Taksim ve Dersim hiç bu kadar yakın olmamıştı
Bugün aslında, sizlerle sadece barış dolu bir Dersim/Tunceli hikâyesi paylaşacaktım. 24-26 Mayıs tarihleri arasında, iki gece, üç gün süren ve sadece oradayken değil, döndükten sonra da, beni ruhen ve düşünsel olarak oralarda bırakan tatlı, sıcacık, huzur dolu bir hikâye.
O iki gece, üç gün içinde, beni o ellerdeki insanımız ve topraklarımız konusunda geleceğe dönük umutla besleyen, ülkemiz için bereketli bir huzur beklentisi yaratan güzel Dersim/Tunceli ve güzel insanlarının öyküsü kalemimde birikmişti, dökülmek için...
Sonra, Taksim Gezi Parkı’nda çok önemli bir şeyler oldu ve dalga dalga yayıldı... Bir kısmının tabiriyle “üç-beş ağaç” için başlayan masum, sivil duruş, o masumiyete karşı güç kullanılmasıyla, “üç-beş ağaç” olayını aştı ve halkın bugüne dek yutkunarak sessiz kaldığı ‘Erk sarhoşluğu’na karşı o ağaçların bedeninden yayılan dalgalar halinde orman oldu, dal budak uzandı ülkenin her köşesine.
Görüş ve düşünce alanı geniş olanlar, ezbere değil, anlamaya ve yorumlamaya yatkın olanlar, ezberletileni veya kursağını besleyeni değil, demokrasinin gerçek gereğini samimiyetle söylemekten çekinmeyenler, sadece Gezi Parkı’ndaki üç, on üç ağacı değil, ormanın tamamını görebildiler.
Halk bir oldu ve yaratılan korkuyu öldürdü
Yaşamakta olduklarımızın özeti aslında şu: Halk bir oldu ve bugüne dek yaratılan korkuyu öldürdü. Bu, bir daha geri dönüşü olmayacak ve halkın elinden alınamayacak bir güç. Bu gücünün oluşması, kendisini hor gören, aşağılayan, özel yaşamını, düşünce ve söylemlerini, seçimlerini, bedenini, nasıl ve ne hızla üreyeceğini direktifle yönlendirmek isteyen, devamlı tehdit eden ve korku yaratmaya çalışan zihniyetin başarısıdır. Umarım ve dilerim ki; “Birkaç ağaç, bir ölü, birkaç yaralı...” gibi sözcüklerle; insanının, toprağının başına gelen acıları, yoksunlukları azımsayan, oyla emanet aldığı gücü mutlak, ebedi ve tanrısal sanan firavun özentisi zihniyet artık büyük ormanı görür. Çünkü mutlak olan halktır, ebedi olan halktır ve her bir insan da tanrının yansıması ve kutsaldır.
Büyük Türkiye ormanında Dersim yeşili
Şimdi bu büyük ormanın Dersim/Tunceli yeşiline dalıyorum.
İzmirli aydın sanatçı dostum şair Namık Kuyumcu’nun, geçen sene bir kitap fuarında Tunceli Türk Telekom Fen Lisesi Müdür Yardımcısı Nermin Şen Bekmezci’yi tanımasına borçluyuz bu seyahati. Yolculuk, esasında, sevgili Namık’ın, talep üzerine, kendi kitaplarıyla ve sonra diğer yayıncılardan derlediği kitaplarla başlamış. Biz, bir grup sanatçı, yazar, şair, gazeteci, fotoğrafçı arkadaş, Fen Lisesi öğrencilerinin kütüphaneye Namık Kuyumcu’nun adını vermeleri ve bizleri açılışa davet etmeleriyle bu yolculuğa katıldık.
Kutsal topraklara kitaplarla sevgi köprüsü kurdular
Elazığ Havaalanı’na indiğimiz andan dönüşümüze kadar yaşadığımız sıcak ve samimi karşılama, ağırlama ve paylaşma olağanüstüydü. Alandan doğruca gittiğimiz Fen Lisesi’nde, ilk dikkatimizi çeken, heyecan dolu, pırıldayan gözlerle bekleyen talebeler oldu. Ardından, Öğretmen Lisesi salonunu doldurmuş olan talebeler ve öğretmenleriyle buluştuk, şiirler okuduk, Halûk Çetin arkadaşımız gitarıyla, bestelenmiş şiirleri seslendirdi. Gün alkışlarla, çiçeklerle, kucaklaşmalarla bitti. ‘Yiğit kadın’ tanımlamasıyla anılan Tunceli Belediye Reisi Edibe Şahin’i tanıdık. Ertesi gün Ovacık’ta, Gözeler mevkiine vardığımızda cennete gitmek için ölmek gerekmediğini hissettim. Tatlı serseri bir yağmurun ardından açan güneş, dağların, kayaların üzerini süsleyen bin çeşit yeşil, tepelerden eriyip inen ve onların aralarından çağıl çağıl akan, köpüre köpüre birbiri ile buluşan, büyüyüp nehir olan dereler, yüksekten düşen şelâlecikler nefes kesiciydi. Oturduk suyun kenarında, köpüklerin üzerinde. Halûk’un gitarına Namık (Kuyumcu), Tolga (Savacı), Neşe (Yaşın) ve ben şiirlerle eşlik ettik, Yelda (Cumalıoğlu) bıkmadan usanmadan ‘Şu karşıki dağlarda kar olsam’ı söyledi ve söyletti. Hakan Kuyumcu objektifini, lenslerini kullandı sözleri, sesleri, renkleri saklamak için.
