Gazete Vatan Logo

"Kültür ve Turizm Bakanlığı kaldırılsın" (2)

Kadir İnanır'la, yeni dizisi "Bütün Çocuklarım"ın setindeyiz. Sinemaya ilk başladığı yıllardan bugünlere bir yolculuk yapıyoruz. İçinde politikanın, 12 Eylül'ün, Hülya Avşar'ın, gönül işlerinin olduğu bir yolculuk...

Sinemadaki yahudiler
"- Bir de Franco Nero'dan daha iyi oyuncuyum, oyunculuğumla ilgilenmiyorlar da özel hayatımla ilgileniyorlar demiştin."

"- O zaman Franco Nero çok gözdeydi onun için söylemiştim. Bu laflan ben söyledim. Boynumuzu kırmanın anlamı yok, sonuçta yaptığımız iş ortada. Yabancı filmleri de izliyoruz. Bir milyon dolara film yapıyorsun, o da en az 50 milyon dolara."

"- Neden bir Türk uluslararası alana girip o fimlerde oynayamıyor?"

"- Olmaz. Önce orada olman lazım. Dünyadaki uluslararası şöhretlerin yüzde 99'u Yahudi'dir. Ömer Şerif de Arap Yahudisi çıktı. Teodorakis'ten Costa Gavras'a kadar...

"- Bu Siyonist bir düşünce mi?"

"- Hayır, Amerika paylaşılırken sinemayı da bunlar almışlar. Bir lobi, bir akraba evliliği gibi. Peki bu nasıl aşılır? Şimdi sorunun Allahı geldi işte. Kültür ve Turizm Bakanlığı hemen kaldırılmalıdır. Ben bu memlekette bir sanatçı olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı asla istemiyorum."

"- Doğru mu duydum?"

"- Aynen öyle. Ne iş yapıyor onlar? Kültür ve sanat mı? Turizm mi? Turizmden diyelim yılda sekiz milyar dolar kazanıyor. Bunun yüzde onunu, yani 800 milyon dolarını sinemaya yatırsa 200 önemli film çekilir. Beş tanesinde dünya çapındaki oyuncuları, yönetmenleri toplasan, Türk oyunculara da yer versen, hem kendi ülkeni, hem oyuncularını bu platforma çıkarırsın. Filmin gücü atom bombası gibidir. Midnight Ekspress lekesini hâlâ silemedik."

"- Gelelim kültüre..."

"- Ödenekli tiyatrolarla Opera ve Bale'yi çıkar, hangi sanat dalına ne yardım yapılmış? 12,5 milyar liraya tiyatro salonu mu kurulur? 25 milyara film mi çekilir? Onun için diyorum ki bu bakanlık kaldırılsın. 30 yıl önce şöyle bir gerçek yakaladım. Kütür ve sanat hareketinin bilinçli bir şekilde önü kesiliyor. Eğitimde de aynı sorun var. Hiçbir şeyden haberi olmayan insanlar ordusu olsun ki onlardan istedikleri oyu alsınlar ve iktidarlarını devam ettirsinler."

Kendimi önemsiyorum
"- Fatsa'daki o çocuğu özlüyor musun?

" - Hayır. Niye özleyeyim ki? O çocuktan hiç kopmadım ben. Türkiye'nin her yerinde film çektim. Halkla öyle bir dostluk kurdum ki ya birinin ağabeyi ya kardeşiyim. Hep söylerim. Öldüğüm gün benim cenazem her evden çıkacak."

"- Kendini çok önemsemiyor musun?

"- Ben yurttaş olarak görevlerimi yerine getirdiğime inanıyorum. Bugün 25 yıllık filmimi seyrediyorum, taş gibi. O filmlerde sosyal meseleler yoksa kabul etmedim. Geride bıraktığım 182 filmin 100 tanesini bir daha kimse yapamayacak. Beş nesil daha onları seyredecek. Ben bu açıdan önemsiyorum kendimi."

"- 22 yaşında İstanbul'a geldin ve bir yılda şöhret oldun. Bu uyum dönemi nasıl geçti?"

