Son üçyüz yıldır tahminleri tutmuyordu
İnsanlığın durumu zor diye düşündü. Son üç yüz yıldır bu cümleyi çok sık telaffuz ettiğinin farkındaydı, ama başta kendisi olmak üzere çok sayıda insanın akıl almaz çabalarına rağmen, durum adeta kara veba gibi bir türlü düzelmiyor, hatta daha da kötüleşiyordu
İnsanlığın durumu zor diye düşündü. Son üç yüz yıldır bu cümleyi çok sık telaffuz ettiğinin farkındaydı, ama başta kendisi olmak üzere çok sayıda insanın akıl almaz çabalarına rağmen, durum adeta kara veba gibi bir türlü düzelmiyor, hatta daha da kötüleşiyordu. Bu topraklarda daha önce de bulunmuştu çok ama çok uzun zaman önce; şimdi büyük bir şirkette kat temizleyicisi olarak çalışıyordu.
Eskiye nazaran içinde bulunduğu vaziyet, bu toprakların talihsizliğine benziyordu adeta. Eski zamanda bu topraklarda imparatorlara, krallara ve asilere nasihat vermiş, kanlı savaşları planlamış, günlerce süren alemlere katılmış, hatta köle ticareti bile yapmıştı. Sonra bir gün taraf değiştirmişti (bu konuya daha ilerde değineceğiz.) Zamanında Spartaküs onu ikna etmek için çok çaba harcamış, ama o zaman deyim yerindeyse biraz burnu büyük biri olduğu için “Bir alay köleyle işim ne benim” demiş ve Spartaküs’ü harcamıştı.
Çalıştığı büyük şirket şehrin en hızlı gelişen, başka bir deyişle en hızlı imar rantı yapılabilen bölümünde dikilmiş, büyükçe boylu bir gökdelenin en üst on katını işgal ediyordu. Kendisi de farkındaydı, binlerce yıldır hayatta olan biri için asgari ücretle temizlikçi olarak çalışmak biraz sefil bir durumdu. Ama bunun birkaç sebebi vardı ve en önemlisi, diğerlerinin dikkatini çekmeme mecburiyetiydi. Öteki sebepler ise tamamen kendi hıyarlığı ile ilgiliydi.
Olması gereken yerlerde hiç olamamış, aklını kullanması gereken vaziyette ise hep tam tersini yapmıştı. Mesela zamanında firavunlarla şarap içerken şimdi kutu biraya talim eden bir ahmaktı, kendi deyimiyle.
Zaten son üç yüz yıldır sürekli saf değiştirdiği için sömürge zenginliğinden, savaşlardan, petrolden, iletişim teknolojisinden ve bunların yarattığı zenginlikten ve paradan da pay alamamıştı. Şimdi çalışma saatlerine göre ya sabahın erken saatlerinde ya da gecenin bir yarısı işe gelip odaları, koridorları temizliyor, çöp kutularını boşaltıyor, yerleri cilalıyordu.
Geçmişte yaptığı sersemliklere bir örnek vermek gerekirse, mesela Hispano Souza piyasaya çıktığında “Bu ne çirkinlik” demişti. Aynı şekilde içten patlamalı motorların ömrünün çok kısa süreceğini düşünmüş ve onların yerini en kısa zamanda rotary silindirlerinin alacağını tahmin etmişti.
Ancak neredeyse diğer tahminlerinin tamamı gibi bu da yanlış çıkmıştı. Son üç yüz yıldır tahminlerini sadece spor olsun diye yapıyordu ama, yine de sürekli yanılıyor olmak çok can sıkıcıydı. En az yerleri silmek için kullandığı ciğer söken acayip kimyasal kadar can sıkıcı.
Her ne kadar genel durum çok berbat olsa da, bu şehir (İstanbul yani) ve bu şehirde yaşamak son birkaç yüzyıldır başına gelen en acayip şeydi. Bu acayiplik can sıkıntısını bir nebze olsun azaltıyordu.
Gerçi anladığı kadarıyla şehir nüfusunun tamamına yakın bir kısmı eğer şansları olsa başka bir yerde yaşamak istiyordu; özellikle fakirlerin tamamı hayatlarının başka bir yerde daha iyi cereyan edeceğinden emindi adeta. Öte yandan şehrin zenginleri de her fırsatta tatil maksadıyla uzaklara gidiyor ve yeni evlerini hep şehrin dışından almaya özen gösteriyor ve mümkün olduğunca büyük duvarların arkasında yaşamaya çalışıyorlardı.
Bir yandan görünmemeye uğraşırken, bir yandan da en gösterişli arabalara binip en gösterişli yerlere gidiyorlardı. Dışardan ve uzun zaman bakıldığında bir nevi kendi kendini inkâr eden ve kendini yok etmeye çalışan bir güruhu andırdıklarını düşünürdü hep onların. Fakat her ne hikmetse yok olmadıkları gibi, son otuz yıldır sayıları ve paraları artıyordu.
Eninde sonunda adalet yerini bulacaktı; bu cümleyi de üç yüz yıldır olmasa bile en azından bir yüzyıldır sürekli tekrarlıyordu ve henüz dişe dokunur bir gelişme olmamasına rağmen nihai sonuçtan ümitliydi. Her sabah minibüste işe giderken bunu düşünüyor, trafiğe, insanlara, çıyan gibi giden arabalara bakıyor ve düzelecek diyordu kendi kendine.
Bir önceki sabah yanında oturan zarif kadının Le Carré’nin “Absolute Friends” kitabını okuduğunu görünce heyecan yaptı. Aslında eski zamanları anlatıp bir bağlama yapabilir, ancak temizlik işiyle meşgul olduğunu söylediğinde muhtemelen kadın uzardı; bu yüzden efendi gibi koltuğunda oturdu ve arka koltuktan uzatılan paraları ön sıraya aktardı.
Aslında yazı bitti. Daha çok macera var ama, bu bir tefrika; o yüzden şansımız yaver giderse haftaya devam edeceğiz.