Gazete Vatan Logo

Meryem Avrupa çocuğu bizde tükenme hakkı yok

Meryem Avrupa çocuğu bizde tükenme hakkı yok

Nebahat Çehre, Eylül’de ‘Son Aşk’ adlı yeni bir diziyle ekranlara dönmeye hazırlanıyor. 70 yaşındaki oyuncu tükenmişlik sendromunu sorduğumuzda “Meryem (Uzerli) Avrupa çocuğu. En doğal haklarını istiyor. Bize hiç öyle bir hak verilmedi ki” diyor. Ayrı uçlardan kişilerle iki evliliğin de hayat okulu gibi olduğunu söylüyor.


Valide Sultan olarak yıllarca izledik
sizi. Dizinin ardından neler yaptınız şu zamana kadar?


Yine aynı heyecanla izlemeye devam ettim. Valide Sultan aslında bir sene uzatıldı. Çünkü küçük Mustafa ölmeden ölmesi gerekiyordu fakat uzattılar. Biraz da reyting tedirginliği yaşadılar. Hakikaten de insanlar bazı oturan karakterler ayrıldığı zaman bir sarsılıyor. Ondan sonra İbrahim Paşa da öldü. Zaman zaman özledim. “Keşke hala devam etseydi” diye düşündüm. Hiç aralıksız 6 sene çalıştım ve biraz yoruldum. Bu yüzden diğer projelere “hayır” dedim. Ama iki sene falan ara vermenin anlamı yok. Setleri yeniden özlemeye başlayınca da “Son Aşk” dizisiyle anlaştım.

Karşıdan biraz dominant görünüyorsunuz. Kendinizi siz de öyle mi buluyorsunuz?

Biraz etrafı ürkütüyorum galiba. Aslında sevecen bir insanımdır, hatta sette kendime ‘Neboş’ dedirtirim ki o mesafe kalksın. Bir tek şeye tahammül edemiyorum, düzensizlik ve saygısızlık. Bizim iş terbiyemizde saat 6’da sette derlerse 6’ya çeyrek kala orada oluruz.

Sette cep telefonundan hoşlanmıyormuşsunuz...

Çünkü ister istemez oynarken cebinizdeki titreşim sizi rolden tamamen koparabilir. Bizim karşıya konuşmamız sadece yaşadığımız şeylerin tecrübesinden dolayı. Bunu artık kaldırdım, çünkü herkes yaşayarak öğrenir. Nazım Hikmet’in bir lafı var “Babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim.”

‘Zeki Müren derhal sahneye çıkıyorsun dedi’


70’lere kadar bir dönem şarkıcılık yapmışsınız. Nasıldı o deneyim?

Maddi açıdan çok sıkışık bir dönemdeydik. O ara herkes uyardı Fatma Girik’inden Sevda Uyar’ına kadar... Onlar da çıkmıştı, “Çık saçmalama” dediler. Bir gün Şile’de teyzemlerin yanına gittim. Zeki Müren’le de Yılmaz Güney ile evliyken tanışıyorduk. İsmet Ay da aynı plajdaydı. “Sen niye sahneye çıkmıyorsun?” dedi. Dedim “Cesaret edemiyorum”. “Hadi hem yürüyelim hem bir sesini duyalım” dedi. “Sizin yanınızda ben nasıl şarkı söylerim?” dedim. Hiç beni unut üçümüz yürüyoruz, ben sıkıla sıkıla yürüyorum. Müzeyyen Senar hayranıydım, Behiye Aksoy. O zamanlar ‘küçük Behiye Aksoy’ demişlerdi bana, etkisindeydim de zaten. Kırmızı Gül’ün Alı Var’ı okudum bir kuble. Zaten gerisini de bilmiyorum. Rahmetli Zeki “Derhal sahneye çıkıyorsun, çok güzel bir gırtlak namen var” dedi. Öyle sahne hayatına başladım Ankara’da ilk, sonra İzmir’e fuara geçtim.

Meryem Avrupa çocuğu bizde tükenme hakkı yok



‘Meryem en doğal haklarını istiyor’

Tükenmişlik sendromu konusunda ne düşündünüz sizin de tükenmiş hissettiğiniz anlar oldu mu?

Bize hiç öyle hak verilmedi ki. Öyle bir grip geçirdim ki bugün kafamı kaldıramıyorum, taş gibi... Doktorlar geldi, testler yapıldı, burnumdan bir şeyler alındı, domuz gribinden şüphelenildi, o kadar ağırım. Şirketten arıyorlar “Nebahat Hanım bu hafta çıkmanız lazım”. Öyle bir haldeyim kıpırdamam mümkün değil. Doktor diyor ki “Gelemez.” Yapımcımız cipini gönderdi içinde doktor falan. Odam hastane odası gibi hazırlanmış. Gözlerim şaşı beş bakıyor. Boyadılar beni o sahneyi çektim, gittim. Meryem (Uzerli) Avrupa çocuğu. En doğal haklarını istiyor. Böyle bir şey var mı 18 saat non stop bir kadın olarak çalışıyorsun. Ha bizim setimize inanılmaz bir rahatlık getirilmişti
ve gece çalışmıyordu yönetmen-lerimiz.

