Sırada Amerikan kaosu var!
Trump'ın Beyaz Saray'da oluşturduğu çevre, ABD'nin Orta Doğu, Çin ve Avrupa ile ilişkilerinde bundan iki yıl önce akla gelmeyecek politikaları hayata geçirmesini sağlıyor. Washington, bugün tüm ikili ilişkilerine barış değil kaos taşıyor.
"Beyaz Saray'da ilk yılını dahi tamamlayamayacak, azledilecek, görev süresinin sonunu görmesi mümkün değil" denilen Donald Trump, Amerikan başkanlık koltuğundaki birinci yılını, tüm bu söylentileri sonuçsuz bırakan "skandallar serisi" bir performansla tamamladı.
Trump, başkanlığına ömür biçenleri düş kırıklığına uğratırken, yönetimindeki isimler üzerinde radikal tasarruflar gerçekleştirdi, dereyi geçerken yalnızca atı değil, neredeyse sürünün tamamını değiştirdi. Dünya bugün, Trump'ın iktidara yürürken ya da koltuğa oturduktan sonra dillendirdiği, kimilerince "egzantrik bir işadamının sevimli çılgınlıkları" olarak değerlendirilen politikalarının hayata geçişini izliyor. Beyaz Saray'da oluşturduğu çevre, ABD'nin Ortadoğu, Çin Halk Cumhuriyeti ve Avrupa ile ilişkilerinde bundan iki yıl önce akla gelmeyecek politikaları hayata geçirmesini sağlıyor. 2. Dünya Savaşı'nın ardından Batı'daki hür dünyayı temsilen, Roma İmparatorluğu'ndan esinlenerek küresel ilişkilere kendi "barış düzenini" Pax Americana'yı getirdiği kabul edilen Washington, bugün tüm ikili ilişkilerine ve kriz bölgelerine barış değil kaos taşıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nden aklı selim sahibi politikalar bekleyenler, güne her defasında yeni şaşkınlıklarla uyanırken uluslararası düzen Washington kaynaklı irrasyonel hamlelere adapte olmakta yetersiz kalıyor. Paris İklim Değişikliği Anlaşması'ndan, Trans-Pasifik Ticaret Anlaşması'ndan ve İsrail aleyhinde kararlar alındığı gerekçesiyle UNESCO'dan ( Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü ) çekilen bir zihniyetin, Birleşmiş Milletler'den tamamen çekilmemesinin tek sebebinin Güvenlik Konseyi daimi üyeliği olduğunu söylersek herhalde mübalağa etmiş olmayız.
AB, "dost ABD" hayalinden uyanıyor
Trump yönetimi, bugün geldiği haliyle Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve İran gibi, 2017 ulusal strateji belgesinde açıkça kendisine tehdit olarak gördüğü ülkeleri de aşarak, müttefikleri ile Trans-Atlantik ilişkilerini temellerinden dinamitleyen alışılmadık bir dış politika rotasına girdi. Avrupalı liderlerin neredeyse tamamının kapalı kapılar ardında dile getirdikleri şikayetleri seslendirmek ise Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk'a düştü. Tusk, Trump'ın vergi demir çelik ve alüminyum ithalatına getirdiği vergilere ve İran' ın nükleer programına dair anlaşmadan çekilmesine, Amerikan Başkanı'nın en fazla tercih ettiği iletişim kanalından yanıt verdi. Avrupa Parlamentosu Başkanı, 16 Mayıs tarihli twitter mesajında, "Donald Trump'ın son kararlarına bakan biri şunu düşünecektir: Böyle bir dostu olan düşmana neden ihtiyaç duysun. Aslında Avrupa Birliği olarak kendisine minnettar olmayız, bizi bir hayalden uyandırdı, ihtiyaç duyduğumuz yardım eli yine kendi kolumuzun bitimindeki kendi elimizmiş" ifadeleriyle bugünkü ABD ile 6 Haziran 1944'te Nazi işgaline karşı Normandiya kıyılarına çıkan ABD'nin artık birbirinden dağlar kadar farklı olduğuna işaret etti.
