Sen biraz yüzme biliyordun değil mi?
Hocanın iki karısı varmış.Bir gün ‘en çok hangimizi seviyorsun’ diye sormuşlar ama hoca söylemek istemiş.
Yeni karısı: ‘İkimiz de göle düşşek, önce hangimizi kurtarırdın?’ demiş.
Hoca eski eşine, sen biraz yüzme biliyordun degil mi? demiş.
Hocanın derdi başka, benim başka. Ama soru aynı. Türkiye’nin kara sınırlarının uzunluğu 2 bin 949 km. kıyı sınırları uzunluğu 7 bin 816 km. olunca hatta göl ve akarsular dahil kıyı uzunluğu 45 bin km’nin üzerine çıkınca yüzme bilenlerin sayısı da çok olmalı diye düşünürdüm. 2005 yılında katıldığım bir Türk Şehircilik Yasası konferansında açıklanan rakamlar beni şaşırttı. Yani 2005 yılında 72 milyon olan Türkiye nüfusunun yalnızca yüzde 5’inin yüzme bilmesi şaka gibi geldi...
Artık evlere kapanmadan sayılıyoruz biliyorsunuz. Muhabir reflekslerim alarm vermeye başladı. Aldım elime telefonu bu konuda araştırma yapan birkaç kişiyi ve yansımalarını aradım. Son durum nasıl diye sordum. Üç tarafı deniz ile çevrili olan ülkemizde yüzme bilen kaç kişiyiz? Uzun telefon konuşmalarım yeni nüfus sayımının ardından daha net bir bilgiye ulaşacağımı ortaya koydu. Şimdi yuvarlak bir hesap yapıp sonuca bakalım. 2007 yılında nüfusumuz 100 milyon civarında çıksa; yüzme bilenlerin yüzde 5’lik oranı da iki kat artıp yüzde 10 olsa ne olur?
Aaa! nasıl yani, diyen, yüzme bilen azınlıktan mısınız? Oysa Cemal Süreya’nın deyişiyle “Deniz kaçkını bir ulusun çoçukları” değil miydik? II.Osman, Yavuz Sultan Selim ve IV. Murat Boğaz’ın sularında yüzmeyi sevmez miydi? Mısır seferinde Selim, Nil Nehri’ne girip kulaç atıp tarihe geçmemiş miydi? Gerçi bu tarz araştırmalarda çoğu insanın pembe yalan söylediğine inanıyorum. Eski Türklerin anket sorularına verdikleri cevap gibi.
Sorarlar, “Yüzme biliyor musunuz?” “Ben biliyorum da atım korkuyor.”
Balık gibi yüzmek derler ya
Hani tabir-i caizse “Yürümeden önce yüzmeyi öğrenmek gerekli” diyen yok. Gerçi olsa fena olmazdı ama. Avustralya’nın başkenti Sidney’de yaşayanlar gibi. Susuz yaşayamayan balık gibi yüzmeyi biliyorlar. Liman şehri Sidney’in nüfusunun yüzde 92’si yüzme biliyor. Yüzde 35’i sörf yapıyor, yüzde 40’ının teknesi var. Bir deniz kenti olan İstanbul’la kıyaslanamıyor bile. Yazarken oraya gitmeyi istedim. En kolay yol ile. Kayıp balık “Nemo” gibi Sidney’e bir okyanus akıntısının içinde yüzerek. Neyse uzak hapishaneden keyifli bir kente dönüşen Sidney’i sevgili eşim Cenk ile yelken açarak çıkacağımız dünya turunda keşfedince anlatırım.
Deniz sadece aksesuar mı?
Eski İstanbul halkı yaz gelince içinde mayosu ile dolaşırmış. Boğaz’ın kıyısından denize girmek, taşlar arasında ateş yakıp üstüne konulan peynir tenekesinin kapağında midye pişirmek olağanmış. Şiirlere bile yansımış. Rüştü Onur’un dizeleri gibi: Karpuz kabuğu suya değinceye dek mayo düşünülmezmiş.
Ben eski İstanbullu’nun daha çok yüzme bildiğine, denizi daha çok sevdiğine inanıyorum. Geçen hafta Cine5 Ana Haber, Caddebostan Plajı’ndaydı. 40 yıldır aynı yerde denize girenlerin anılarını aktardı. ‘İstanbullu denize girerdi, yüzmeyi bilirdi’ lafı çok dokunaklıydı.
Başka bir araştırmada sorulmuş, “Yaşadığınız evin çevresinde en çok ne bulunmasını istersiniz” diye. Yüzde 44, deniz veya göl yanıtını vermiş. Bu tercihe yön veren isteğin denize girme arzusu olduğu saptanmış. E nerde bu insanlar? Deniz sadece güzel bir manzara ya da aksesuar mı?
Havalar ısınınca elbet gördünüz. Denize her türden giysi ile giren insanlar var aramızda. Benim bahsetmek istediklerim donlu ve iç lastikçi ağabeylerimiz. Halk ağzıyla şamrel aksesusarlı olanlardan. Hepimiz kardeşiz o ayrı. Ayrıca yüzme bilmediği halde suya kendi yöntemleriyle atlayan kahraman kardeşlerimizi de kutluyorum. Yüzmek istiyorlar!!!