‘Yılmaz Paris’e gitmeden iki gün önce gazinoda

Yılmaz Güney’den size duygusal anlamda kalan ne oldu?

Yılmaz Güney’den bana kalan bir okul oldu. Şimdi hatırladım iyi ki öyle bir şey yaşamışım, mesleğime, kendime güvenime çok şey kattı. Çok konuşmayı tercih etmiyorum. Fakat bu bazı insanları rahatsız ediyor. Bir takım kadınlar deniyor bize. Onun ilk nikahlı kadını bendim benim de oydu. “Bazı kadınlar” lafı hoş değil. Nebahat Çehre’nin hiç ihtiyacı var mı birine sırtını dayamasına... Karşı tarafın bu sözlerine cevap da vermek istemiyorum, neticede o da onun çocuğunun annesi. O da çok acılar çekti. Çünkü Yılmaz Paris’e gitmeden iki gün önce gazinoya gelip beni izledi ve öyle gitti. Telefonlar etti. Bugün yaşasa “başım ağrıyor” desem gelecek kadar dosttu. Biz kötü ayrılmadık. Karşı tarafı inciterek, küçülterek konuşulmasın. Çünkü ben onun iki günlük bir macerası değildim ki, dört buçuk senelik bir beraber-liğimiz ve evlilik vardı. Keşke görüşseydik benim bir derdim yok kimseyle. Dizi yapmaya kalkmış galiba. Ben mi acaba prim yapıyorum. İyi de bir ailenin kızı aslında. Yoksa ben Yılmaz’ın kızıyla da Paris’te görüşürüm, geçenlerde doğum günüydü aradım. Benim bir derdim yok.
beni dinledi’


‘Gençlerin alnından öperim’

Yılmaz Güney şu an yaşasaydı ne katardı Türkiye’ye?
Bence Türkiye’de sinema tarzını değiştirirdi, zaten değiştirmeye başlamıştı. Her zaman o duruşun da yanında oldum. Pırıl pırıl gençlerdi. Dev Genç’e de çok yardım ettim. Beni dışlamadılar hiç ve bir takım şeyler benden de istendi.
Ne gibi mesela?
Moral en çok... Bugünkü gençleri de çok tutuyorum. Ben çok umutlu değildim. Teknolojinin kurbanı olarak görüyordum onları. Ama hepsinin alnından öperim. O kadar akılcı yöntem kullandılar ki Gezi olaylarında, dünyaya da çok güzel tanıttılar bizi. Müthişler!

‘İki evliliğim de okul gibi oldu 1994’ten beri kalbim boş’


Hayatınızda tesadüflerin etkisi çok gibi görünüyor. Nasıl döndünüz yeniden oyunculuğa?

Uzun seneler sinemaya ve her şeye ara verdiğim bir dönem yaşadım. İngiltere’de de Hamiyet diye bir arkadaşımın İngiliz arkadaşı geldi, ”Size bir tarot bakayım” dedi. Baktı ve “Sizin bir mesleğiniz var ona dönüyorsunuz ve çok iyi bir yere geleceksiniz”. Bir gün Selim İleri dedi ki “Yedikuleli Mihriman” diye bir hikayem var, birlikte çalışalım”. “Peki” dedim öyle girdim, sonra birkaç dizi ve Haziran Gecesi başladı. Oradaki anneyi Türkiye’de yapılmayan bir anne haline getirdim ve anneye döndü hikaye. Aldığım bütün paramı giyime yatırdım. Başka bir kadın getirdim. Başarılı olmamın nedeni, her türlü yaşam biçimini bilmek yaşamak olmak. İlk evliliğimde daha entel insanlarla yaşadım, onun bir getirisi vardı. İkincide İstanbul’un kaymak tabakasıyla yalıda yaşadım.

İki tarafı da görmüş olmanız şansınız o zaman...

Şans değil, o da benim tercihim. Çok şans vermem insanlara. Bir kere evliliklerimde beraberliklerimde ön planda olan duygularımdır. Dünyayı bana verseler, istemediğim bir insanla yemek yemek, değil ki evlenip beraber olayım. 94’ten beri hayatıma hiç kimseyi sokmadım.

Hiç aşık olmadınız mı onca sene?

Hiç. Bir yemek dahi yemedim. Duygusal bir şey yaşadım orada bitti ve bitirdim onu. Çünkü bundan sonra benim yaşımdaki bir insanın benim topluluğumda benim dostlarımı kabulleneceği bir insan olması lazım. Bu yaşıma uygun, bekar olacak, ben ona hayranlık duyacağım, üretken bir insan olmalı. Piyangodan bir şey bekler gibiyim (Gülüyor).

Haberin Devamı