Tusk'un tabiriyle "ABD'nin Avrupa'nın dostu olduğuna dair hayalden uyanılması"okyanusun iki yakasının ticari çıkarlarındaki çelişkilerin gün yüzüne çıkmasıyla idrak edildi. Trump'ın mart ayında imza koyduğu ve başta Çin Halk Cumhuriyeti ile bir ticaret savaşının başlangıcı gibi görünen çelik ithalatında yüzde 25, alüminyum ithalatında ise yüzde 10 vergi uygulanması kararının, bugün gelinen noktada Avrupa Birliği'ni hedef aldığına dair şüpheler artıyor. Nitekim, ABD Başkanı'nın mayıs ayının ikinci haftasında İran'ın nükleer programına ilişkin anlaşmadan çekilmesi, İsrail'in güvenlik kaygılarını tatmin etmeyi amaçlayan bir hamle olmasının yanısıra, anlaşmanın imzalanmasını takip eden üç yılda ABD firmalarının, Avrupa firmalarına karşı İran pazarında denge sağlayamamalarının da intikamı olduğu izlenimi verdi.
Airbus, Peugeot, Siemens ve Total gibi Avrupa markalarının İran pazarındaki hakimiyetlerine karşı Amerikan enerji şirketlerinin, İran doğalgaz ve petrol pazarına alınmayışları, yüksek bir potansiyeli olan İran havacılık sektöründen Boeing'in umduğunu payı bulamaması Trump'ın anlaşmadan çekilme kararında etkili oldu. İran'daki ticari çıkarları ciddi bir darbeyle karşı karşıya kalan Avrupa ülkeleri ise 14 Nisan'da Suriye'de Esed rejimi ve İran hedeflerinin vurulmasında destek oldukları ABD'ye karşı oluşan cephede buldular kendilerini. Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İran ile yapılan anlaşmanın sürdürülmesi için Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti ile aynı safa geçtiler.
Avrupa'ya müstemleke muamelesi
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, henüz nisan ayında beraberce Beyaz Saray bahçesine meşe ağacı diktiği Trump'a karşı, 17 Mayıs'ta Sofya'da düzenlenen Avrupa Birliği-Batı Balkanlar Zirvesi'nde isyan bayrağını açtı. Kendisi Beyaz Saray bahçesine meşe ağacı dikmekle meşgulken Trump'ın Avrupa Birliği'nin ticari çıkarlarına incir ağacı diktiğini fark eden Macron, Avrupa'nın ticaret egemenliğinin korunması gerektiğini ve Avrupa şirketlerinin İran ile ticaret konusunda kendi seçimlerini yapma haklarının bulunduğunu söylüyordu. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı'nın bu iddiasını dile getirdiği saatlerde, Fransız enerji şirketi Total, İran'ın Pars doğalgaz sahasında başlattığı SP11 Projesi'nde havlu atmaktaydı. Total enerji şirketi, yazılı bir açıklama ile yürürlüğe konacak yeni Amerikan yaptırımlarına mukabele edecek durumda olmadığını, Pars doğalgaz sahasındaki faaliyetlerini sürdürmek için devlet garantisine ihtiyaç duyduğunu dile getiriyordu. Benzer bir talebin Alman şirketi Siemens'ten de gelmiş olması, Avrupa şirketlerinin İran'da kalma konusunda hükümetleri kadar kararlı olmadığını gösteriyor.
ABD'nin yeni Berlin Büyükelçisi Richard Grenell'in bu süreçte izlediği tavır, Washington'un Trans-Atlantik ortaklarına bir nevi müstemleke muamelesi yaptığının tipik bir örneği olarak değerlendirilebilir. 8 Mayıs tarihinde Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier'e akreditasyon mektubunu sunan ABD Büyükelçisi, aynı gün ABD Başkanı Trump'ın İran anlaşmasından çekildiğini açıklamasıyla beraber, İran ile iş yapan Alman şirketlerini açıkça tehdit etti. Başkanı Trump ile üslup konusunda kader birliği yaptığı anlaşılan Berlin'deki Amerikan elçisi, twitter'dan attığı mesajda "ABD yaptırımları İran'ın kritik sektörlerini hedef alacak. İran'da iş yapan Alman şirketlerinin operasyonlarına acilen son vermesi gerekiyor" ifadelerini kullandı. Grenell, benzerlerine son 20 yılda Türkiye'de bolca rastladığımız antipatik ABD elçilerinin rekorlarını kıracak biçimde, yalnızca bir haftada göreve başladığı ülkenin kamuoyu tarafından gideceği gün iple çekilen bir diplomat haline geldi.
