Dağılıyorlar! Katar...
Körfez'de Avrupa Birliği benzeri bir entegrasyon sürecinin taşıyıcı gücü olması beklenen KİK, üye ülkeler arasındaki derin ihtilaflar nedeniyle dağılma emareleri gösteriyor.
Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri'nin başını çektiği ülkeler tarafından geçen yıl Katar'a yönelik başlatılan ağır abluka ve ambargolar, Körfez'in en önemli teşkilatı olan Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) varlığını da tartışmalı hale getirdi. Körfez'deAvrupa Birliği benzeri bir entegrasyon sürecinin taşıyıcı gücü olması beklenen KİK, üye ülkeler arasındaki derin ihtilaflar nedeniyle dağılma emareleri gösterirken, Riyad ile Abu Dabi'nin ikili konsey kurma çabaları da bu ihtimali güçlendiriyor.
1981’de kurulan KİK, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman ve BAE olmak üzere altı üye ülkeden oluşuyor. Kurulduğu günden itibaren genel merkezi Riyad’da olan teşkilat, Yüksek Konsey, Bakanlar Konseyi ve Genel Sekreterlik olmak üzere üç yönetim organı üzerinden çalışmalarını sürdürüyor. Teşkilatın en yetkili idari kısmını temsil eden Yüksek Konsey’in dönem başkanlığı her yıl üye ülkeler arasında değişiyor.
1980’de başlayan Irak-İran savaşı akabinde Körfez’de başlayan güvenlik temelli endişeler, tamamı petrol üreticisi olan altı ülkeyi, bu teşkilatı kurmaya itti. Başlangıçta AB benzeri bir model düşünülerek kurulan konsey, geçen 37 yıllık süre zarfında üye ülkeler arasındaki ekonomik gelir ile siyasi hedef farklılıkları gibi nedenlerden dolayı arzu edilen hedeflerinin ancak sınırlı bir kısmını hayata geçirebildi. Sekiz yıl devam eden Irak-İran savaşı, 1990'da Irak’ın Kuveyt’i işgali, 2003'te ABD’nin Irak’ı işgali, 2011’de başlayan protestolar, geçen yıldan beri devam eden Katar ablukası konseyin kuruluşundan bugüne karşı karşıya kaldığı önemli meydan okumalardı.
Şüphesiz konsey, üye ülkeler arasında bir garantör işlevi görmüş olsa da Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bu süreçte, bölgede yaşanan hızlı ve sıcak gelişmelerde aktif rol oynayan, stratejik kararlarda merci olabilen bir teşkilat misyonuna ulaşabildiğinden söz etmek pek mümkün görünmüyor. Birden fazla savaş ve siyasi gerilim ile 37 seneyi geride bırakan KİK, her ne kadar üye ülkelerin ortak stratejik hedefleri ile kurulmuş olsa da teşkilatın siyasi ve iktisadi olarak en güçlü ülkesi şüphesiz Suudi Arabistan. Bu güçlü ülke unsuru, Suudi Arabistan’ın konsey üzerinde etkili bir ülke olmasını kaçınılmaz kılıyor. Nitekim son yaşanan krizde Suudi Arabistan’ın Katar’a yönelik ablukada başrolde yer alması ve teşkilatın idari mekanizmalarının işlevsiz kalmasıyla KİK’in 'komaya girdiği' gibi yorumlar yükselmeye başladı. Yorumları haklı çıkaran en açık örnek, abluka sonrası Aralık 2017’de Kuveyt’in yoğun diplomasi teşebbüsü ile Kuveyt’te yapılan teşkilatın yıllık olağan toplantısına, Bahreyn, BAE ve Suudi Arabistan’dan sınırlı düzeyde katılım gerçekleşmesiyle görüldü. Genelde iki gün süren açık ve kapalı oturum şeklinde devam eden zirve, ablukadan dolayı tarafların zayıf katılımı nedeniyle tek güne düşürüldü. Zirveden Katar ablukasının sona erdirilmesine yönelik ciddi bir karar çıkmadı. Bu durum da doğal olarak teşkilatın kendi içinde güçlü bir idari yapı olmadığı yahut yaşanan krizlerde konseyin çözüm mercii olamadığı şeklinde yorumlara neden oldu.
