Gazete Vatan Logo

Mantıkta ve düşüncede yanılgı olur aşkta olmaz

´Utangacım, iki yıl sahneye çıkamadım, hayranlarım yıllarca beni cüce sandı´

Annem ve babamın sevdiği iki erkek şarkıcı vardı. Biri Alpay, diğeri Tanju Okan. Çocukluğumda evimizde devamlı şarkıları çalınan bu iki üstattan Tanju Okan’ı tanıma şerefine erişemedim ama işte Alpay’la karşı karşıyayım. Heyecanlıyım, yanlış bir şey sormaktan korkuyorum. Alpay o kadar kibar, o kadar mütevazi bir adam ki, kısa bir süre sonra onun ünlü olduğunu unutuyor, kendimi eski bir aile dostuna kavuşmuş gibi hissediyorum. 75 yaşına gelen usta şarkıcıyla, Ankara’da sürdürdüğü sakin yaşamını, resimden çizgi romana hobilerini, günümüzün müzik piyasasını, hakkında bilinmeyenleri ve geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan son albümü Aşka Dair’i konuştuk.

* Şarkıcılığa Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken başlamışsınız...

Babamın işleri nedeniyle Ankara’da doğdum, büyüdüm. Ama yedi göbek İstanbullu bir ailenin çocuğuyum. Yazlarımızı İstanbul’da geçirirdik. O zamanlar Suadiye’de bir Dağ Kulüp vardı. Benim kuzenim de Şanar Yurdatapan... Kulübün orkestrasında bas çalıyor. O sıralar Latin şarkılarına meraklıyım. Bir akşam, “şarkı söyle” diye tutturdular. Birinin arkasına gizlenip söyledim. Acayip bir tezahürat oldu. Dağ Kulübün sahibi bana paralar teklif etti. “Söylemem” dedim. Zaten öğrenciydim.

* Sonra...

Grubun şefi Doruk Onatkut dedi ki, “Türkiye’de senin gibi şarkı söyleyen kimse yok. Beraber bir bant yapalım.” Oturduk evde, son derece amatör bir şekilde bir bant doldurduk. Nasıl gitti, nasıl çoğaldı bilmiyorum ama bu banttaki kayıtlar sağda solda çalınmaya başladı. Norma isimli şarkı listelerde bir numara oldu. İki sene boyunca kimse tipimi bilmedi. Ama adımı ve sesimi tanıdı. Hatta adımı Alp Ay yazarlardı.
İnsanlar beni cüce sanıyordu

* Niye ortaya çıkmadınız?

Utanırım... Hâlâ öyle... Yolda yürürken “Aa! Alpay” denmesinden hiç hoşlanmam. Ortada görünmediğim için spekülasyonlar başladı. “Çok çirkin, kambur, cüce... O yüzden saklanıyor” diye...

* İnsanlarla ilk ne zaman buluştunuz peki?

Ankara’da iki büyük konser yaptım. Akabinde İstanbul’da beş konser verdik. Hiç unutmam, 1964 yılıydı. İstanbul Boğazı’na buzullar gelmişti. Yine de insanlar sonunda benim tipimi görecek diye konser alanını hıncahınç doldurmuştu.

* Avukatlık yapmayı hiç düşündünüz mü?

İlk başta düşünüyordum. Çünkü avukatlığın Amerikan filmlerinde gördüğümüz gibi bir meslek olduğunu sanıyordum. Staj yaparken bir baktım alakası yok. Yapım gereği aceleci bir insanım. Yaptığım işin gözle görünür olmasını isterim. Öyle dosyalar arasında sıkışıp, sekiz sene süren davalarla uğraşamam. Okulu bitirdikten sonra reklam ajansı kurdum.

* Ben hep müzikle uğraştınız sanıyordum.

Yok. Müzikten para kazanmak istemedim. “Müzik benim aşkım. İşim başka olmalı” diye düşündüm. Sonra ehlileştim ve müziği iş olarak görmeye başladım. Ama maymun iştahlı birisiyim. Tek bir şeyle yetinemiyorum. Resim yapardım, beş senedir fırçayı elime almıyorum. Canım istemiyor.

* Lisedeyken de genç milli futbol takımındaymışsınız.

Evet, futbolu babamın bir sözüyle, 19 yaşında bıraktım. Ertesi gün maç varken, ben eğlenceden sabah dörtte dönmüştüm. Babam “Ya adam gibi sporunu yap, ya git kızlarla dans et” demişti. Ben eğlenmeyi tercih ettim. O zamanlar zaten futbol şimdiki gibi meslek olarak görülmüyordu. Ortam bugünkü gibi olsaydı, belki disipline girerdim.

