Merkel ağır bedel ödeyecek!
Almanya’da CDU/CSU ile SPD hükümeti kurmak için anlaştılar. Almanya’da siyasi belirsizliğin sona ermesi Avrupa için de olumlu bir gelişme ancak Alman siyaseti için bu süreç hiç de kolay olmayacak.
Almanya’da geçtiğimiz eylül ayında yapılan genel seçimlerden sonra dört ayı aşkın süredir devam eden koalisyon görüşmeleri nihayet sonuçlandı. Buna göre Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD), hükümeti kurma yönünde anlaştılar. İki taraf arasındaki anlaşma 179 sayfalık bir “Koalitionsvertrag” (koalisyon sözleşmesi) ile kamuoyuna duyuruldu.
CDU/CSU ile SPD arasındaki anlaşma, şüphesiz ki Almanya’daki siyasi belirsizliğin sona erdirilmesi yönünde olumlu bir gelişme. Ancak Alman siyasetini önümüzde zor bir süreç beklediğini de belirtmek gerekiyor. Taraflar hükümeti kurmak için anlaştılar, ancak hükümeti henüz kurmadılar. Bunun için öncelikle SPD’nin kendi tabanı içinde yapacağı referandumdan onay çıkması gerekiyor. Daha önce “olası bir koalisyona katılmayacağını” ve “milletin kendisine muhalefette yer alma görevi verdiğini” ifade etmiş olan SPD’nin yapmış olduğu bu dönüşü kendi seçmenine onaylatması gerekiyor. Bir önceki koalisyonda böyle bir ihtiyaç yoktu çünkü SPD seçmeninin yaklaşık dörtte üçü CDU/CSU ile koalisyona yeşil ışık yakmıştı. Bugün ise SPD tabanının yaklaşık yarısı bu duruma sıcak bakmıyor ve parti içinde ciddi bir tepki söz konusu. SPD’nin parti içi referandumundan “hayır” sonucu çıkarsa, Almanya’daki belirsizlik kaldığı yerden, hem de daha derinleşerek devam edecek ve Başbakan Angela Merkel’in önünde azınlık hükümeti ya da erken seçimden başka seçenek kalmayacak.
SPD tabanından “evet” oyu çıksa bile Merkel’in önümüzdeki dönemde işi kolay olmayacak. Şu anda sadece parti liderleri siyasi belirsizliği sona erdirmek için asgari müşterekte anlaşmış durumdalar. Başta mülteciler ve sağlık sistemi olmak üzere birçok tartışmalı konu, önümüzdeki dönemde parlamentodaki gücü bir önceki döneme göre azalmış olan bir hükümetin karşısına çıkacak.
Merkel’in tavizleri
Koalisyon anlaşmasına varabilmek için Merkel birçok tavizde bulunmak zorunda kaldı. Koalisyon sözleşmesinin son sayfasında yer alan, bakanlıkların partilere göre dağılımını gösteren liste bu tavizin boyutlarını net bir şekilde gösteriyor. Buna göre Dışişleri ve Maliye gibi iki büyük bakanlık SPD’ye verilecek. Diğer yandan Çalışma ve Sosyal İşler; Adalet ve Tüketici Koruma; Aile, Kadın ve Gençlik; ve Çevre Bakanlığı da yine SPD’de olacak. CDU’nun kardeş partisi CSU ise yine diğer bir önemli bakanlık olan ve kapsamı genişletilerek adı “İçişleri, Bayındırlık ve Anavatan” olarak değiştirilen bakanlığın yanı sıra Ulaştırma ve Dijital Altyapı ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma bakanlıklarını alacak. Merkel’in elinde ise başbakanlığın yanı sıra Savunma; Ekonomi ve Enerji; Sağlık; Eğitim; Tarım ve Gıda bakanlıkları kalıyor. Başka bir deyişle, Merkel’in elinde yeni dönemde bir önceki parlamentoya göre daha az sandalye ve daha az bakanlık olacak. Buna ek olarak, seçimlerde beklenenin üzerinde bir başarı sağlayan aşırı sağdaki Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) de güçlü bir muhalefet yapacağını tahmin etmek zor değil.
Özetlenecek olursa, CDU/CSU ile SPD arasındaki anlaşma, Almanya’da hükümetin kurulması için bir ilk adım oldu, ancak Alman siyasetini zorlu bir süreç bekliyor. SPD tabanından onay çıkıp hükümet kurulsa bile birçok konuda partiler arasındaki müzakereler devam edecek, anlaşmazlıklar sürecek ve Almanya bir önceki döneme göre nispeten daha az güçlü bir hükümet ile yönetilecek.