Katar ablukasının KİK’e yansımaları
5 Haziran 2017’de Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ile Körfez dışından Mısır’ın da katılımı ile Katar, havadan, karadan ve denizden ablukaya alınırken ilgili ülkeler Katar ile siyasi, diplomatik ve ticari tüm ilişkilerini kestiler. Abluka uygulayan ülkeler Katar’ı İslami hareketler ve teröre destek vermekle suçlarken, zamanla ablukanın sıradan bir siyasi gerginlik olmadığı anlaşıldıkça, hadise Körfez krizi olarak değerlendirilmeye başlandı. Körfez’in sessiz ülkesi Umman, bu hadisede taraf olmamaya gayret gösterirken, zaman içerisinde özellikle Kuveyt krizin çözümü için yoğun bir diplomasi trafiği yürütmesi ile KİK ülkeleri arasında ön plana çıktı. Umman, krizde her iki tarafta yer almamış olsa da siyasi adımlarından, abluka ülkelerinin bu kararını desteklemediği anlaşıldı. Nitekim Umman birden fazla limanını Katar’a doğrudan sevkiyat için açtı, ayrıca Dışişleri Bakanı Yusuf b. Alevi, Kuveyt’in arabuluculuk girişimlerini destekledi. Bu adımlarla Umman, ablukaya karşı durarak Katar’ın yanında yer aldı. Körfez’in bir diğer sessiz ülkesi Bahreyn’in abluka ülkeleri arasında en sert açıklamalarda bulunduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak Bahreyn aslında bu ablukanın uygulanmasında başı çeken değil, tabi olan ülke durumunda. Nitekim Bahreyn gerek ekonomik ve askeri olarak Riyad tarafından desteklenen ve siyasi olarak da oradan gelen işaretleri dikkate alarak hareket eden bir ülke görünümü verdi.
Geçtiğimiz günlerde bir senesini dolduran Katar krizinin şüphesiz en ciddi olumsuz yansıması, Körfez ülkelerini belli alanlarda bile olsa birbiri ile temasta tutan KİK’e oldu. Öyle ki altı üye ülke arasında konunun çözümü için bir çıkış yolu bulunamaması, üye ülkelerin, teşkilatın işlevsiz kalması ve bölgesel güvenlik endişelerinin artması nedeniyle farklı stratejik arayışlar içine girmesiyle sonuçlandı. Zaten başından beri krizin sona erdirilmesi için uğraşan Kuveyt, Türkiye ile ciddi bir yakınlaşma içine girmiş gibi görünüyor. Diğer yandan ablukayı desteklemeyen ancak basında duruşunu Kuveyt kadar açık beyan etmekten kaçınan Umman da son bir sene içerisinde Türkiye ile daha aktif ilişkiler geliştirmeye başladı. 2017’de Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş farklı aralıklarla Umman’ı ziyaret ettiler. Çavuşoğlu’nun ziyaretinde, Umman Sultanı Qabus b. Said'in Erdoğan’ı ülkesine davet ettiğini bildiren mektup bakana iletildi. Ayrıca Umman İstanbul’da düzenlenen olağanüstü Kudüs zirvesinin her ikisine de yüksek düzeyde katılım gösterdi. Bu son gelişmeler ışığında Umman’ın aslında mesafe olarak uzak da olsa Türkiye ile daha yakın ve sıcak ilişkiler kurmak istediği ama bunu gözlerden uzak ve pragmatik olarak yürütmeye çalıştığı anlaşılıyor.
