Yılmaz Erdoğan VATAN"a konuştu
İyi baba bebeğin gazını almasından belli olur ben de bunu çok iyi yapıyorum
İlk çocuğunuz sanırım planlı değildi. Kızınıza yazdığınız şiirde “Habersiz geldin kusura bakma... Ortalık biraz dağınıktı” demişsiniz.
Ortalık hem de ne dağınıktı. 94 yılı... Borç harç BKM’yi kuruyordum. “Bir Demet Tiyatro” yeni başlamıştı. Üstüne karımın hamile olduğunu öğrendim. Benim için çok karışık zamanlardı. Ya batacak, ya çıkacaktım. Çıktım.
“Kendime bakamıyorum, ona nasıl bakacağım” dediniz mi?
Dedim tabii. 27 yaşındaydım. Henüz tam olmamıştım, olgunlaşmamıştım. Hayat mücadelesi veren bir gençtim. Tüm amacım meslek hayatımda ilerlemekti. Yaşamadan baba olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemezsiniz. Ben de Berfin’de bilmiyordum. O bilinmezliğin verdiği korku ve endişe çok büyüktü. Maddi sıkıntı da cabası. Berfin’in hastane masraflarını borç alarak ödemiştik, mesela...
24 yaşında evlendim, üç yıl birlikte olduk çocuk yaptık üç yıl sonra da boşandık
Peki nasıl bir baba oldunuz? Gerçekten beraber mi büyüdünüz?
Berfin doğduğunda şöyle hissettim: “Ya biz bir kabahat işledik. Sorumlusu aslında iki kişi. Ama cezayı anne çekiyor.” İstemeden dışında kaldım bu sürecin. Suçluluk duygum çok fazlaydı. “Daha çok şey hissetmem lazım. Bu benim çocuğum. Niye hissetmiyorum?” diye soruyordum kendi kendime... Hatta Sanem (ilk eşi) bana fırça atmıştı: “Senin yüzünden oldu bu çocuk” demişti. Baktım elimden fazla bir şey gelmiyor, ben de annenin ve çocuğun güvenliğinden sorumlu olmak gibi bir görev edindim. Eve yemek getiriyordum, ihtiyaçlarını karşılıyordum. Sonra Berfin 3-4 aylıkken, benim sesime tepki verdi. Bana döndü ve gözüme baktı. İşte o an baba olduğumu anladım. Duygulandım ve o duyguları ifade edebilmek için bahsettiğin şiiri yazdım.
Neşeli Hayat’taki Rıza karakteri, hayatınızın herhangi bir bölümünü yansıtıyor mu?
42 yaşındayım ve hayatımın yarısını küçük mahallelerde yaşayarak geçirdim. Hakkari doğumluyum. Eğitim için Ankara’ya geldiğimde babam memur maaşının yarısını bana yolluyordu. Yani bilirim geçim derdini... Bu yazarlık adına çok büyük bir artı. Rıza’yı, yaşadığı mahalleyi kurgulamamda faydası oldu. Ama Rıza yoksul değil, yoksun biri. Hak ettiği şeyi alamayan bir tip. Benden farklı.
Ya ilk evlilik. Nerede başladı, nasıl bitti?
TRT 2’de Umut Taksi dizisinde oynuyorduk. Sanem orada benim oynadığım karakterin sevgilisi rolündeydi. 3 yıl birlikte olduk, evlendik, çocuk yaptık, 3 yıl sonra da boşandık. 24 yaşında evlendim. Geleneksel aile yapısına göre erken değil, ama şimdi dönüp baktığımda erken tabii... Zaten hayatının ilk 20 yılında olaylar senin başına geliyor, ikinci 20 yılında olayları sen kuruyorsun, kontrolü ele alıyorsun.
Belçim’le aramda 16 yaş fark var ve bu olağanüstü bir şey!
Belçim? İlk görüşte aşk mı?
