'Zaman varken inada devam'
Mehmet Erdem, Vodafone FreeZone dergisine hem yeni albümü ‘Hiç Konuşmadan’ı, hem de hayatını ve hayallerini anlattı. Erdem, müzikte de hayatta da zamana karşı inatçı olmaktan yana sergilediği tavrıyla doğru bildiğinde inat ediyor...
Albümün ismini nasıl seçtiniz?
‘Hiç Konuşmadan’da “Müzikal olarak anlaşabiliriz” demek istiyoruz. İnsanları iç dünyasına döndüren bir şey yapmaya çalışıyoruz. Evde tek başınayken, hiç konuşmadan dinleyebileceğin bir albüm, bir iç yolculuğa çıkmak, belki hiç konuşmadan...
Şarkı sözlerinize baktığımızda konuşmakla susmak arasında gidip gelen bir durum varmış gibi gözüküyor. İstediğiniz her şeyi söyleyebiliyor musunuz?
Söyleyemiyoruz tabii. Söz yazmak konusunda ben kendimi daha yeni yeni yetiştiriyorum. Ben daha çok enstrümancıyım, besteciyim. Söz yazmak daha zor bir zanaat. Çünkü söylemek istediğini çok kısa bir zamanda çok az cümleyle anlatmak zorundasın. Bir de geri alamayacağın bir şeyden bahsediyoruz. Bir laf söylüyorsun ve o senelerce kalıyor, değiştirilemiyor.
Şarkılarınızda bir hüzün havası var ama biraz Leyla ile Mecnun dizisindeki gibi. Gülüyoruz gülüyoruz sonra içimize çöküyor son dakikada.
Hayat biraz öyle. 24 saat boyunca hüzünlü de olamayız. İnsan ara ara üzülüyor ara ara seviniyor. Bizim albümler de onun gibi. İki şarkı çok hüzünlü veya melankolik duruyorsa biraz sonra “Hadi bakalım atalım şu üzerimizdeki ölü toprağını” şeklinde bir parça oluyor. Çünkü biz hiçbir duygudan kaçmıyoruz... Hepimizin içinde unutmadığımız üzüntülerimiz var ama hayat da devam ediyor.
‘Gün içinde 5 vakit makam var’
Konserlerinize gelen gençler çok da Alaturka sevdalısı insanlar değiller aslında. Nereden geliyor bu makam aşkı sizce?
“Ben bu arabesktir şu da şudur” tadındaki çizgilere pek inanmıyorum. Türkiye’deki her müziğin içinde, tutan parçaların hepsinde biraz Alaturka vardır. Bak şimdi Ezan okunmaya başlandı. Gün içerisinde 5 vakit makamlı bir şey duyuyorsun. Bunu çocukluğundan beri duyuyorsun. E bu ister istemez insanın içinde makam hissiyatı oluşturuyor. Mesela ezanlar hicaz mekamında okunuyor, saba makamında okunuyor, kürdi makamında okunuyor. Türkiye’de tutan şarkılarda ağarlıklı bu makamlar vardır. Çünkü insanların kulaklarına oturuyor bu ister istemez. Anadolu’nun kendisi komple bir geçiş bölgesi. Yüzyıllar boyu geçiş yeri olduğu için biz her türlü şey duymuşuz ister istemez. Koroları da duymuşuz, ilahileri de duymuşuz, rock da var burada caz da...
Bu şarkılarınıza nasıl yansıyor?
Mesela albümdeki Aşkımız Bitecek çok neşeli bir düğün havasında. Sözler aslında tam tersini söylerken tezat bir durum yaratıyoruz.
‘Ortak acılardan besleniyoruz...’
Şarkıda dediğiniz gibi sizce “Acıyı sevmek olur mu?”
