'Bölgede 20-30 yıl daha çok kan dökülecek'
"Parçalanmış Bir Dünyada Barış ve Güvenliği Yeniden Düşünmek" temasıyla TRT World Forum kapsamında düzenlenen "Düzen ve Kaos Arasında Bir Dünya: Birinci Cihan Harbinden 100 Yıl Sonra" oturumunda konuşan ABD'li Askeri Jeostratejist ve Wikistrat Baş Analisti Thomas PM Barnett, Ortadoğu'da birkaç yıl daha çok şiddet olacağını öngörerek "Bölgede birkaç 10 yıl daha çok şiddet olacak. Avrupa, inanılmaz bir şiddet geçirdi sakinleşene kadar. ABD öyle, Rusya'nın kendi deneyimleri oldu. Herhangi bir siyasi çözüm görmüyorum ufukta. Önümüzdeki 20-30 yıl daha çok kan dökülecek" dedi.
ABD'li Askeri Jeostratejist ve Wikistrat Baş Analisti Thomas PM Barnett, "Parçalanmış Bir Dünyada Barış ve Güvenliği Yeniden Düşünmek" temasıyla TRT World Forum kapsamında düzenlenen "Düzen ve Kaos Arasında Bir Dünya: Birinci Cihan Harbinden 100 Yıl Sonra" oturumunda çarpıcı açıklamalarda bulundu.Ortadoğu'da birkaç yıl daha çok şiddet olacağını öngören Barmett, şunları kaydetti:
"Bölgede birkaç 10 yıl daha çok şiddet olacak. Avrupa, inanılmaz bir şiddet geçirdi sakinleşene kadar. ABD öyle, Rusya'nın kendi deneyimleri oldu. Herhangi bir siyasi çözüm görmüyorum ufukta. Önümüzdeki 20-30 yıl daha çok kan dökülecek. Bölgedeki ülkeler artık bundan yoruldular. Diğerlerinin ne kadar gerisinde kaldıklarını gördükleri zaman, o zaman bölgesel entegrasyon planlarını yapabilirler."
Ortadoğu'da birkaç yıl daha çok şiddet olacağını öngören Barmett, şunları kaydetti:
"Bölgede birkaç 10 yıl daha çok şiddet olacak. Avrupa, inanılmaz bir şiddet geçirdi sakinleşene kadar. ABD öyle, Rusya'nın kendi deneyimleri oldu. Herhangi bir siyasi çözüm görmüyorum ufukta. Önümüzdeki 20-30 yıl daha çok kan dökülecek. Bölgedeki ülkeler artık bundan yoruldular. Diğerlerinin ne kadar gerisinde kaldıklarını gördükleri zaman, o zaman bölgesel entegrasyon planlarını yapabilirler."
Barnett, ABD'nin 19. yüzyılın ikinci yarısındaki deneyimine dayanarak devletler arasındaki entegrasyonu 2. Dünya Savaşı'ndan sonra tüm dünyada uygulayabileceğini, bu entegrasyon modelinin 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıktığını anlattı.
Bu entegrasyona ilk başlarda "liberal uluslararası ticaret düzeni" dediklerini ama artık "Globalizasyon" dediklerini ifade eden Barnett, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu model henüz dünyanın bütün ülkelerine girmedi. Mesela yüzde 90 şiddet gördüğünü, terörist kuvvetlerin olduğu yerler, açlıkların, politik istikrarsızlığın olduğu, 2-3 yılda bir liderlerin çıktığı ülkeler. Yani iş henüz bitmedi, o modeli tam olarak tüm dünyada yaymak açısından ve her yerde gördüğümüz istikrarı yaratmak açısından. Bu düzensiz bir dünyada yaşıyoruz, çok parçalanmış bir dünyada, belirsiz bir dünyada, karmaşık, sonu gelmeyen şiddet... Bu saçmalık aslında, böyle düşünmek bunu. İstatistiklere bakarsanız hiç görülmemiş bir refah yaşıyoruz. Daha az savaş var. Daha kısa sürüyor bu savaşlar. Kişi başına fatalite insan tarihinde görülmemiş kadar düşük, yani öyle bir dünyada yaşıyoruz ki hiç olmadığı kadar stabil bu dünya. Şimdi önümüzdeki zorluklar bu düşündüğümüz çatışmalarla alakalı değil. Bu global orta sınıfın ortaya çıkması ve tüketim açlığından kaynaklanıyor."