Öyle... Mesleğimi seviyorum gerçekten. İlk karımı da, ikincisini de sahnede tanıdım. “Bana Bir Şeyhler Oluyor” oyunun Ankara turnesindeydik. Sahneden, izleyiciler arasından gördüm Belçim’i... Arada ekibe dedim ki “Arkadaşlar, 1’inci sırada A3’te bir şey parlıyor. Gördünüz mü?” Meğer oyuncu arkadaşlardan birinin yeğeniymiş. Onun vasıtasıyla oyun bittikten sonra kulise geldi. Tiyatrocu olmak istiyormuş. Bir de bana “Yılmaz Abi” dedi. Bir bozuldum. Dedim ki “Şu anki sevgilim senden 1 yaş küçük. Lütfen öyle abi, mabi demeyelim.”
Kaç yaş var aranızda?
16.
İyiymiş vallahi. Sorun olmuyor mu?
Ne sorunu? Avantaj resmen. Aynı pişti oyunu gibi. Piştide 151 olunca oyun biter ama aradaki fark 16’dan azsa, oyun uzar, maç bitmez, sonuca varmaz. O hesap. Bu yaş farkı olağanüstü bir şeymiş.
Evliliğimizde de usta çırak ilişkisi var, çekişme yok
Eee o kadar yaşanmışlık farkı var arada. Bir yerde patlamıyor mu bu?
Bizim evliliğimizde de, aynı meslek hayatımızda olduğu gibi usta çırak ilişkisi var. İktidar mücadelesi yok, öğrenme ve öğretme süreci var bizde. İnsanlar sevişince nedense eşitleniyor. Ama eşitlik zannedildiği kadar iyi bir şey değil. İki tarafa da haksızlık.
Şahane vallahi... Kocam bayılacak bu laflara. Ustası olabileceği genç bir kadın arayacak şimdi!
Tabii ki kendisi de öğrenmekte olan bir ustadan bahsediyorum. Yoksa “Sen bilmem nereden gelirken, biz oralardan dönüyorduk” tarzı hoş değil. Başöğretmenlik taslamadan onu beslemeye çalışıyorum. Ben de onun gençliğinden, heyecanından besleniyorum.
Kahkahası muhteşemdi aşık oldum ve evlendim
Peki sonra ne oldu? Nasıl tavladınız o parlayan yıldızı?
Oyuncu olmak istediği için “İstanbul’a gel. İşte bizim atölye var. Orada derslere başlarsın” dedim. Yani gerçekten de öyle... Geldi. Yaşı da 19. Ben de... 35. Vay be! Bizim de ciddi ciddi bir geçmişimiz olmuş. Neyse, aramızda müthiş bir elektrik ve pozitif enerji var. Çok güzel bir kadın. Kahkahası olağanüstü... Aşık oldum. Dedim ki “Bu eğer kalıcı bir şeyse, şu ana mahsus değilse, yani sen böyle bir kadınsan, biz seninle flört mlört edemeyiz. Evleniriz, olsa olsa...” Ama tabii kızın yaşı küçük. Benim de evlilik gündemimde yok. O arada Belçim Fransa’ya, eğitime gitmeye karar verdi. Hep haberleştik, telefonlaştık. Karşılıklı “Ben seni hiç unutmadım, unutmuyorum. Hareketlerine dikkat et!” çerçevesinde bir 3 yıl geçti. Sonunda geldi. Ailesinden gizli beraber bir tatile gittik. Emin oldum. “Sen de hâlâ istiyorsan şimdi evlenebiliriz?” dedim ve evlendik.
Şairler beklenenin aksine pek romantik olmaz
Karınıza, sevgililerinize yüzlerce şiir yazmış bir adamsınız. Peki romantik misiniz?
Şairler beklenenin aksine pek romantik olmaz. Öyle doğum günlerini, özel günleri filan unuturum. Ama şansa hatırlarsam romantik hediye alırım bak. O konuda iyiyimdir.
Yok hediyeyi filan değil de... Anı kastediyorum. Mesela evde karınıza şiir okur musunuz? Tabii “Şöyle bir şey yazdım. Nasıl olmuş?” şeklinde değil. Gözünün içine bakarak.
Okurum doğrusu... Hissettiklerimi şiirle daha rahat ifade eden biriyim. Ancak benim şiir okumam, pek romantik bir sevgilinin şiir okumasına benzemez. Yine de, Belçim çok duygulanır. Karşılıklı çok gözyaşı dökmüşüzdür.
Peki karınıza yazdığınız şiirler...
