Kuaförde bile laptopumu açar romanımı yazarım
Forbes dergisi geçtiğimiz hafta 2011 yılının en çok kazanan yazarlarını açıkladı. Sıralamaya göre en çok kazanan Ayşe Kulin.
28 yılda 23 kitap yazmış bir kadın olarak şu an kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Yorgun...Yayıncı bulmakta 20 yıldan fazla zaman kaybettim. Bulunca da her sene bir kitap yazdım. Yılların öcünü aldım diyelim (gülüyor)... Çok severek yaptığım bir iş. Bana zor gelmiyor yazmak; oturduğum zaman o romanı akıtıyorum. Şimdi de gene yazıyorum; çünkü az vaktim var. Yazabildiğim kadar yazayım diyorum; insan yaşasa da aklı gidebiliyor çünkü.
n Kırılma noktasınız Adı Aylin mi oldu?
Evet, beni okura taşıyan kitaptı. Dün Uşak’a bir söyleşiye gittim. Bana hâlâ imzalamam için Adı Aylin’i getirenler oldu. Artık ikinci kuşak okumaya başladı.
n 2011 yılında üç roman yazarak herhalde bir rekora imza attınız...
Orada bir yanılgı var. Aslında iki kitap yazdım... Ocak ayında Hayat adlı kitabımı bitirdim; 700 küsur sayfaydı. Yayıncı “Bu çok kalın, ikiye bölelim mi” deyince, kabul ettim. Ve kitabı Hayat ve Hüzün diye tam ortasından ikiye böldük; anılarımın 20 yılı Hayat’ta 20 yılı Hüzün’de kaldı. Peki iyi mi yaptık; bence yapmadık. Çünkü kapak aynı. Üstünde hangi yılları anlattığı yazıyor ama hiç kimse buna dikkat etmedi. Aynı kitap zannettiler; kimi Hayat’ı kimi Hüzün’ü satın aldı... Bu, bir dörtlemenin son kitabıydı; Veda, Umut, Hayat, Hüzün... Türkiye’nin yakın tarihini ailem üzerinden anlatan bir roman bu. Ancak aynı şeyi yazmaktan sıkılmıştım. Çok değişik birşey yazmak istedim ve Gizli Anların Yolcusu’nda eşcinsel bir aşkı anlattım. Araştırma da gerektirmedi. Hiçbir yorgunluğu olmayan çok keyifle yazdığım bir kitap oldu. Veda’dan beri hep geçmiş dönemleri araştırmıştım çünkü. Oturayım masamın başına, internete falan girmeden yazayım istedim. Bu nedenle de çabuk bitti ve aynı yılın sonuna yetişti.
Türkiye’de soylu aile yok, asaleti olan bir ülke değiliz’
71 yaşındasınız ama maşallah hiç göstermiyorsunuz...
Yaşımı göstermediğimi çok söylüyorlar. Genetik bir şey; annem de anneannem de babam da göstermezdi. Hiçbir estetiğim yok; yüzümü de çektirmedim. Ama ucuz krem almam, kreme çok para veririm. Haftada 2 gün de pilates yapıyorum. Astımım var, nefesime iyi geliyor. Arabamı çok az kullanırım, mümkün olan her tarafa yürürüm. Metroya otobüse de çok binerim.
- Sizi sokakta tanıyorlar mı?
Otobüse binenler pek tanımıyor; daha çok restoranlarda tanıyorlar. Roman yazan birinin halkın içinde yaşaması lazım. Kendinizi fildişi kulenize çektiğiniz zaman kopukluk oluyor; onlar ne konuşur, ne yer ne içer bilmezseniz romana Fransız kalırsınız; benim romanlarımda özellikle de öykülerimde çok fazla sıradan insan geçer...
- Ama biz Elif Şafak ya da Murathan Mungan’ı otobüse binerken görmüyoruz...
E beni görüyorsunuz, ben biraz daha değişik yapıdayım. Bana bazısı tanımadan ‘beyaz Türk’ diyor; ben de “ben kendimi sarışın Türk olarak biliyordum” diyor, gülüyorum....
n Soylu bir aileden geliyorsunuz ama...
Soylu aile mi var Türkiye’de Allah aşkına... Asaleti olan bir ülke değiliz ki biz; Osmanlılarda da yoktu, Selçuklularda da... Soylu aile yerine,
‘Bu kadar övgüyü hak etmiyorum, alt tarafı bir yazarım’
Tamamen hayal ürünü olan Gizli Anların Yolcusu adlı son kitabınıza çok tepki gelmesine kızdınız mı?