Barnett, Trump doktrini ile ilgili şöyle konuştu:
"ABD her zaman global bir düzen kurmaya çalışmıştır ve kolektif olarak bu kendi kendini yönetsin istemiştir. Globalizasyonun kurulları vardır ama hükümdarı yoktur. Amerika biraz sınırı aştı, 11 Eylül terör saldırısında, birkaç kere çok dramatik tedbirler aldı aynı anda. Askeriyeye aldı ki devletleri yok etmeye çalışmak işte organize olmuştu bu halbuki onu aldı global oyunculara karşı kullandı. Çok pahalı oldu, çok kan döküldü, kontrol edilmesi zor oldu. Obama hükümeti geldiğinde o çatışmaya bütün askerleri gönderip 'bu oyuncularla mücadele edin' demek yerine, küçüldük gücümüzü şimdi dünyada özel kuvvetlerle savaşıyoruz, yani simetri getirdik çabalarımıza. Bu doğaldı, mantıklı geldi. Trump geldi sonra, öyle bir noktada geldi ki Amerika globalizasyona bir tehdit olarak bakmaya başlamıştı. Yardımcı olmuyordu, global zenginliğe. Hani ABD'nin şöyle demesi biraz ilginç, 'Her ülkeyle ilişkimizi gözden geçireceğiz.' Ama şöyle bir arzu var, bu Amerikan izolasyonizminin dibinde. Külfetlerini, yüklerini üzerinden atmak istiyor, 'Artık dünya bir sistem olarak olgunlaştı. Artık biz dünyayı yönetmeye çalışmayalım' diyor. Amerika'nın tarihinde orta sınıf tehdit altında hissettiğinde kendini, kendi içine döner ABD. Politik sistemini içine döndürür, korumacılık, etnik kimliği yenilemek gibi. İşte o dönemlerden birinden geçiyoruz."
ABD'nin dünya ile ilişkisini gözden geçirmesinin yeni olmadığını, bu talebin uzun süredir oluştuğunu ifade eden Barnett, sözlerini şöyle tamamladı:
"Dünya ile ilişkimizi bir şekilde dengelememiz lazım. Dünyanın diğer güçleri de dünyayı yönetebilir. Çok fazla heyecanlanmamak lazım bu tarz rekabet yüzünden, Rusya, Çin, ABD ve diğer büyük güçler arasında, 'sistemin kuralları ne olacak' diye karar verme. Trump'un taktikleri kötü oluyor, hedefleri doğru olsa bile sanıyorum çok daha iyi yapılabilir bazı şeyler. Herhalde birkaç seçim değişikliğinden sonra, 3 hafta içinde bir seçim daha olacak ABD'de 2020'de de sanıyorum bir seçim olacak. Amerika'nın dünyaya yaklaşımı konusunda çok kalıcı bir fark yaratmayacaktır Trump."
"ÇATIŞMA İÇİNDE OLAN GÜÇLER BİR ARAYA GELDİ"
SOAS Üniversitesi Siyaset Bilimi Uzmanı Prof. Dr. William Hale, "İnanılmaz bir hayal gücüne dayanan ve iddialı bir plan geliştirdiler, daha önceki Osmanlı toprakları için. Bu toprakların Osmanlı İmparatorluğunun eski toprakları olmasını umuyorlardı. Bir dizi farklı çatışma içinde olan güç bir araya geldi." dedi.
Hale, Anadolu Ajansı'nın (AA) global iletişim ortağı olduğu, "Parçalanmış Bir Dünyada Barış ve Güvenliği Yeniden Düşünmek" temasıyla Swiss Hotel The Bosphorus'ta düzenlenen TRT World Forum kapsamında düzenlenen TRT World sunucusu Gihida Fakhry'nin yönettiği, "Düzen ve Kaos Arasında Bir Dünya: Birinci Cihan Harbinden 100 Yıl Sonra" oturumunda, 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşmasının, pazarlıklardan sadece biri olduğunu vurguladı.