* Konser haricinde fuarlarda, kulüplerde hiç sahneye çıktınız mı?

O zamanlar, hiç çıkmadım. Utancımdan yerin dibine giriyordum. Konserlere bile zor çıkıyordum. Sadece stüdyoya girip plak dolduruyordum. Son iki yıldır Ankara’da Piyano Bar’da sahne alıyorum. İnanır mısınız, hayatımda ilk kez sahneye çıkmaktan keyif alıyorum, eğleniyorum.

* Peki dönemin ünlü şarkıcıları ile ahbaplığınız var mıydı?

Dediğim gibi benim meşhur olmakla aram hiç iyi olmadı. Hiç bu camianın içine girmedim. Tanışıklığım olan ünlü sayısı son derece azdır.

* Genç jenerasyon sizi tanıyor mu?

Annesi babası evde doğru dürüst müzik dinleyen insanların çocukları tanıyor. Bir yemekte bir adam, çocuğuna “Sen Alpay’ı tanıyor musun?” dedi. Çocuk tanımadı. Babası “Seni kınıyorum” dedi. Ben de “Kendini kına... Çocuk kendi başına nasıl keşfetsin” dedim. Piyano Bar’a gelen ve şarkılarımı ezbere bilen, çocuğum yaşında gençler var.

“Sen aşk şarkılarının adamısın” diyorlar. Ama ben sosyal şarkılar da söyledim. Fabrika Kızı bana göre hayatını emeğiyle kazanan, hayatla pençe pençe yüzleşmiş kadınların şarkısıdır.

Günümüzde bir şarkıyla meşhur olunuyor

* 40 yıl öncesine dönmek istiyorum. Müzik piyasası o zamana göre nasıl değişti?

Şimdi internette bir şarkıyla meşhur olunabiliyor. Eskiden tek bir kanal ve radyo vardı. O günün koşullarında meşhur olmak, fark edilmek öyle kolay bir şey değildi. O zaman Türkçe şarkı da yok. İspanyolca...

* İspanyolca biliyor muydunuz?

Yok. Üç beş kelime... Kulağım iyi olduğu için sözleri çıkarıp ezberliyordum. Herkes beni İspanyol sanıyordu ama... Demek istediğim, işler daha komplikeydi. Şimdi ilkokul şarkısı niteliğindeki basit şarkılar ses getirebiliyor. Müzik toplumun gelişmemiş zevklerini parlatmak değildir. Toplumun dinlediği değil, dinlemesi gerekeni vermektir.

* “Aşka Dair” kaçıncı albüm oldu?

Sayı sorma, hiç bilmem. Ama bana göre ilk albümüm. Çok heyecanlıyım, çok önemsiyorum bunu.
“Yükte hafif, yürekte ağır...” sözünü Ahmet Hakan’ın bir köşe yazısından almışsınız. Yazı neyle alakalıydı?
Yazının neyle alakalı olduğunu hatırlamıyorum. Laf çok hoşuma gitti. Bir aşk şarkısında kullandım. Her laf elli kere kullanılmış olabilir. Ama orada okuduğum için kaynağını belirtmek istedim.

* Cahit Külebi ve Orhan Veli’nin birer şiirini yorumlamışsınız...

70’li yıllarda radyoda, “2 Şarkı, 1 Şiir” isimli bir program yapıyordum. Bir gün Cahit Külebi aradı. Dedi ki, “Alpay, sen Türkiye’nin en iyi şiir okuyan adamısın. TRT benim şiirlerimle bir program yapmak istedi. Ben de ‘Alpay seslendirirse olur’ dedim. Ne dersin?” Bunu büyük bir kompliman olarak gördüm. Sonra Külebi ile aramızda bir dostluk başladı. Yitirdik kendisini... “Bütün şiirlerimi senin sesinden duymak istiyorum” derdi. Şimdiye kadar şiirlerinden dört şarkı yapabildim.

* Belki şiir albümü çıkartırsınız...

Kendi kendime evde bir kayıt yapmıştım. Bir arkadaşım bunu yayınlamak için çok ısrar etti ama istemedim.

Geçmişe hiç yaslanmadım, üretmeye devam ettim

* 40 yıldan fazla bir süredir üretken olmak, size kendinizi nasıl hissettiriyor?

Hayatım boyunca tek ısrarcı olduğum, vazgeçmediğim konu müzik oldu. Demek ki çok istiyormuşum. Geçmişe hiç yaslanmadım. Birçok şarkım bir numara olsa da, ben üretmeye devam ettim. Şimdi 20 yaşında meşhur olup, 21 yaşında ölen şarkıcılar var. Üretim biterse ölürsün.