İnsanın hayatında acılar olacak. Bu vazgeçilmez bir şey. Bunlardan ders alıp, bunlarla beslenip iyiye bakmak lazım. Öyle salya sümük bir acıdan bahsetmiyoruz, besleyici bir acıdan bahsediyoruz. İnsanlığın ortak acısı... Herkesin yaşadığı acılar.
‘Sen Kimsin’ şarkısında ‘’Ben değilmişim bizmişiz’’ diyorsunuz. Onun gibi mi?
Evet. Hiç kimse kendisini o kadar yalnız hissetmesin bence. Güçlüyüz, birbirimizi tolere ettiğimiz kadar, birbirimizi karşılıklı anladığımız, anlaştığımız kadar karşılıklı güçleniyoruz, büyüyoruz. Herkes birbirini dinlemediği için biraz sıkıntı oluyor. Karşı tarafı tam anlayabilsek zaten, barışçıl şekilde çözebiliriz.
Mümkün mü bu gerçekten peki?
Bence mümkün. Ben çok farklı insan gruplarıyla muhatabım. Her fikirden, camiadan insanlar tanıyorum. Hepsiyle anlaşabiliyorum bir şekilde. Çünkü ben anlaşmadığım noktalara değil anlaştığım noktalara yoğunlaşmaya çalışıyorum. Olumluluklardan beslenmek lazım. Olumsuzluklardan değil.
- Son okuduğunuz kitap?
Chuck Palahniuk’un Ninniler’i.
- Son aldığınız albüm?
Rubatu. Özer Arkun, Göksun Çavdar, Fatih Ahıskalı, Eren Gökalp. Dört kişiden oluşan yarı enstrümental bir albüm.
- Onsuz asla olmaz dediğiniz şey?
Enstrümanlarım. Çünkü sıkılmamanı sağlıyorlar. Kendi kendime evdeyken vakit geçirebildiğim şeyler onlar. Kendi kendine konuşuyormuş gibi oluyorsun. Sessiz bir şekilde.
‘Dimdiğiz devam ediyoruz’
Hayata karşı tavrınız nasıl? Kaderci misiniz?
Kaderciyim ama teslimiyetçi değilim. Hiçbir şeyin tesadüf olduğuna inanmıyorum. Sonuçta insan istediği bir şeye gönül verince, inat edince başarabileceğini düşünüyorum. Bu öyle körü körüne bir kadercilik değil. Tabii ki olumsuz şeyler olabilir. Bunlara insanın hazır olması gerektiğini düşünüyorum. Tam tersine yıkılmadık ayaktayız, dimdiğiz devam ediyoruz. Nietzsche’nin bir sözü vardır hani: ‘’Öldürmeyen şey güçlendirir’’ diye. Bizde de ‘’Allah kuluna kaldıramayacağı yük vermez’’ derler.
20’li yaşlarınızda‘’Keşke şunu da yapsaydım’’ ya da ‘’Keşke şunu hiç yapmasaydım’’ dediğiniz neler var?
İnsan yaşı biraz daha ilerleyince o yaşlardaki boş zamanlarını daha iyi değerlendirmesi gerektiğini dşünüyor. Enstrümanlara çalıştım ama daha çok çalışabilir miydim? Evet. Mesela bir dil daha öğrense miydim? Evet iyi olurdu. Daha çok okusa mıydım? Evet daha çok okusaydım, beslenseydim. Bunları hep insan geri dönüp düşünüyor.” İyi ki yaptım” dediğim şeyler de var. Mesela iyi ki müzikte inat etmişim. “Bu hep böyle mi olacak? Ne zaman düze çıkarız?” diye de düşündük ama inat ettik. Doğru bildiğinde inat edersen olacağına inanıyorum ben aslında. İradeli olmak lazım bu konuda. Türkiye’de bu çok vasat var. Vasat olmak hiçbir şeyi çözmüyor. Ömrü billah öyle gidiliyor. Bir bakmışsın 60 yaşına gelmişsin. O zaman geri dönüp hayıflanacak bir imkanın da olmaz. Zaman varken inada devam.