Gazete Vatan Logo

"Kültür ve Turizm Bakanlığı kaldırılsın" (1)

Kadir İnanır'la, yeni dizisi "Bütün Çocuklarım"ın setindeyiz. Sinemaya ilk başladığı yıllardan bugünlere bir yolculuk yapıyoruz. İçinde politikanın, 12 Eylül'ün, Hülya Avşar'ın, gönül işlerinin olduğu bir yolculuk...

Cihangir, Sormagir Sokak'taki bir apartmanın üçüncü katı... Koyu yeşile boyalı duvarlarda, siyah ve kırmızı renkli fırça darbeleriyle yazılmış Özdemir Asaf ve Ahmet Arif şiirleri sizi karşılıyor. Onların aralarına serpiştirilmiş Che Guevera ve Karl Marks posterleriyle, burası alışılmışın dışında bir bekâr evi. Bu görüntüyü bir yer yatağı ve başucundaki bağlama tamamlıyor. Yıllardan 1970 ya da 71... Ve içerde, bu ilginç ortama bir kılıf gibi uymuş Fatsalı bir delikanlı... Kadir İnanır'ın İstanbul'daki ilk "yuvasına" girdiğim zaman gördüğüm bu manzarayı bunca yıl sonra unutmadım.

Cinayeti gördüm
O gün neyse, bugün de aynen öyle Kadir İnanır. Çatalca'da başrolünü oynadığı "Bütün Çocuklarım" dizisinin setindeyiz. Yaygın kanının aksine etrafta şimdilik bir "terör" havası sezilmiyor. Neden mi terör havası?

"- Burada 70 kişi çalışıyor, aileleriyle 400-500 kişi eder. Eğer bu işte başarılı olursak bir buçuk iki yıl bu insanların ekonomik sorunları çözülür. Bir riski de var tabii. Bu kollektif bir iş. Dizi kötü çıkarsa faturasını bir kişi ödüyor: Ben. O yüzden yıllardır bir iş ahlâkı olarak set disiplinini acımasızca kullanıyorum. O zaman bir korku, şiddet yumağı görüntüsü veriyorum sette. Öyle değil aslında."

"- Bu söylediğin yönetmenin işi değil mi?"

"- Adamın bin türlü işi var. Bir de bununla mı uğraşsın. Genç oyunculara eğer başarısız olursak çok alternatifimizin olduğunu anlatıyorum. Herkesin işini ciddiye alması gerek."

"- Tepkilerin çok sert. Bunun zararını gördün mü?"

"- Hayır, hiç görmedim. İnsanların kendine has karakteri var. Söylemesem uyuyamıyorum. Orada önünde bir cinayet işleniyor, görmeden gidiyorsun. Nereye gidiyorsun yahu. Ben gördüm diyeceksin."

"- Çok cinayet görüyor musun etrafında?"

"- Görmez miyim? Bu ülkenin sorunlarından soyut yaşamıyorum ki. Türkiye başına gelen belalardan nasıl kurtulur, insanların gözlerindeki at gözlükleri nasıl çıkardır diye tartışıyorum. Şimdi soracaksın 'o zaman niye siyasete girmiyorsun' diye?"

5 bin kişiyle çözeriz
"- Sordum."

"- Siyasete ancak şöyle girerim. Bana memleketin kurtulması için yürekten yemin edecek 5 bin insan lazım. Savcısı, hakimi, milletvekili, devlet yöneticisiyle 5 bin insan. Bir teki bile yeminini bozmayacak."

"- Bu çok ütopik bir şey değil mi?"

"- 70 milyonluk ülkede bunu yapamazsan olmaz. Bir ülkenin bu kadar dış borcu olur mu? Dış borç, dışarıya bağımlılık demek."

"- Bunun için belirli bir çözüm önerin var mı?"

"- Çözüm önerim? İşte bu gerçekleri çok iyi görecek 5 bin kişinin göreve getirilmesi lazım. Nasıl gelecek? Gelmeyecek diyorsan tek başına çıkıp bağırırsan adamı öldürürler. Bir de parti disiplini var diyorlar. Ne demek parti disiplini anlamıyorum..."