Trans-Atlantik ilişkilerdeki jeopolitik depremi karşılıklı tehditlerin ötesine geçirecek bir hamle de Avrupa Birliği Komisyonu'ndan geldi. AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker, ABD tehditlerine pabuç bırakmayacaklarını ima eden bir sürecin yürürlüğe gireceğini duyurdu. İran'ı hedef alan yaptırımları bloke edecek yasa sürecini başlatacağını ilan eden Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa şirketlerinin İran'ı hedef alan yaptırımlara uymalarını yasaklarken, Amerikan yaptırımlarını uygulamaya zorlayan mahkeme kararlarının da tanınmaması için bir yasayı uygulamaya geçirecek. Juncker, bununla da yetinmeyeceklerini ve Avrupa Yatırım Bankası'nın Avrupa şirketlerinin İran'a yatırımlarını kolaylaştırmasına imkan verecek bir çalışmanın da yolda olduğunu söyledi. Brüksel'den gelen bu meydan okumaya karşı Trump'ın ilk yanıtı ise NATO üyesi müttefiklerini tehdit etmek oldu. Trump, savunma harcamalarını NATO taahütleri çerçevesinde gayrı safi yurtiçi hasılanın yüzde 2 seviyesine çıkarmayan ülkeler için "Onlarla ilgilenilecek" ifadesini kullandı. İran'ı hedef alan yaptırımlar konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği'nin geldiği bu çatışma noktasında Hakan Atilla davasına bir parantez açmakta fayda var. İran'a yönelik yaptırımları delmekle suçlanan eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla Avrupa Birliği'nin İran'a yönelik ABD yaptırımlarına karşı isyan niteliğindeki kararının yürürlüğe konmasından yalnızca iki gün önce 32 ay hapis cezasına çarptırıldı. İran'daki ticari çıkarlarını savunmak için Avrupa Birliği'nin hangi kararları alacak noktaya geldiği değerlendirildiğinde, Atilla'ya verilen cezanın anlamsızlığı ve siyasi motifleri daha net bir şekilde kendisini ortaya koyuyor.
Mayıs ayı, ABD'nin aleyhindeki cepheyi Ortadoğu politikaları odaklı olarak genişlettiği bir başka hamleye daha sahne oldu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda ezici bir üstünlükle alınan karara rağmen, Trump, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan kararında da, Tel Aviv'deki ABD Büyükelçiliğini Kudüs'e taşımakta da ısrar etti. Büyükelçiliğin açılışı sırasında Trump'ın kızı ve damadı, İsrail Başbakanı Netanyahu ile beraber neşeli özçekimler yaparken, Birleşmiş Milletler kararlarının ihlal edilmesini protesto eden Filistinliler, İsrail-Gazze sınırında katledilmekteydi.
İsrailli ve Amerikalı yöneticilerin Gazze'deki katliamla eş zamanlı olarak Kudüs'teki törende sergiledikleri manzara ve ardından Gazze'de yaşananlarla ilgili olarak Birleşmiş Milletler'in bağımsız soruşturma başlatma girişiminin ABD tarafından engellenmesi Trans-Atlantik ilişkilerde yeni bir kırılma noktası yarattı. Almanya, İngiltere ve Belçika bağımsız bir soruşturma için ısrar ederken, İngiltere Başbakanı May, sözcüsü aracılığıyla, Trump'ın büyükelçiliği Kudüs'e taşıma kararının Ortadoğu'da barış umutlarına vurulan bir darbe olduğunu tekrarladı ve ülkesinin büyükelçiliğini taşımak gibi bir niyeti olmadığını duyurdu.