Kuveyt diplomasisinin yükselişi
Suudi Arabistan’ın BAE ile aynı eksende hareket etmesi, Katar krizinin halen ciddiyetini koruması ile bölgede kendini daha da yalnız hissetmeye başlayan Kuveyt'in daha aktif bir dış politika ve bölgesel krizlerin çözümünde nitelikli ve güvene dayalı bir diplomasi yürütmeye başladığı söylenebilir. Diğer yandan Umman ile dirsek temasını güçlendirerek, bu rolünü daha da belirgin hale getiren Kuveyt, yaşadığı dar coğrafyayı paylaştığı komşularından yeni bir düşman kazanmak istemiyor. Kurulduğu günden bu yana ağabeyi saydığı Suudi Arabistan’ın sert politikaları, Kuveyt’i endişeye sevk ederken, yeni bölgesel stratejik ortaklık arayışları, Kuveyt’in gündemine girmiş görünüyor.
Kuveyt’i 2006’dan beri yöneten Sabah el-Ahmed el-Cabir el Sabah bugün 90 yaşında. Halihazırda Körfez’de yaşça en büyük ve devlet tecrübesi en fazla, bir o kadar da saygı gören bir karakter olan Sabah, 2017’de patlak veren Körfez krizinde aktif olarak arabulucu rolü üstlendi. Sadece Kuveyt Emiri değil gerçekte Kuveyt diplomasisi, Arap Baharı ile başlayan gerilimli günlerde, Körfez emirlikleri arasında meydana gelen ihtilafların diyalog yolu ile çözülmesine yaptığı katkı ile adından daha fazla söz ettirmeye başladı. Kuveyt, Tunus, Mısır, Suriye, Libya olmak üzere, devrimlere doğrudan açık bir destek siyaseti izlemeyerek geride kalmayı tercih etti. Hatta Mısır darbesinde Suudi Arabistan’la birlikte hareket ederek Sisi darbesine göz yumdu. Kuveyt’i her Körfez ülkesi gibi endişelendiren ve bu şekilde davranmaya iten ana neden güvenlik endişeleri. Bu yüzden 2014’te Katar’a yönelik elçilerin çekilmesi ile yaşanan krizde de Kuveyt sağduyulu davranarak denge olmaya çalışmıştı. Umman ile Kuveyt’in söz konusu krizde elçilerini çekmedikleri hatırlanmalı. Kuveyt, 2015’te Yemen’de başlayan siyasi karışıklıkta da tarafları birden fazla kez Kuveyt’te ağırladı, siyasi çözüm için çaba sarfetti. Yine Şubat 2018’de Irak’ın yeniden imarı için düzenlenen konferans, Kuveyt’in ev sahipliğinde yapıldı, Körfezden Irak’ın imarı için en büyük ekonomik desteği veren de yine Kuveyt oldu.
Suudi Arabistan- BAE ittifakı nasıl okunmalı?
