, muhtemelen Katar krizini aşan bir muhtevaya sahip. İslamcı kimliği bulunmayan bir ekonomi yorumcusu olan Isam ez-Zamil, yazar Abdullah el-Maliki gibi şahısların da tutuklanması, daha ileri bir gayeye matuf görünüyor. 81 yaşındaki babasından, o daha hayattayken tahtı devralması beklenen Muhammed Bin Selman’ın bu yakın hazırlığının, kraliyet ailesi içinde bile etkili bir kesimce onaylanmadığı epeydir biliniyor. Avrupa’da yaşayan bazı prensler esrarengiz şekilde ortadan kayboldu. Veliahtlığı elinden alınan Muhammed bin Nayif ve maiyetinin dahi şimdi nerede ve ne durumda oldukları belli değil. Son tutuklamalar önemli bir prensi, Abdülaziz bin Fahd’ı da içine aldı. Anlaşılıyor ki Bin Selman, etkili muhalefeti tümüyle etkisiz hale getirmek niyetinde. İşleri ‘de facto’ eline aldığından beri ekonomide belirgin bir iyileşmenin kaydedilmemesi, Yemen’de açık bir yenilgiyle karşılaşması, Katar krizinde ABD tarafından yalnız bırakılması, 32 yaşındaki muhteris prensi daha şimdiden sıkıntıya soktu. İran’la yakınlaşmaya çabalarken diğer taraftan İsrail’e gizli bir ziyaret yaptığı şayiasının yayılması ise diğer bir yıpratıcı faktör.
Sosyal medyada 14 milyon takipçisi olan Avde’nin ve Sahve’den arkadaşlarının bu süreçte devre dışı bırakılmak istenmesi makul bir strateji gibi görünüyor. 6 Eylül’de kuruluşunu ilan eden ‘15 Eylül Hareketi’ inisiyatifi yurtdışındaki Suudi muhalifler tarafından başlatıldı. Hareketin 15 Eylül Cuma günü halkı sokağa davet etmesi çok riskli bir karar olarak görünüyor. Karşılığının ne olacağını kestirmek güç. Fakat Sahve şeyhlerinin tutuklandığı 1994 yılında gerçekleşen ve tarihe Büreyde İntifadası olarak geçen büyük gösteriler hafızalarda hâlâ taze.
Veliaht Muhammed Bin Selman, iktidar yürüyüşünde demir yumruk siyasetini tercih etti. Ancak bu süreç hiç kolay geçmeyecek. Bin Selman zaten diken üstünde olan bölgede, zarar olasılığı yüksek kararlar almaktan çekinmedi. Muhtemelen en büyük güvencesi, Trump yönetiminden aldığı destek. Ancak desteğin daimi olup olmayacağı ve ne kadar işe yarayacağı, Ortadoğu’da sürüp giden karmaşık ilişkilerle doğrudan bağlantılı. Hem monarşi içindeki hem de sivil toplum bünyesindeki Suudi iç dengelerinin de mutlaka bu süreçte hesaba katılması gerekiyor. Sahve bu iç dengelerin önemli bir parçası olmayı sürdürecek.