"- Set disiplini var ya burada?"

"- Sette olabilir. Sette sonunda bir şey üretiyorsun. Siyaset bir bilim yahu. Bir gerçeği görüyorsun sana 'sus, bizim partimizde böyle şey olmaz' diyorlar. O zaman istifa et. Bunları söylüyorum, çünkü ben sadece sinema oyuncusu değilim. Okumaktan, herşeyi takip etmekten öldürüyorum kendimi. Yakın tarih bilincini herkesle tartışırım. Bir tek basketten anlamam, piyano çalamam."

"- Onun dışında, komple aydınım diyorsun."

"- Hayır canım yapamadığım şeyleri söylüyorum. Heykel de yapamam mesela. Günde iki saat sadece gazete okuyorum. Sadece gazetenin
birinci sayfasına ya da son sayfasına bak, kaldır at gazeteyi. Yok öyle şey. Altı sayfa spor var yahu..."

"- Ona bakarsan iki sayfa da televizyon var, diziler filan."

"- Ne oluyor o zaman? Franco'nun dediği gibi futbol, fiesta ve fado'yla ülkeyi idare ediyorlar. Bunları söyleyince de ağzına geleni söylüyor oluyorum. Bunlar bilinçli yapılıyor. Bir 12 Eylül geçmiş, insanları doğramışlar. Kimse ağzını açıp da bir laf söyleme cesaretini gösteremiyor. IMF vermiş reçeteyi aynen uyguluyorlar. Ne sendika kaldı, ne toplumsal örgütler. Nasıl konuşmayayım. Ben konuşacağım, sen yazacaksın ki bir uyarımız olacak. Sürekli özel hayatımla ilgilenmenin ne anlamı var?"

Bekarın özel hayatı
"- Yeterince uyarıcı olduk, biraz da özel hayatına girelim..."

"- Komik bir şey söyleyeyim mi? Evime kadın geliyor diye haber yapıyorlar. Yahu gelmezse yapın. Bekâr adamım. Bu yüzden ev değiştirdim. Çünkü yolun üzerinde oturuyordum. Sandala kamerayı dayayıp gelen gideni çekiyorlar. Ama çuvaldızın ucu kendilerine gelince öyle olmuyor. Gazeteci kızın biri g-string giydi. 'Bu nasıl haber olur' diye ortalık birbirine girdi. Siz yapıyorsunuz ya herkese böyle haberleri. O zaman sen de g-string giyme!"

"- Peki ya Hülya Avşar meselesi? O, Türkiye'de jön yok deyince sen bir laf söylemişin, o bir laf söylemiş..."

"- O mesele de çok büyüdü. Jön yok diyor. Biz jön değiliz ki? O da çıkıp demiyor ki ben onları kasdetmedim diye. Oyuncu oyuncudur. Sanatçıların kendilerini çok iyi yetiştirmeleri gerekir. Sadece konuşmak için laf üretilmesin. Bu haberi büyütüyorlar, düşüncesiz bir konuşma nerelere kadar gidiyor."

"- Ama sen de cevap vermişsin."

"- Artık o konuma gelmiş bir kızın sözlerini tartıp konuşması lazım. Benim onda emeğim çoktur. Hastaneye kaldırıldığı zaman kucağımda götürdüm onu. O benim hakkımı ödeyebilir mi? Sert konuşsam bile yine de saygılı davranması lazımdı."

"- Yıllar önce iki bin kadınla yattım demiştin..."

"- O Hızır'ın hınzırlığı. (Gülerek usta röportajcı Hızır Tüzel'den söz ediyor) İlk günlerde çok kadınla beraber oldum filan gibi bir şey söylemiş olabilirim. Zaten matematiksel olarak da uymuyor. Yıllara, günlere bölsen de uymuyor. Sonra Kenan Doğulu da çıkmış, 'Kadir abinin rekoruna yaklaşıyorum' demiş. Bunlar aslında matrak şeyler."


Devamı

Haberin Devamı