Son kitabımı Belçim’e ithaf ettim zaten. “Sahiler düş, düşler sahi...” İçindeki tüm şiirler onun için yazılmıştır.
Bazı aşklar biliyorum onlar evliliği öldürüyor
Karınız bir yerde “Aşkın ömrü 3 yılsa çok üzülürüm” demiş. Kaç yıl aşkın ömrü?
Yok ya... Yalan o. Ömrü yok aşkın. Birbirinizi hâlâ güldürüyorsanız, çekici buluyorsanız, kalabalıkta bir şey anlatırken hâlâ ona hitaben anlatıyorsanız (üstelik o hikâyeyi bilse bile... ), saygı duyuyorsanız, aşk hâlâ devam ediyordur. Ama tabii aşkı sürdürmek kolay değil.
Değil tabii. Üstelik, “Evlilik aşkı öldürür” derler.
Ya bazı aşklar biliyorum, onlar evliliği öldürüyor. Bu laflar işimize geliyor. Çünkü sıkılıyoruz bir süre sonra birbirimizden. Kavga etmeye, hakaret etmeye başlıyoruz. İlişkideki her kavga bir öncekini kapsıyor. Diyelim ki sudan bir sebepten tartıştınız. Sorun değil. Ama ikincisinde yaşıyor o kavga. Öyle öyle saygı kayboluyor. Birlikte çoğalmak istediğiniz birine küfür etmeye başladınız mı, aşkı bitiriyorsunuz demektir. Evli olsanız da, olmasanız da... Artık birbirinize baktığınızda birbirinizin karanlık yönlerini görmeye başlarsınız. Karşılıklı nezaket şart. Gerisi tıraş. Tabii evlilik öncesi röportajlarıma bakarsanız, bambaşka şeyler söylemiş olabilirim o zaman. Bana böyle düşündürten bir karım olduğu için şanslıyım.
Erkek evlilikten kaçma moduna girmez hep o moddadır, öyle doğar
Bir kez evlenenler genelde evlilikten kaçma moduna girer. Sevgili olmak varken, niye evlendiniz? Çocuk için mi?
Erkekler evlilikten kaçma moduna girmez, hep o moddadır. Öyle doğarlar. Özgürlüklerinin kısıtlanacağını düşünürler. Özgürlükten kastı onla bunla sevişme aslında... Bekarken hayatımızı bu seksist yaklaşım belirliyor. Gece kulübünde, orada burada biriyle tanışırsın, sevişirsin, yoluna devam edersin. Zannedersin ki hayatın özü budur. E değildir. Ömrümde seviştiğim bütün dakikaları üst üste eklesen üç günü tutmaz. Hadi hazzıyla keyfiyle, maksimum bir hafta diyelim. Eeee, sonra? Geri kalan zamanında ne yapacaksın?
Yani çocuk için evlenmediniz?
Hayır, onun için evlendim. Onunla bir yaşam kurmak, hayatı paylaşmak için evlendim. Belçim bana birlikte bir hayat kurabileceğimiz fikrini çok hızlı verdi. Ani de bir karardı. Şimdi “Hayatımın en doğru kararını vermişim” diyorum.
Belçim oğlanı büyütüp mesleğinde ilerleyince bir çocuk daha olabilir
Peki çocuk istiyor muydunuz? Yoksa “Karımın ilk evliliği, anne olmaya hakkı var” diye mi düşündünüz?
Tabii ki genç bir kadın... Anne olmaya hakkı var. Ama hayır, sadece onun için değil, kendim için de istedim çocuğu.
Bir kez baba olanlar ikinci evlilikten çocuk istemez, genelde...
Tam tersi olmalı bence. Babalığın nasıl muhteşem bir duygu olduğunu bilenler ister. Ben hâlâ daha isterim yani.. Bir tane daha olsun, sonra yine olsun. Ama tabii karımın mesleki gelişiminden de sorumluyum.
Tüm ekibime karşı olduğu gibi. Hocasıyım aynı zamanda... Belçim, “Hatırla Sevgilim”de oynadı, iyi işler yaptı, iyi bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Ve ilk çocuk oldu. Şimdi annelik sorumluluğu var üzerinde. Oğlanı biraz büyütüp, mesleğinde biraz daha ilerledikten sonra, yine çocuk olabilir.