Birinci Dünya Savaşı döneminde anlaşmalar yapıldığında kimsenin savaşı kazanıp kazanmayacağını bilmediğini, ne olacağını tahmin edemediğini aktaran Hale, şöyle konuştu:
"İnanılmaz bir hayal gücüne dayanan ve iddialı bir plan geliştirdiler, daha önceki Osmanlı toprakları için. Bu toprakların Osmanlı İmparatorluğunun eski toprakları olmasını umuyorlardı. Bir dizi farklı çatışma içinde olan güç bir araya geldi. Bir askeri güç vardı Arap ülkelerinde o dönemde İngilizlerin etkisi vardı, hakim olan, egemen olan, askeri gücü olan ama buna ilaveten bir de Fransız gücü vardı. Fransızlar da daha askeri birliklere sahipti o ülkelerde. Bir yandan da Fransa'nın Almanya'ya karşı savaştığı, bu yüzden de bir ödülü hak ettiği düşünülüyordu. Bir yandan da Sykes-Picot Anlaşması vardı. 1917 yılı Ekim Devrimi'ne kadar Rusya da Ortadoğu'da bir güçtü ama 1917'den sonra Rusya tablodan çıktı. Siyonistler de çok önemli bir faktördü."
Hale, Ortadoğu'da bu farklı güçlerin korkunç bir şekilde bölünmüş, parçalanmış bir Ortadoğu oluşturduklarını ifade ederek, halen bölgede çatışma tiyatrolarının olduğunu söyledi.
İsrail-Filistinli halk arasındaki 1948 yılından beri devam eden ilk çatışmanın halen devam ettiğini ve ABD'nin bu çatışmada çok önemli bir rol oynadığını vurgulayan Hale, "İkinci çatışma Suriye'deki mevcut çatışma. Burada dominant güç artık Rusya. Suriye'de görmüş olduğumuz şey inanılmaz bir azalma ABD gücü konusunda, bölgede 2012'den beri. Hem Obama hükümetinin hem Trump hükümetinin bu çatışmada önemli bir rolü olmuştur. Üçüncü çatışma tiyatrosu körfez bölgesi. Bu da İran ve Suudi Arabistan arasındaki çatışma. Hem Rusya hem de ABD itici güçler olarak burada karşımıza çıkıyor." diye konuştu.
"SURİYE'DE İNSAN HAKLARINI KORUYAN TÜRKİYE OLMUŞTUR"
İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan, insan hakları ihlalleri konusunda Türkiye'ye yönelik eleştirilere ilişkin, "Bu eleştiriler haksız eleştirilerdir. Örneğin Suriye krizinde takınılan tavra bakalım. Burada insan haklarını koruyan Türkiye olmuştur. Savaştan kaçan mağdurları ülkesine almayan ülkeler için, insan haklarını koruyor denemez." dedi.
Arslan, Anadolu Ajansı'nın (AA) Global İletişim Ortağı olduğu, "Parçalanmış Bir Dünyada Barış ve Güvenliği Yeniden Düşünmek" temasıyla Swiss Hotel The Bosphorus'ta düzenlenen TRT World Forum'da AA muhabirine yaptığı açıklamada, dünyanın insan hakları konusunda sınıfta kaldığını ve bir kriz yaşandığını dile getirdi.
TRT World Forum'da, 1918'den 2018'e 100 yıllık sürecin de gözden geçirildiğini, bölgelerdeki gelişmelerin incelendiğini belirten Arslan, AB, güneyden gelen dalga, insan haklarında yaşanan krizler, ülkelerin rolleri, ABD'nin icraatları, Türkiye'nin çıkışlarının bu forumda mercek altına alındığını ifade etti.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı'nın yerine diğer devletlerin daha etkin olarak geçmesi ve daha sonra BM döneminde dünyada yeni bir düzenin kurulmak istendiğini, barış, insan hakları, özgürlüklerin yükselen değerler olacağı bir dünya vizyonu ile hareket edildiğini dile getiren Arslan, gelinen noktada kimsenin memnun olmadığı bir dünya ile karşı karşıya olunduğunu vurguladı.
