'Türkiye’nin Justin Bieber’ı gibiydim'
Fotoğraflar: Barış ACARLI'Cafcaflı kıyafetleri çıkarınca herkes ailesine sarılmak ister'
90’ların en ünlü pop yıldızlarından Burak Kut, o dönemin Justin Bieber’ı olduğunu söylüyor. Uzun bir kayıp dönemin ardından şimdi Ankara’nın Dikmeni dizisiyle karşımıza çıktı. 90’lar için “Her şeye sahip olduğumda bunun anlamsızlığını anladım. Ve kitaplara sarıldım. Çünkü laboratuvar faresi ve yarış atına dönmüştüm” diyor.
90’lar... İnsanların birbirine hala mektup yazdığı yıllar. Popüler kültürle henüz tanışmayan güzel ülkem özel kanalların açılmasıyla bir anda bir baş dönmesi yaşadı. O dönem ‘Benimle Oynama’ diyen genç, bebek suratlı bir pop ikonu gençliğimizin fon müziğini çalıyordu. Yirmi yıl sonra 2010’larda Burak Kut’u ‘görmüş geçirmiş’, olgunlaşmış bir baba olarak buldum. Fenomen dizi Ankara’nın Dikmeni’ydi vesile. Ama ortak geçmişimiz 90’larda takıldık kaldık.
Dönüp baktığında nasıl değerlendiriyorsun o yılları?
Hayatımın dönüm noktaları. Benim için bir kendini keşfetme süreciydi. Kendini keşfederken hepimizin özendiğimiz şeyler giyinip, kızlarla flört ettiğimiz, kendimize imaj verdiğimiz zamanlardı. Bir yandan ailemden uzak özgürleşmeye çalışıyordum. Tam o sırada babamın rahmetli olmasıyla büyük travma geçirdim.
Kaç yaşındaydın?
18 yaşındaydım. O travma sonrası kendi dünyamı nasıl çekip çevireceğimi düşündüğüm için dış dünyayla ilgili değildim. Ama cep telefonları yeni çıkıyordu. İlkler dönemiydi.
Türkiye’de bir star arayışı vardı ona denk geldim
O dönem kimliğini nasıl oluşturdun? Bir idolün var mıydı?
Müzisyen olarak birine öykünmedim. Ortaokul öğretmenimin beni keşfetmesiyle biraz müzikle tanıştım. Babam ben küçükken ‘ne tatlı çocuk bu’ der ve oyuncu olmamı istermiş. Küçük yıldız dönemiydi o dönemler, ondan etkilenmiş olabilirler. O dönemdeki bazı olumsuzluklar benim hayatımda olumlu bir şekilde dönüştü sonuçta.
Krizi fırsata mı çevirdin?
Farkında olmadan oldu. Kadersel bir şeydi. O yokluk durumunda, yaşama dair bir farkındalığın başlangıcı oldu. Çok çatışmalar oluyordu aslında memlekette de. Bir yandan da genç bir idol ihtiyacı ve yeni yıldızlar arayışı varmış ki kozmik olarak o döneme denk gelip, sıçrama kabiliyeti gösterdim. Sıkıntıda olduğum o dönemlerde dinleyiciler o sevgi eksikliğini giderdiler.
Bir erkek çocuğu için baba kaybı çok kritik. Aniden ailenin yeni reisi olduğunu mu hissettin?
Lisedeyken başlamıştım çalmaya. Haftanın altı günü altı şehir ve mekanda sahne alıyordum. Kendi çapımda para da biriktirmiştim, bugünden bakınca komik olan. Fakat bir gece çağrı cihazıyla aniden babamın ölüm haberini aldık. Ve biriktirdiğim o çok para neredeyse kefen parasını karşılamaya yetmiyormuş. Borç, harç içindeymişiz. Evet, bir aile reisi olma duygusu bir anda hastanede geldi bana. Bir olgunluk çöktü. Babamı morga kendim taşıdım. Annem ve ablamı teselli ettim.
Tasavvufla ilgileniyorum o içsel yolculuğu yaşıyorum
Kendini yenileyebildiğine inanıyor musun?
Beraber çalıştığım insanlar arasında daha önceden kapıma gelen hayranlar var mesela. “Gerçekten olgun bir insan olmuşsun” diyorlar.
Bundan sonra kendine nasıl bir yol çizeceksin?
Ertelediğim şeyler var. Oyunculuk mesela. Çok şükür yapıyorum, çok da iyi bir kadro. Birde müzikal yapma idealim var.
Dikmen’den bahsedelim biraz da. “Ankaralı’yı temsil etmiyor” diyorlar.
Ben entelektüel bir Ankaralı’yı canlandırıyorum. Bu unutuluyor. Dikmen, Keloğlan saflığını temsil eden biri.