Yani bir iş, bir çocuk.
Aynen.
Çocuk sahibi olmayanlar neler kaçırıyor?
Nasıl bir şey olduğunu bilmedikleri için kendilerine göre bir şey kaçırmıyorlar. Ama onlar da biliyor, biz de biliyoruz ki 60 yaşına geldiklerinde “Ulan, çocuğu da yapmadık be...” diyecekler.
Halk beni Mükremin gibi maço zannediyor
Gelelim hamileliğe... Bu sefer sürece dahil olabildiniz mi?
Oldum tabii. Doktor randevularına gittim mesela. Hepsine değil tabii... Zaten o artık Belçim’i de çok şaşırtan bir durum olurdu.
O ultrason görüntüleri kesinlikle doğmadan bebeğe bağlanmanızı sağlıyor.
Doğum öncesinde karınıza yardım ettiniz mi? Yemek, bulaşık vs...
İkiyüzlü olmayayım. Evde o işleri yapan arkadaşlar var. Ama olmasaydı ederdim. Yaa bu Mükremin tiplemesi yüzünden halk beni yanlış tanıdı yaa... “Bu lavuk şimdi hamile karısına iş güç de yaptırıyordur” diye mi düşünülüyor? Vallahi maço değilim.
Yok yaa... Öyle gözükmüyorsunuz. Şimdi topluma olumlu mesajlar da vermeye çalışıyoruz ya... Ondan sordum. Peki aşerdiğinde kendinizi sokaklara attınız mı?
Yok, aşermedi. Çok kaprissizdi. Sadece hem bir kadın, hem bir oyuncu olarak “Kaç kilo alacağım, acaba o kiloları nasıl vereceğim” gibi takıntıları oldu... Belçim’in hamileliği bizim için çok neşeli bir dönem oldu.
Oğlum doğar doğmaz ona bir şeyler yazmaya başladım
Gece çalışıyorsunuz. Siz Mutfak’tayken “Ya karımın sancısı tutsa, ya hastaneye yetişemezsem...” diye korktuğunuz oldu mu?
Olmaz mı? Evin içinde her yerde acil durumda aranması gereken numaralar yazılıydı. Kapıda şoför hazır bekliyordu. Ve seyircileri “Şimdi sahnedeyim, ama her an hastaneye gitmek zorunda kalabilirim” diye uyarıyordum.
Sıra doğumda... Kocamın doğumu izlerken dili tutulmuştu. Siz nasıl yaşadınız bu süreci?
Aynı şekilde... Ben Berfin’in de doğumuna girmiştim. Ama o normal doğumdu. Sezaryen daha uzun sürer zannediyordum. Aaa... Üç dört dakika içinde bebek çıktı. Bana bir “Merhaba” dedi, sonra annesinin göğsüne koydular. O anları kelimelere dökmek zor işte... “Hayatta varoluş sebebim buymuş” diyorsunuz. Şiirsel bir an.
Şiirle mi yine duygularınızı kelimelere döktünüz?
Evet. Hemen oğluma bir şeyler yazmaya başladım. Ama ham. Tam oturmadı.
Birkaç cümlesini duyamaz mıyız?
Bitmedi şiir. Ben bir şiire başlarım, bazen tamamlamam 7-8 yıl alır.
Ee 7-8 yıl bekleyecek miyiz, oğlunuza olan duygularınızı öğrenmek için?
Tamam, dur bir bakayım. Röportajdan sonra sana bir şeyler söylerim. İçime sinerse... Vallahi yazdığımı daha okumadım bile.
Berfin kardeşi olunca çok sevindi o hayattaki en iyi arkadaşım
Süper! Peki 15 yıl sonra baba olmak nasıl bir his. İnsan yaşça daha olgun olunca, bu duyguyu daha iyi mi anlıyor?
Kesinlikle daha iyi anlıyor. Bir defa baba olarak tecrübeliyim. Hayat koşullarım daha iyi, kafam daha rahat. Rodin bu anlamda çok şanslı bir bebek.
Berfin de koca kız olmuş. Kardeşi olduğuna sevindi mi?