Son zamanlarda Suudi Arabistan ile BAE arasında ikili bir konseyin kuruluyor olması ile ilgili haberler dünya gündeminde oldukça fazla yer alıyor. Aslında Körfez ülkelerini bir araya getiren KİK halen faal olan bir kuruluş ancak son dönemlerde yaşanan gelişmelerde oldukça pasif ve işlevsiz kalması sebebiyle bölgedeki yeni arayışlara dair haberler özellikle dikkat çekiyor. Bu açıdan bakıldığında BAE-Suudi ittifakı ya da konseyi yeni bir teşebbüs gibi algılansa da iki ülke arasında kurulması düşünülen meclis, Katar krizi öncesine dayanıyor. İki ülke arasında 2016 Mayıs’ta Kral Selman b. Abdülaziz ile BAE Başkanı Halife b. Zayid el Nahyan arasındaki toplantıda ikili bir konsey kurulması kararı alınmış ancak bu ikili konseyin çalışma içeriği ile ilgili basına ayrıntı açıklama yapılmamıştı. Doğal olarak Körfez krizi sonrası bu ittifakın içeriği, kamuoyunda merak uyandırdı. Nitekim Katar krizi sonrası 2017 Aralık’ta ittifak ile ilgili ilk açıklamalar gelmeye başladığında bunun genişletişmiş bir ikili ticari konsey olduğu daha da netlik kazandı. Arkasından 2018 Haziran’da Suudi- BAE konseyi ilk toplantısını Cidde’de gerçekleştirdiğini ilan etti. Toplantıda 44 proje üzerinde 20 anlaşma imzalandı. Bu ikili ittifak ticari, askeri alanları kapsayan bir ittifak gibi görünse de KİK'ten ayrı olarak iki ülke arasında gerçekleşmesi dikkat çekici. Fakat Suudi Arabistan ve BAE açısından değerlendirildiğinde bölgesel gelişmeler doğrultusunda iki ülkenin ortak çıkarlarına hizmet eden işlevsel bir konsey olacağı daha makul bir yorum olabilir. Zira KİK’in dağılma ihtimali üzerine kurulmuş bir konsey olarak düşünülmüş olsaydı o zaman bu konseye Bahreyn ve belki de Kuveyt de dahil edilebilirdi. BAE-Suud ittifakı iki ülkenin bölgenin yakın süreçteki geleceğinde daha aktif olabilmek adına ticari ve askeri sahalarda ilişkilerini kuvvetlendirmek, projeleri hızlandırmak için devreye sokulmuş gibi görünüyor.
İki ülke arasındaki ilişkilere daha yakından bakılacak olursa, BAE, Suudi Arabistan’a ihracat yapan ilk on ülkeden biri. Suud’un ise BAE’de 10 milyar dolarlık yatırımı var. Bu yatırımlar şahıs bazlı değil doğrudan devlet yatırımları. Buna ilave olarak ülkede 2 bin 400 civarında Suudi kökenli şirket hizmet veriyor. Aynı şekilde BAE’nin de Suudi Arabistan’da farklı sektörlere dağılmış 9 milyar dolarlık yatırımı bulunuyor. Aslında bu ittifakı önemli kılan bir diğer husus halihazırda iki ülkeyi bir araya getiren ekonomik çıkarlarla birlikte bölgede yaşanan siyasi gerginlik ile tehdit algıları. BAE için Katar’ın siyasi temayülü öncelikli tehdit iken Suudi için ise tehlike İran. Bu iki ülke, Körfez’de değişim rüzgarlarını ekonomik kalkınma hamleleri ile aşabileceklerini öngörüyor ve bölgenin yeniden dizaynında İslami eğilimli yönetim şekillerinden uzak durarak Körfez'in bundan sonraki kaderini çizmek istemekteler. Bu gelişmeler ışığında, Körfez’in bu yeni ikilisinin dar bölgesel sınırları ticari/iktisadi başarı hamleleri ile aşmak gibi bir stratejik hedef koydukları söylenebilir. BAE Körfez’in finans merkezi olmada gösterdiği başarılı tecrübesini, Suudi Arabistan'da uygulamak istiyor olabilir. Nitekim Kızıldeniz sahillerinde kurulacak Kral Abdullah finans şehri, ikili ticari ilişkilerin gelişmesine fırsat tanıyan en önemli projelerden biri. Halen devam eden bu proje için Suudi- BAE şirketleri arasında ciddi iş birlikleri yapılmıştı. Ayrıca yakın geçmişte iki ülke arasında havayolu uçuşları artırılmış, haftalık sefer sayısı 86’ya yükseltilmişti.