Hayatından role aktardıkların var mı?
Mahalle kültürüyle büyüdüm. Ergenlikte özenti oldu marka falan. Ama aynı ruhtan-sak, aynı nefestensek İslami açıdan veya başka bir bakış açısından baktığınızda ‘hepimiz biriz’.
Tasavvufla ilgileniyor musun?
İlgileniyorum. O içsel yolculuğu yaşıyorum.
Herkes evine gelip sevdiğine sarılıp bir aile kurmayı ister
Dizi bana ‘Halka inmek’ tartışmasını hatırlattı...
Bir gün şöyle bir haber çıktı benle ilgili. Birbirini çok seven iki genç bir fotoğrafta yanyana duruyorlar, omuzlarına aldıkları kız arkadaşlarından biri başörtüsü giymiş, tam yanındaki de askılı giymiş, kolları dövmeli yan yana duruyorlar. Konserimi izliyorlardı. ‘İşte müziğin birleştiriciliği’ diye gazetenin ana sayfasında yer almıştı. Bizim hikayemiz de budur. Müzik birleştirici bir şey. Ben de bunu yaşıyorum.
Peki dizideki Lâtif karakterine benziyor musun?
Açıkcası ben Lâtif’in zıttı bir karakterim. Ezdirmem kendimi. Tabii içselleştirdim.
Ama sizin evde uzlaşana kadar tartışma mı var?
Demokrasi var bizim evde.
Evli olmak ne değiştirdi?
Tabii çocuğumuza endeksliyiz. Bazen konserler uzar, ben de şaka ile karışık: ‘müzisyenin de evi vardır’ derim. Hepimiz sevgi ihtiyacı duyarız ama işler bitip, ışıklar söndüğü zaman, cafcaflı kiyafetler çıktığı zaman, herkes evine gelip, eşine, sevdiğine sarılıp bir aile kurmayı bir gün ister. Ben de onu yaşıyorum herkes gibi.
‘Evine götürdüğüm genç kızın babası beni sopayla kovaladı’
Şöhret dönemi nasıldı?
Tabir-i caizse Justin Bieber gibiydim. Belli klişelerin vucut bulduğu kişiydim. Sokağa çıkamıyordum. Bir çok genç kızımız evimin adresini öğrenip sabahın köründe evimin önünde dikiliyordu. Bir gün biri geldi, meğer evden kaçmış. “Bu kadar hayranlık sağlıklı değildir” diyip eve davet ettim anlatmak için. Kız arkadaşım da var. Adresini öğrenip, evine götürdüm. Babası (atletli bir abiydi) sopayla kovaladı, ‘Neymiş bu Burak Kut!’ diye.
Bocaladın mı?
Evet, şöhret yönetimi, servet yönetimi konusunda özellikle. Dünyanın o kadar etrafında döndüğünü düşünüyorsun ki...
İmajın modern, beyaz Türk, bir de ‘komple tiki’ şarkısı var.
Eyvallah ama ruhum öyle değil. Beyaz, siyah ayrımı yapmam. Aksine ben ezilen taraftarıydım hep. Yatılı okudum, Anadolu’lu arkadaşların hor görülmesi hiçbir zaman hoşuma gitmezdi. Araya girip kavga etmişliğim vardır. ‘Komple tiki’ de bir eleştiriydi.
‘Sahip olduğum şeylerin bana sahip olduğunu hissettim’
Yedi yıl kaybolduğun bir dönem var.
Zaytung haberi var bir tane. “Dünya starı olma inancıyla Burak Kut’a bel bağlayanlar hayal kırıklıklarının on sekizinci yılını kutladılar” diye. Bu ülkenin aydınlık yüzü, uluslararası başarısı olabilecek bir yetenek olarak koydular beni. Tabii şimdi şartlar değişti, aynı imkanlar yok ama özümde aynıyım. Müzikle tanıştığım gün hayatımın müzik olduğunu gördüm ve rahat rahat ilerledim. Ama toplumsal anlamda eksikliklerim vardı. Sahip olduğum şeylerin bana sahip olmaya başladığını fark ettim. Çevremde korumalar, şunlar bunlar. Hayalimdeki ev, Burak Kut evi vardı.
Burak Kut evi nedir?
Bir popstarın yaşaması gereken yer. Michael Jackson, Elvis Presley gibi yıldızların hayatlarını örneklemeye çalıştım. Lükslük, büyüklük, genişlik. Bunu da yapabildim. Karıyerimin başında ‘evim olsun, şöyle arabam olsun’ dedim. Hepsine sahip olduğumda bunun anlamsızlığını anladım. Ve kitaplara sarıldım. Çünkü laboratuvar faresi ve yarış atına dönmüştüm. Heyecanımı yitirmiştim ama sonra o heyecan geri geldi.