"Temel sorun bence biz ahlakı kaybettik"
Bu dünya düzeninin tekrar, en azından BM çatısı altında yeniden gözden geçirilmesi ve yeni aktörlerin, en çok da insan hakları ihlallerinin bulunduğu İslam dünyasının temsilcileriyle kuvvetlendirilmesi gerektiğini aktaran Arslan, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu noktada dünya nerede buna bakmamız lazım. Temel sorun bence biz ahlakı kaybettik. Hem devletlerin hem de insanların kendini tekrar gözden geçirmesi lazım. Bugün idealler, değerler söylem düzeyinde kalıyor, icraata geçmiyor. Bir samimiyet sorunu ve tutarsızlık var. Menfaatler, güç arayışları, üstünlük çabaları öne geçiyor, hırslar, kontrol edilemeyen egolar dünyayı perişan ediyor.
Liderlerin çıkışları çok büyük sorumluluk gerektiriyor. ABD'nin liderlik rolü dünyayı çok etkiliyor. Ama politik üstünlüklerin sürdürülebilir olması, içinde barındırdığı insani değerlerin de sürdürülebilir olmasına bağlıdır. Siz bunlardan taviz verdiğiniz zaman politik üstünlüğünüz de kaybolmaya başlar."
"İnsan hakları konusunda eğitim noksanlığı var"
Arslan, ihlalin kaynağının güç sahibi devletler tarafından korunduğunu, burada nüfus üstünlüğü sağlanmaya çalışıldığını belirtti.
İnsan hakları konusunda eğitim noksanlığı olduğunu ifade eden Arslan, "Çifte standartların fazlaca olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunun aşılması gerekiyor." dedi.
İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun, kurumsallaşma çalışmalarının devam ettiğini dile getiren Arslan, "İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesiyle ilgili her alanda çalışmak durumundayız. Aynı zamanda vatandaşlarımıza yönelik ayrımcılığın önlenmesiyle mücadele etmek durumundayız. İşkence ve kötü muamele olmaması için önleyici çalışmalarımız da söz konusu." diye konuştu.
Arslan, ilerleyen dönemde gerek Türkiye gerekse diğer ülkelerdeki vatandaşlar ve insanlara karşı yapılan insan hakları ihlalleri ve ayrımcılıkların izlenmesi yönünde çalışmaları olacağını belirtti.
"Bu eleştiriler haksız eleştirilerdir"
İnsan hakları ihlalleri konusunda Türkiye'ye yönelik eleştirilere ilişkin değerlendirmede bulunan Arslan, şunları kaydetti:
"Bu eleştiriler haksız eleştirilerdir. Dünya eleştiri yapmakta haklıdır ama tek taraflı eleştiri yapmakta haksızdır. Kendisini de eleştirmesi gerekir. Örneğin Suriye krizinde takınılan tavra bakalım. Burada insan haklarını koruyan Türkiye olmuştur. Savaştan kaçan mağdurları ülkesine almayan ülkeler için, insan haklarını koruyor denemez. Maddi desteği bile esirgeyen devletler, insan haklarını koruyor denemez. İnsanlar denizlere dökülürken, yaşam hakkı ayaklar altına alınırken, savaşlarda canlar verilirken, insan haklarını koruduğunu söyleyemez hiçbir devlet ve bundan dolayı da Türkiye'ye hesap soramaz, öyle bir baskı uygulayamaz."
Burada büyük fotoğrafa bakılması gerektiğini ifade eden Arslan, şu değerlendirmede bulundu:
"Türkiye, Avrupa, Amerika, Rusya ne yapıyor? Kendi vatandaşlarına ne yapıyor? Samimi mi? Herkese aynı şekilde mi davranıyor? Büyük fotoğrafın içinde baktığımız zaman Türkiye'nin büyük bir gayret sarf ettiğini söyleyebiliriz. Yapılan ayrımcılığı, yükselen ırkçılığı, İslamofobiyi, yabancı düşmanlığını dikkate aldığımızda Avrupa'nın birçok sorunla karşı karşıya olduğunu germemiz mümkün. Avrupa'da kaybolan Suriyeli çocuklar, başlı başına bir olaydır. Ne biz Avrupa'nın bizi eleştirmesiyle bir yere varabiliriz ne de biz Avrupa'yı eleştirerek bir yere varabiliriz. Eğer gerçekten medeni bir dünya kurmak istiyorsak, birlikte art niyetleri ve çifte standartları bir tarafa bırakarak, samimi bir şekilde nasıl sürdürülebilir insani değerleri yükseltebilir politikalar geliştirebiliriz, buna bakmamız lazım."