"- Bu ailemle ve bu toprağın ortak değerleriyle çok ilintili. Bir de geldiğim zaman öyle bir çevre seçtim. Türkiye'nin en aydın insanlarıyla dostluklar kurdum. O yaşlarda Oğuz Atay'ı tanıdım. 24 yaşında Çetin Altan'ın, Yaşar Kemal'in arkadaşı oldum. Böyle bir altyapım olmasa beni bu piyasada yiyip yutarlardı."

"- Geriye dönüp baktığında kaybettiğin bir şey görüyor musun?"

"- Doğru bir yol seçtim. Ama kendimi yetiştirip işimde başarıyı kovalarken gönül işlerini beceremedim. En çok buna üzülüyorum."

"- Sen de beceremediysen?"

"- Geçici ilişkilerden söz etmiyorum. İsterdim ben de çocuk sahibi olmayı. Ama boşanmaları, ortada kalan çocukları görünce üzülüyorum. Önce herşeyi çözüp sonra evlenmen lazım. Biz evlenip sonra çözmeye kalkıyoruz. Bir ilişkiyi önce tamamlayalım."

"- Ama tamamladığını nasıl anlıyorsun ki? Tamamlamış sanıyorsun, bir bakıyorsun ki olmamış...

Kadir İnanır cevap vermiyor. Anlaşılan "gönül işleri", basketbol ya da heykel gibi uzmanı olmadığı konulara giriyor. Aklıma koyu yeşil badanalı evde, Che afişleri arasında yaşayan Fatsalı deli dolu delikanlı geliyor. Vallahi bir değişiklik yok. Yer yatağı dışında...

Kadir İnanır kızgın: "Eleştirmenler Türk filmlerinin önünü kesmeye çalışıyor"
"- Eleştirmenlere verip veriştiriyorsun. Filmleri eleştirmek kimin haddine, demişsin..."

"- Sinema eleştirmeni diye bir meslek edinmişsiniz. Zaten yılda dört beş film yapılıyor, bunları da yok ederseniz neyi eleştireceksiniz."

"- Gazete patronu olsam bunlara yazı yazdırmam lafını da söyledin mi?"

"- Evet, yazdırmam kardeşim. Sinemanın şu kısır durumunda beş tane Türk filmi için kötü diye yazdırmam."

"- Beş ya da üç film çekilmiş, adam fikrini söylemeyecek mi?"

"- Beğenmezse beğenmez. 300 film çekildiği günlerde böyle diyor muydum? Bugün söylerim. Üç, beş filmin önünü kesmek istiyorlar. Geçici bir süre kaldıracaklar bu düşüncelerini.'

- Bu faşizan bir turum değil mi?

- Değil. Vizyondaki filmi beğenmedim diye yazamazsın. Sana ne? İnsanlar gazeteden okuyor, 'kötü filmmiş, gitmeyelim' diyor. Bu giderek mesleğin yok olması anlamına geliyor."

"- İsim vermeden söylüyorsun. Bütün eleştirmenler için geçerli mi bu?"

"- Hepsi için geçerli. Şu aşamada sinemaya sahip çıkacaksınız. Mesleğime kimse laf söylemesin. Bu lafı söyleyen ister siyasetçi olsun ister holding patronu karşılarına çıkar bütün pisliklerini ortaya dökerim."

Balığı nasıl yiyeceğimi sizden mi öğreneceğim?
Sarıyer'deki Mustafa'nın balıkçı meyhanesini de hatırlıyorum. Bazen istavrit, paramız olduğu zaman lüfer yediğimiz bol rokalı, bol rakılı muhabbetleri de... O gecelerden birinde anlatmıştı. İstanbul'a geldiği ilk günlerde ilk fotoromanını çekiyor. Karşısında rahmetli Sevim Tuna oynuyor. Sevim Tuna o günlerin en ünlü şarkıcılarından. Öğle yemeğinde balık vermişler. Kadir, balıkları eliyle yemeye başlayınca Sevim Tuna ve masadakiler "Aaa bakın ne güzel, elleriyle yiyor" diye dalga geçmişler. Bizimki bozulmuş, bağırmış: "Benim genlerimde balık var, bunu nasıl yiyeceğimi sizden mi öğreneceğim?"

Haberin Devamı