Avrupa boyutu
Almanya’da tarafların anlaşması, Brüksel tarafından da olumlu olarak karşılandı. Tarafların arasında tam olarak bir mutabakat sağlanamayan, asgari müşterekte buluşmanın bile aylarca süren müzakereleri gerektirdiği iç meselelerden farklı olarak, Avrupa Birliği’nin (AB) geleceği konusunda CDU/CSU ile SPD tarafları daha büyük ölçüde bir uzlaşı içerisindeler. Bu yüzden de koalisyon sözleşmesi “Avrupa için yeni bir atılım” başlıklı bir bölümle başlıyor ve bu bölümde “Almanya için güçlü ve birlik içerisinde bir Avrupa’nın barış, özgürlük ve refah içeren iyi bir gelecek için en iyi garanti olduğuna” vurgu yapılıyor.
Diğer yandan sözleşmede AB’nin kendisini yenilemesi gerektiği ifade edilirken bunun da ancak “Almanya ile Fransa’nın birlikte tüm güçleriyle çalışmalarıyla mümkün olabileceğinin” altı çiziliyor. Fransa’da Emmanuel Macron’un cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle daha güçlü bir AB için Almanya ile işbirliği yapma iradesi ortaya çıkmıştı. CDU/CSU ile SPD arasındaki koalisyonun da bu yönde bir eğilimi ortaya koyması, Avrupa’da artan popülizme ve içine kapanmacılığa karşı Avrupa yanlısı ve daha kapsayıcı bir yaklaşım sergilemesi önemli bir gelişme. Diğer yandan SPD’nin hükümetteki varlığının, sosyalist kökenli Macron ile Merkel başbakanlığındaki Alman hükümeti arasındaki ilişkiler açısından olumlu bir durum yaratacağı da düşünülebilir. Ancak sonuç olarak Almanya’daki yeni hükümetin -tabii ki SPD tabanından onay alınıp da kurulabilirse- daha güçlü bir Avrupa için ne kadar katkıda bulunabileceğini, bu anlamda Macron’a ne kadar eşlik edebileceğini, koalisyon içi dengeler belirleyecek.
Yeni dönemde Türkiye ile ilişkiler
CDU-CSU ile SPD tarafından imzalanan koalisyon sözleşmesinde Türkiye’ye de yer veriliyor. Türkiye’nin AB üyeliğine bir aday ülke değil de “AB’nin komşusu” olarak tanımlandığı belgede Türkiye ile Almanya arasında çok yönlü ilişkiler olduğu ve bu nedenle koalisyonu oluşturacak tarafların Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirilmesinde özel bir fayda gördükleri belirtiliyor. Bu girişten sonra “Türkiye’deki demokratik durumunun, hukuk devleti konumunun ve insan haklarının uzun dönemden beri kötüleştiği” eleştirisi yapılan belgede Türkiye politikası şöyle açıklanıyor: “Bu nedenle üyelik müzakerelerinde hiçbir fasılı kapatmayacağız ve yeni bir fasıl açmayacağız. Vize serbestleştirilmesi ile gümrük birliğinin genişletilmesi de ancak Türkiye’nin gerekli şartları yerine getirmesiyle mümkün olabilir.” Dolayısıyla Almanya’da kurulacak yeni hükümetin Türkiye politikası ile ilgili olarak geçmiş dönemlere nazaran çok büyük bir değişiklik beklenmiyor.
Ancak burada esas soru şu: Türkiye ile Almanya arasında ya da Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kökten bir değişiklik olmasa bile, kısa ve orta vadede Türkiye’nin Almanya ile içinde bulunduğu kriz durumu sona erecek mi? Son aylarda Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel ile Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu iki defa bir araya gelmiş, ülkeler arasındaki sorunlar için çözüm önerileri getirmeye çaba göstermişler ve hatta bu girişimler Alman gazetesi Der Tagesspiegel tarafından “gün ışığı diplomasisi” olarak nitelendirilmişti. Gabriel, Türkiye konusunda daha yapıcı tutumuyla bilinen bir isimdi. Dolayısıyla Gabriel-Çavuşoğlu diyaloğuyla ivme kazanan Türk-Alman ilişkilerindeki olumlu sürecin yeni dönemde ne kadar devam edebileceği konusu belirsiz.
AB’nin sadece ekonomi değil birçok bakımdan lider ülkesi Almanya’da seçimlerden sonra aylar boyunca devam eden belirsizlik sona erdi ve taraflar büyük koalisyonu ya da Almancadaki kısaltılmış haliyle “GroKo”yu kurmak için anlaştılar. Ancak bu zorlu bir sürecin sadece ilk adımı ve henüz sadece asgari bir müşterekte buluşuldu. Hükümet SPD seçmenin onay vermesiyle kurulabilecek ve sonrasında da koalisyon ortakları arasındaki pazarlıklar, tavizler ve hatta vetolar devam edecek. Almanya’nın (ve dolayısıyla Avrupa’nın) Berlin’de sadece bir hükümete değil, güçlü bir hükümete ihtiyacı var.