Şarkı Söyleyen Kadınları erkekler anlayamaz
Reha Erdem’i belki de son dönem Türk sinemasının en özgün yönetmenlerinden biri kılan, gündelik hayatımızdan bizi kopartan, zamansız, mekansız, kendine özgü bir dünya yaratmaktaki başarısı. Şarkı Söyleyen Kadınlar'da da usta yapacağını yapmış. Gizemli çam ormanları, her an dillenecekmiş gibi bize bakan yaralı atlar, bazen onlarca ağacın arasında kendi başına sallanan tek bir ağaçla bir mekanı değil, ruhumuzun sarkaçlarını anlatmış.
Filmde Büyükada’da yaşayan babasına kendini bir türlü sevdirmeyi başaramayan Adem hastalanır ve şiddetli bir ölüm korkusu yaşamaya başlar. Aylin Aslım’ın oynadığı hostes karakteri dışındaki tüm karakterlerdeki ‘aklın sınırında’ olma hali ise en yoğun Adem’de hissedilir. En garip sahnelerden birinde babasının kıyafetlerini giyer, babası ‘Neden bunu yaptın?’ diye sorduğunda ise ‘Çünkü sen önce ölseydin, bana kalacaktı bu kıyafetler ama ben senden önce öleceğim için ben hak kazandım’ der. Erkekler kah baba sevgisi için, kah aşk için kıvranıp içlerindeki eksikliği gidermeye çalışırken, kadınlar başlarına ne gelirse gelsin mızıklanmak yerine savaşı devam ettiren amazonlar gibi yaşarlar. Gerektiğinde su taşır, hastalıklara şifa olur, ölüyü bile diriltebilirler. Erkeklerse onların kendi aralarındaki söyledikleri mistik ve çocuksu şarkıya anlam verememekte, gizemli orman elflerine bakan başka dünya insanları gibi kadınların ‘iç dünyalarına’ girmek için boşuna çabalamaktadırlar.
Reha Erdem’in klasik anlatıda yırtıklar açan gerçeküstü durumlara, yarı meczup karakterlerde insanın hayvani yönünü hatırlatan metafizik önermelere yer vermesine alışmıştık. İzleyicinin karakterle özdeşleşmesini engelleyen brechtian anlatım Adem’in dahil olmasıyla trajikomik bir Şekspiryen tat da kazandırmış hikayeye. Tüm filmlerine hakim olan ‘tacize uğramış Lolita’ saplantısı bu filmde erotize edilerek bir adım daha ileri götürülmüş ki yarattığı pedofili çağrışımları beni rahatsız etti.