* Üretebilmek için nelerden besleniyorsunuz?

“Sen aşk şarkılarının adamısın” diyorlar. Ama ben sosyal şarkılar da söyledim. Fabrika Kızı bana göre hayatını emeğiyle kazanan, hayatla pençe pençe yüzleşmiş kadınların şarkısıdır. Ama bunun devamı yok. Bir de Güven Parkı diye bir şarkı yapmıştım sosyal içerikli... Ama o tanınmadı. 12 dakika süren, senfonik rock’tı. Zor bir şarkıydı. Aşka gelince... Aşk devam eder, sürer.

* Yani en çok aştan besleniyorsunuz.

İnsanı, hayvanlardan ayıran tek duygu aşk bana göre... Kedi köpeğin aşkı olmaz. Aşk, bitmez tükenmez bir malzemedir. O anda yaşamasan da, her an hissedebilirsin. Bir müzik dinlersin, bir dans izlersin, içinde o duygu canlanır.

* Duygusal, romantik bir adamsınız galiba...

Tamamen doğru. Duygularıyla yaşayan bir adamım. “Bir zamanlar şunu sevmiştim. Ne kadar yanlış yapmışım” diyenler oluyor. Düşüncede, mantıkta yanılgı olabilir, duyguda, aşkta olmaz. Türkiye’de insanların özel hayatları vitrinlerde... Bir aşk yaşıyorlar, derken ayrılıyorlar. Sonra “Bu şöyle şerefsiz, böyle bilmem ne...” Ben hayatıma girmiş tüm kadınlara teşekkür borçluyum. Beni kimse mecbur etmedi, kafama silah dayamadı. Demek ki güzel şeyler paylaşmışım. Bitmesi önemli değil. Anlık duygular hayatı besler. Bunları ne kadar çoğaltırsak, o kadar iyi yaşarız.

* Siz evinizde kimleri dinliyorsunuz?

İyi olan her şeyi dinlerim. Belki bin tane albümüm var evde... Ayırt edemem. Bir şarkıda Tom Jones’u beğenirim, diğerinde Elton John’u, Barbara Streisand’ı... Ama hâlâ Türkçe müzik dinleme alışkanlığımın olmadığını söyleyebilirim.

Alpay’ın bilinmeyenleri

* Alpay’ın baba tarafından Naziki Dergahı’na, anne tarafından ise asker ailesi Hersekli Mehmet Ali Paşa, Hüsrev Gerede’ye uzanan bir kökü var. Diyor ki; “Soyla sopla işim olmadı. Kendi yaptığım işlerle anılmak istediğim için soyadımı kullanmadım. Zaten çok uzun olduğundan böyle bir iş için uygun değildi.”
*Ailesinde Fenerbahçeli futbolcular olsa da, Alpay takım tutmuyor.
*Hiç yayınlanmamış bir çizgi roman kitabı var. Bir akşam uykudan önce aklına komik bir öykü geliyor ve başlıyor çizmeye... Basılması için bir çaba harcamamış. Evde kendi kendine doldurduğu albümler gibi, bu kitabı da kendi için yapmış.
*15 yaşında ölen köpeği Rupi için barınakta çok güzel bir mezar yaptırmış. Mezar taşına da “Rupi Nazikioğlu” yazdırmış. Rupi’den sonra bir daha köpek alamamış. Şimdi kedi besliyor.
*Alpay “Ayrılık Rüzgarı” isimli şarkısını farklı bir yere koyuyor. Radyoda dinlediği barok bir müziğin üzerine söz yazıp, plak şirketine götürmüş. Şirket “En fazla beş tane satar” demiş. O şarkı neredeyse bir yıl listelerden inmemiş ve müzik kariyerindeki dönüm noktalarından biri olmuş.
3Alpay sesini korumak için hiçbir çaba harcamamış. Hatta sesinin on yıl öncekinden daha iyi olduğunu düşünüyor.
*14 yaşında başladığı sigarayı, senelerce günde üç paket içmiş. “İnsan gibi içebilseydim, içmeye devam ederdim. Dört taneden sonrası zevk değil, salakça bir alışkanlık oluyor” diyor ve ekliyor, “Sigara sağlığımı mutlaka bozmuştur ama sesimi etkilemedi. Hatta sigarayı bıraktıktan sonra uzun bir süre sesimi kontrol edemedim. Çünkü gırtlağım ona akord olmuş.”
*Dört evliliği, üç çocuğu var. “Bu da maymun iştahlılığımın bir göstergesi” diyor.

Haberin Devamı