Evet çok. Berfin benim hayattaki en iyi arkadaşım. Son derece olgun, akıllı bir kızdır. Zaten annesinin ikinci evliliğinden bir kızı daha oldu. Derin’imiz var bir de... Ona da şahane ablalık yapıyor. Doğumdan sonra Sanem beni aradı dedi ki: “Berfin, Derin’i kıskanıyor olabilir. Bir konuş istersen...” Ben de Berfin’i karşıma aldım, yine bir arkadaş gibi “Annen böyle böyle diyor. Var mı böyle bir durum? Varsa bil ki...” diye başlayacaktım... “Baba vallahi yok. Kardeşimi çok seviyorum. Ama herkes bana o kadar çok bu soruyu soruyor ki, ‘Bende acaba bir tuhaflık mı var?’ diye düşünmeye başladım” dedi. Rodin’in bir şansı da Berfin. Dünya iyisi, tecrübeli bir ablası var.
Rodin’i isim haline ben getirdim ışığın taşıyıcısı demek
Rodin ne demek?
Rodin diye bir isim yok aslında. İsim haline ben getirdim. Işığın taşıyıcısı, demek...
Çok güzelmiş. Benim aklıma heykeltıraş Rodin geldi.
Yok onunla bir alakası. Heykeltıraş filan değilim sonuçta. Ama sonra “Aaa böyle de bir abi var. Güzel de bir abi...” dedik. Parisli üstelik. Belçim için Paris çok önemli bir şehir. Daha da hoşumuza gitti koyduğumuz isim.
Size benziyor, diyorlar.
Vallahi doğduğu gün öyleydi. Çatık kaşlı küçük Yılmaz’dı ama 15 günde bile çok değişti. Daha da değişir zaten.
Bebek doğduktan sonra evde hayat nasıl değişti?
Ben dörtte beşte eve geliyorum. Geldiğim an bebeğe ben bakmaya başlıyorum. Uykum bölünmediği için gayet zinde oluyorum. Gazını çıkarıyorum. Zaten iyi ana baba gaz almasından belli olur. Öyle bebeğin sırtına pat küt vurmayacaksın. Nazikçe okşayacaksın. Çok iyi gaz alırım ben. Sonra Belçim’in dolaba koyduğu sütü veriyorum. Bakıyorum oğluma... Bu sefer kesinlikle daha aktif bir babayım. Sonra ben yatıyorum, Belçim kalkıyor.
Peki.. Çok teşekkürler.
Aşkınız, mutluluğunuz
daim olsun.
Ben teşekkür ederim.
Yılmaz Erdoğan’ın kızı Berfin doğduğunda yazdığı şiirden mısralar:
Habersiz geldin, kusura bakma...
Ortalık biraz dağınıktı...
Şimdi hemen toparlarız sanıyorduk,
Olmamıştık daha...
İşin zor kızım, hem büyüyecek, hem bizi büyüteceksin.
Baban mı var, derdin var kızım.
Hoşgeldin kızım,
İçimin gülen yüzü, hoşgeldin!
Dediler ki “Röportaj yap.”
Dedim ki “E bu Ayşe Arman’dan başlayıp, Helin Avşar’a uzanan uzun ince bir yol. Bilmediğim sularda yüzmek istemem.”
“Hayır, yapamam” demek de tabiatıma aykırı...
Peki ne yapacağım?
Buldum!
Ana-baba-çocuk-aşk-evlilik-aile röportajları!
Sıcak, samimi...
Sevdiğim insanlarla...
Aile hayatının topluma örnek olması gerektiğini düşündüklerimle...
Soru-cevaplarla, hayata farklı bir gözlükle bakmanızı sağlamaya çalışacağım.
Satır arasındaki bir cümle bile işinizi kolaylaştırırsa, ne mutlu bana!
Ama sevmediğimle işim olmaz.
Hiç merak etmem.
Kuru olur, yapmacık olur.
Almayayım.
Bu hafta huzurlarınızda, en taze baba var.
Filmleriyle, oyunlarıyla, kitaplarıyla değil...
En doğal haliyle...
Aşık bir koca ve şahane bir baba...
Yılmaz Erdoğan’ı takdimimdir.