Muhabirlik dönemimde yaz sıcağında gittiğim Anadolu gezilerimi özlemle anımsarım. Deniz, göl, akarsu, kanal, akıntı demeden dahası yüzmeyi bilmeden kendi ürettikleri metotlarla serinlemek için suya atlayanları. İstanbul’daki malum plajlardan “mayo zabıtaları” transferi mümkün olmadığından kılık kıyafet serbest. Şamrellerle kadın-erkek, çoluk çocuk suya tutunmaya çalışanları, büyük pet şişeleri iplerle bağlayıp su üstünde seyir haline geçenleri şaşkınlıkla kadraja alır haberlerini yapardık. Dalgalar az mı Ali’ler, Ayşe’ler yuttu! Çok değil bir önceki seçimlerde zengin Adana bile yılda 70-80 çocuğunun kanallarda ölmesini izliyordu. Yine seçim gürültüsü yok mu her yerde? Birkaç tane daha havuz yaptırılamaz mı serinlemek ve yüzme öğrenmek isteyenlere? Denizler üzerine eksikleri ve güzellikleri hep anlatacağım...
Hakan Öge dünya turunu bugün
İstanbul’da tamamlıyor
Hakan Öge’yi hatırlarsınız. Mart 2004’te İstanbul’dan hayallerine demir almıştı.“Sadun Bora’ların, Haluk Karamanoğlu’ların, Atasoylar’ın, Tanıl Tuncer’lerin” gerçekleştirdikleri dünya seyahatini farklı bir rotada tamamlayıp Haziran başında ülkemizin sularına girdi. Hemen darısı başımıza diyelim. Ne heyecan ama! 33 ülkeye uğradı, 40 bin deniz mili kat etti. Hakan en zorlu etaplarından birini Atlas Okyanusu’nda yaşadı. Diş doktoru Öge, tek başına ‘Kendini ördek zanneden martı’ anlamına gelen Mardek adlı 9.5 metrelik teknesiyle denize açılmıştı. Ama yalnız gelmedi. Öge, yolculuğunun altıncı ayında tanıştığı Sofie ile denizde yüzük taktı. Türkiye’ye iki kişi olarak döndü. Tebrikler Hakan ve Sofie’ye. İmrenmemek mümkün mü? Aynı zamanda Atlas dergisinin fotoğrafçısı olan Hakan Öge, üç yıllık dünya turunu başladığı yerde İstanbul’da bitirecek. Öge, bugün saat 18.00’de Kalamış Fenerbahçe Burnu’ndaki İstanbul Yelken Kulübü’ne gelecek. Öge’leri hikâyesini 3 yıl boyunca dizgiye hazırlayan Atlas ekibi, İstanbul Yelken Kulübü’nün yetkilileri, basın mensupları ve sevenleri karşılayacak. Maceraperestleri bekleriz.
Yelkenler birincilik için fora edildi
36. Tayk / Deniz Kuvvetleri Kupası Açık Deniz Yat Yarışı’nın 3. günündeyiz. 1971 yılında Donanma Vakfı Kupası olarak başlayan yarış 1988 yılından sonra Deniz Kuvvetleri Kupası olarak sürüyor. Yelkenciler her yıl bu uzun seyirli yarışa kilitlenir. Öyle ki yıllık izinler bile bu yelken heyecanı için gözden çıkarılır. Bu yıl starta 3 hafta kala iptal edileceği sözleri, gelenekselleşen yarışa yakışmadı. Üstelik sıkıntı sponsorla alakalı idi. Söz konusu yelken yarışı olunca sponsorlara çok iş düşer. Reklam olsa da işte size güzel bir örnek: Biz 6 kadın yelkenci (Türk kadın yelken ekibi) olarak dünyanın en zor okyanusu Atlantik’i geçme yarışına sponsorumuz Denizbank olmasa katılamaz ve dünya ikincizi olamazdık.
Neyse ki sponsor krizi atlatıldı. 1. etapta Bozcaada’ya varan yelkencilerimizin pruvasında (önünde) Çeşme var. Geçen yıl Caramio teknesiyle yarışmıştım. Bu kez habercilik ağır bastığı için katılamadım. Karadeniz’de gemileri batırmış haldeyim. Şirkette çalışıyorum ve meteoroloji sitesi Poseidon’dan rüzgar takibindeyim. Kalbim yarışta ter döken eşim ve arkadaşlarımda. Kendimi bir telsiz mesafesinde görüyorum. Avutuyorum.
Yüzüme su serpintilerini almak, Ege’de beyaz köpükleri görüp çığlık atmak isterdim. “Kuzulara bakın önümüzde rüzgar var, rüzgara giriyoruz oleyyy!” diye ekibimi şenlendirmek isterdim. Akşam ana haber bülteni sonrası soluğu orda alacağım. Keyifli bir yarış dilerim. Pruvanız neta, rüzgarınız bol olsun...