Asya-Pasifik'te barış süreci kesildi
İran ve Filistin cephelerinde müttefikleri ile farklı kutuplara savrulan ABD'nin Asya-Pasifik bölgesindeki performansı da umut verici değil. Kuzey Kore'nin nükleer silahlardan arındırılması konusunda sağlanan ilerleme ile neredeyse Trump'a Nobel Barış Ödülü adaylığı getirecek gelişmeler, bir anda rüzgarın yön değiştirmesiyle ters yüz oldu. Dünya 12 Haziran'da Singapur'da gerçekleşeceği açıklanan Trump-Kim Jong Un zirvesini izlemeye hazırlanırken, Kuzey Kore 16 Mayıs'ta önce Güney Kore ile görüşmelerden çekildiğini duyurdu ardından Singapur Zirvesi'nin de asla gerçekleşmeyebileceği mesajını verdi. Kuzey Kore'nin bu ani tavır değişikliğinin altında, Pyongyang yönetimine, 2003-2004 yıllarında, Libya'nın nükleer programına son verilmesi sırasında uygulanan modelin dayatılması yatıyor. Libya lideri Muammer Kaddafi, 2003 yılında Saddam Hüseyin'in devrilmesinin ardından sıranın kendisine geleceği endişesi ve ülkesini çaresizliğe sürükleyen ekonomik ambargolardan kurtulmak için Batılı ülkelerle masaya oturmuştu. ABD ve İngiltere, Libya'nın nükleer tesislerinde denetim yapma hakkı almış, tesislerindeki cihazlar sökülerek ABD'ye taşınmıştı. Ancak Batı ile ekonomik entegrasyon çabası içerisindeki Kaddafi yönetiminin ömrü ancak 8 yıl uzayabildi. Kaddafi'yi önce seçim kampanyasına milyonlarca dolar akıttığı Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin emriyle havalanan savaş uçakları vurdu, daha sonra yargı önüne çıkartılmak yerine ABD ve Fransa'nın gözetiminde katledildi. İşte Kuzey Kore lideri Kim Jong Un da, nükleer silahsızlanmada Libya modeli dendiğinde kendisini Saddam Hüseyin gibi ipin ucuna ya da isyancıların bıçağının ucuna götürecek bir süreci gözünde canlandırdığından Donald Trump'ın Singapur hayallerini en azından şimdilik rafa kaldırmış görünüyor. Trump'ın 17 Mayıs'ta Beyaz Saray'da NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile kameraların önüne çıktığı esnada, Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton'u yalanlar şekilde, Kuzey Kore için "Libya Modeli"nin söz konusu olmadığını söylemesi sonuç verir mi bilinmez.
Mayıs ayını, düşmalarının sayısını artırarak geçiren Donald Trump için yaz mevsimi hareketli geçecek. Haziran ayında Kanada'nın Quebec eyaletinde yapılacak G-7 Zirvesi, Temmuz ayındaki NATO Zirvesi ve aynı ay İngiltere'ye yapacağı ziyaret gerek Trans-Atlantik gerek Trans-Pasifik ilişkilerdeki gelişmeler açısından dikkatle izlenecek, vereceği tüm mesajlar gerek ticari gerek askeri çatışma senaryolarının şekillenmesinde rol oynayacak.
NATO ve Avrupa Birliği yapılarında ağır hasara yol açan Donald Trump manevraları, dış politikada, savunma sanayinde ve ticarette kendisine yeni seçenekler oluşturma peşindeki Türkiye için fırsatlar sunmaya da devam ediyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu süreçte yaptığı İngiltere ziyareti, ABD-Rusya bloklaşmasına dayanan jeopolitik baskılardan uzaklaşmak için yeni alan temin ediyor. Türkiye ile İngiltere arasında 5. nesil savaş uçaklarının yapımından, kültürel işbirliği alanlarına kadar varılan anlaşmalar, NATO ve Avrupa Birliği'nin iç buhranlarından uzak kalmalarını sağlayacak bir kapı açabilir. Suriye'de ortaya çıkan ve Soğuk Savaş dönemini andıran bir ABD-Rusya ( kuzey -güney aksı ) küresel paylaşım yaklaşımına karşı, Türkiye'nin merkezinde yer aldığı çatışmayı ve gerilimi değil, ticareti ve paylaşımı hedefleyen Çin ve İngiltere'nin iki ucundan tuttuğu bir doğu-batı aksı Ortadoğu'da İran ve Filistin merkezli yeni savaş arayışlarının da önüne geçebilir.