Körfez'de oluşan yeni dengeler
Kuveyt’in mali kriz içindeki Ürdün’e verdiği ekonomik destek başta olmak üzere, Katar krizinde gösterdiği arabulucu rolü, dahası Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Filistin meselesini tartışmaya açarak Filistinliler ile ilgili uluslararası destek almaya çalışan Kuveyt’in tüm bu çabaları, artık bazı meselelerin çözümünde KİK’ten bağımsız olarak hareket ettiği şeklinde yorumlanabilir. Bu anlamda Filistin meselesindeki çabaları, Ürdün’e ekonomik yardım, Türkiye ile ilişkiler gibi konularda hemen hemen aynı çizgide olan Kuveyt ile Katar için, Suudi- BAE ittifakı karşısında, ismi konulmamış bir Katar- Kuveyt ittifakından söz etmek çok da abartı olmayacak. Hatta bu ittifaka Umman Sultanlığını eklemek de pekâlâ mümkün görünüyor. Zira bu üç ülkenin dağılması muhtemel olan KİK’ten sonra orta ve uzun vadede gerek siyasi gerekse stratejik birçok konuda görüş birliği içinde olduğu herkesçe bilinen bir durum.
Katar ablukasından sonra krizin çözümü için Körfez’de ziyaret ettiği ülkeler haricinde, ABD’yi de ziyaret eden Şeyh Sabah, ABD Başkanı Trump ile düzenlediği ortak basın toplantısında, ülkesinin arabuluculuk faaliyetinin yaşanan kriz döneminde son derece önemli olduğunu ve bu diplomatik girişimlerin Katar’a askeri müdahalenin önüne geçtiğini ifade etmişti. Gerek Ürdün konusunda attığı adımlar gerekse Güvenlik Konseyi'inde yürüttüğü diplomasi trafiğine bakıldığında Kuveyt’in işlevsiz kalan KİK’ten ayrı olarak bağımsız bir siyaset izlemeye başladığını söylemek mümkün.
Ayrıca Kuveyt Emiri, Katar krizi sonrasında ABD ziyaretinin akabinde, Türkiye’yi ziyaret etti ve askeri sahada bazı anlaşmalar imzalandı. Tam burada belirmek gerekir ki, Kuveyt diğer Körfez ülkeleri gibi ABD ile stratejik ortak olsa da Suudi Arabistan ve BAE kadar bölgesel birliği rafa kaldıracak seviyede sert siyasi çıkışlardan özellikle kaçınıyor. Ayrıca Körfez’de yaşanan son gelişmeler özelinde, bölgenin son beş senesine bakıldığında Kuveyt ile Türkiye arasında siyasi ve ticari ilişkiler olumlu yönde ivme kazandı. Kuveyt bugün Türkiye’de yatırımı en yüksek Körfez ülkeleri sıralamasında ilk sıralara yükselirken, yeni Kuveyt havaalanı inşasının bir Türk firması tarafından üstlenilmiş olması gelişen ilişkikerin diğer bir göstergesi.
Körfez’de bugün gözler Suudi Arabistan’a çevrilmiş durumda. Genç veliaht Muhammed b. Selman’ın aktif olarak ülke idaresini devraldığı günden itibaren ülke çok hızlı bir dönüşüme tanıklık ediyor. Veliahdın Katar ablukasından Yemen savaşına kadar BAE ile aynı çizgide hareket etmesi ve yakın zamanda bu ilişkiyi ikili bir konseyle tanımlaması Körfez teşkilatının miadını tamamladığı ve artık bölgede daha küçük çaplı oluşumlara gidildiği şeklinde yorumlanıyor. BAE- Suudi ittifakı karşısında yeni bir birlik düşüncesi yakın vadede başarılı bir girişim olmayacak gibi görünse de Körfez’in diğer ülkeleri Kuveyt, Umman ve Katar kendi aralarında adı konulmamış bir ittifak içinde yer alıyor. Meselenin belki de en önemli ayrıntısı her üç ülkenin, bölgesel güçlü müttefikinin Türkiye olması. Türkiye ise teşkilatın bekası için ölçülü bir siyaset izlerken, tüm Körfez ülkeleriyle ilişkilerini pragmatik olarak sürdürme arzusunda.