Aynı akşam üzeri belediye binasının nikâh salonunda Eğitim- Sen öğretmenleriyle, aileleriyle, konuşmalarımızı, şiirlerimizi ve müzik dinletimizi buluşturduk. Çocukların gözlerindeki temiz, umutlu, aydınlık bakışların sebebini o zaman daha iyi anladık. Zira öğretmenleri öyleydi. Bir öğretmen, “Dikkatli bakarsanız hepimizin gözlerinde paranoya vardır aslında” diyerek bize, tam bahara geldiğimizi hatırlattı. Dersimli barış istiyor, huzur istiyor ama barışı ve huzuru toprağından gelecek rantta görmüyor. Tam aksine; böyle görenlere karşı kesin tavrı var. “Doğamızı bıraksınlar. Bizim tabiatımızı bozamazlar. Bize sormadan el atamazlar” diyorlar. “Baraj istemiyoruz, Munzur akmalı” diye ekliyorlar. Maden dolu dağlarının, tepelerinin karınlarını oydurmak istemiyorlar.
Ağaç da kutsal su da...
Munzur, bölge halkı için efsanevi kutsal. Barajlarla sınırlanmasının, çembere alınmasının tabiatı yozlaştıracağı ve dünyada nadir olan endemik karakterinin bozulacağı endişesinde. Bu sebepten, gittiğimizin ertesi gün geniş katılımla, baraja karşı yürüyüş yaptılar. İstanbul’dan Dersim’e, Gezi Parkı’ndan Munzur’a, aslında anlatılmak istenen şey aynı. Halk, topraklarına, ağaçlarına, sularına, dağına, taşına sahip çıkmak, pey çekilmesini, rant yemi yapılmasını engellemek, ülkesinin günü ve geleceği üzerinde söz sahibi olmak istiyor. Vatanımızın haritasına bakınca, sadece sınırları boyunca yerleştirilmiş ‘kağıt yeşili’ni gören ve avuçları tatlı tatlı kaşınan, gözleri parlayanların bu zaaf, aymazlık ve iştihaları ülkenin her yerinde örneğini gösterdiği içindir ki; halkımız vatanın her yerinde sokaklara döküldü. Olay sadece bugün yapılmak istenenlerin değil, daha önce gereksiz yapılanların ve gerektiği halde yapılmayanların yarattığı dev bir rüzgârdır.
Munzur’dan kan değil, gül akıyor
Dersim’de tanıdığımız dostlar, yılların acısını, yarasını sarmak çabasında, kendilerine sevgiyle, aydınlıkla, sanatla uzanan elleri tutmaya, dostluklar yeşertmeye hasret kucakladılar bizi. Bu dostluğun yeşeren tohumlarının coşkuyla kutlanmasını sağlayan sevgili Hüseyin Cengiz’e yürek dolusu teşekkürler. Yörenin insanları öğretmenler Cemgil Taşdemir ve Erdal Kaya ve aynı zamanda sunum ekibimizin üyesi olan şair/yazar Cemal Taş yollar boyu mihmandarımız oldular. Hüseyin’in babası, emekli öğretmen ve şimdi Tunceli Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Cengiz’in, bölgenin huzurlu ve kalkınmış geleceğine paralel, eğitim ve öğrenciler için kovaladığı projeler bende hayranlık uyandırdı. 300 kişilik kız öğrenci yurdu, bu anlamda bölgeyi çok rahatlatacak eğitim yatırımlarından biri. Bu arada Tunceli’nin, tahsil oranının en yüksek olduğu illerin başında geldiğini özellikle belirtmek isterim. Çarşamba günü Hüseyin’le konuştum. Dünya Çevre Günü dolayısıyla Munzur’a gül atıyorlardı Tuncelililer. Ben İstanbul’dayım. Kulağım Taksim Gezi yürüyüşü haberlerinde. Gözümün önünde Munzur akıyor. İçinde altın, bakır, kurşun, çinko, krom renkleriyle kayalar pırıldıyor güneşte. Gezi Parkı’nın ağaçlarının gölgesinden tüm Türkiye’ye uzanan, barış içindeki aydınlık çağrının sesine cevap veriyor Munzur’un çocukları: “Bize kitap gönderin, sanat gönderin, sanatçı gönderin ama topraklarımızı deşmeyin, sularımızı esir etmeyin.”
Köprüler acıya yol vermemeli
Tunceli’deki talebe, eğitmen, sanatçı ve işadamı dostlarımızla, kitaplardan, şiirlerden, şarkılardan dostluk ve kardeşlik köprüsü kurup dönmüşken, bu toprakların en acı çekmiş unsurlarından olan Alevi ve Türkmen kardeşlerimize en büyük acıyı yaşatmış olanYavuz Sultan Selim’in adının yeni Boğaziçi Köprüsü’ne verileceğinin, 1909 yılında çember sakallı yobazların isyan için üs edindikleri Topçu Kışlası’nın yeniden yaşatılmak istenmesiyle ardı ardına sunumu biraz garip bir rastlantı gibi geldi. Siz ne dersiniz, bilemem... Ben burada sözü Yunus’a bırakıyorum:
“Çiçeklerle hoş geçin, balı incitme gönül/Bir küçük meyve için dalı incitme gönül/Başın olsa da yüksek gözün enginde gerek/ Kibirle yürüyerek yolu incitme gönül/Mevla verince azma, geri alınca kızma/Tüten ocağı bozma, kulu incitme gönül/Dokunur gayretine, karışma hikmetine/ Sahibi hürmetine, kulu incitme gönül/Sevmekten geri kalma, yapan ol, yıkan olma/Sevene diken olma, gülü incitme gönül/ Konuşmak bize mahsus, olsa da bir güzel sus/Ya hayır de ya das us, dili incitme gönül.” Hepiniz sevgiyle, aydınlıklarda kalın...