Twitter ve facebooka çok yorum yapıyorlar ama ben hiçbir şekilde bunlara girmiyorum. Çünkü insanların bu sistemden dolayı özellerinin kalmadığına inanıyorum. Dolayısıyla hakkımda söylenen güzel şeyleri de kötü şeyleri de duymuyorum; belki de iyi oluyor. Çünkü abartılı övgüler geliyor, onlar da insanı şaşırtabilir. Abartılı yergiler de geliyor; onlar da boş yere üzebilir. Doğru yaptığına inanıyorsan bunları duymana gerek yok... Ben bu övgüyü, bu kadar çok tapınmayı hak etmiyorum; alt tarafı bir yazarım ve birer roman yazıyorum. Ama bu kadar nefret edilmeyi de hak etmiyorum çünkü kimseye bir kötülük yapmıyorum, beğenmeyen okumasın. Tabancayla sattırmıyoruz ki kitapları...
- ’Gay değilsen gaylik; Kürt değilsen Kürtlük üzerine yazma’ mı deniyor?
Bir Gün kitabımı yazdığımda aynen böyle bir tepki aldım; “Sen kim oluyorsun da bunları yazıyorsun, sen Kürt müsün” dediler. Kürt değilim ama Kürtlerle ilgili bir roman yazma hakkına sahibim; gay değilim ama gaylerle ilgili de bir roman yazma hakkına sahibim... Gaylerle ilgili yazdığım romanı da iyi ki yazmışım; birkaç tane daha da kesinlikle yazmayı düşünüyorum. Neden? Çünkü çok fazla gay var ve gizli yaşamak durumunda kalıyorlar. Orantı olarak düşünürsen, çok az kitap yazılmış haklarında. Bu konunun Türkiye’de normalleşmesi lazım. Bu normalleştirme yollarından biri de bunu edebiyata sokup işlemektir.
‘Veda’dan beri maddi endişem yok’
En çok tepki Bir Gün’e mi oldu mu?
Evet. Çok ölüm mesajları aldım o aralar... Bizim halkımız duygu seline kapılıp mantığını kullanmayı hiç sevmeyen bir halk. Bunu bir spor karşılaşmasının sonunda bile görebiliyorsunuz. Biraz şuursuzca davranan insanlarız...
- Yazacağınız konuyu seçerken satar veya satmaz kaygınız olmuyor mu?
Artık yok ama başlarda tabii ki vardı. Çünkü o zamanlarda da kitaplarımla geçiniyordum ve bu kolay bir şey değildi. Fakat Veda’dan beri böyle bir korkum yok. Yayıncı kitabımı 100 bin basıyor ve bana parasını direkt ödüyor; satılsın ya da satılmasın. Bu da yayıncı için prestij oluyor herhalde yoksa ben 100 bin bas demiyorum... Onun için bir telaşım yok.
- En çok satan yazar olunca egoya ne oluyor; tepelerde mi geziniyor?
Benimkine hiçbir şey olmadı. Çünkü 4-5 senedir zaten en çok satan ilk 3 kişi arasındaydım. Adı Aylin’i yazdığım yıl da en çok satan oldum ama o zaman böyle listeler yayınlanmıyordu. Çok satabilirsiniz, 2’nci veya 3’üncü de olabilirsiniz; hiç önemi yok benim için. Önemli olan kitabınızı okura sevdirmek. Tutun ki ikinci oldum; benim için ne fark eder? Gene herkes okuyor, gene 100 bin basıyorum, gene herkes kuyruğa giriyor.
- Lüks bir hayat mı yaşıyorsunuz?
Hayır. Haftada iki gün ütülerimi yapmak için bir yardımcı gelir. Onun dışında her sabah 06.30’da kalkarım; market alışverişimi kendim yaparım, yemeğimi pişirim, çamaşırımı, bulaşığımı yıkarım. Benim 4 çocuk 8 torunum var. Oldukça geniş bir aileyiz. Bu ailenin içinde yardım edilmesi gereken kişiler olabiliyor, her yıl bağış yaptığım kurumlar da var. Marka zaten taşımam, sevmem. Marka kullananlara da biraz tebessüm ederek bakıyorum; gösteriş merakı gibi geliyor. Mücevher de almıyorum çünkü bana ailemden o kadar çok mücevher kaldı ki, takamıyorum bile...
“Ödül verdikleri zaman ‘ayıp olmasın diye’
gidip alıyorum”
Ödüllerin sizin için anlamı var mı?
İlk yıllarda aldığım Sait Faik ve Haldun Taner ödülleri arkama büyük bir rüzgar koydu doğrusu... Çok da iyi geldi. Çünkü 20 sene yayıncılar beni kabul etmedi ve ben de, “Bakın gördünüz mü, ben de varmışım” dedim. Ama sonra ödülün de o kadar müthiş bir etkisi olmuyor. Pekçok kurumdan ödül geliyor; verdikleri zaman da ayıp olmasın diye gidip alıyorsunuz; 50’den fazla ödülüm vardır.
- Genç yazarlara birkaç tavsiye verseniz...
Çok iyi bir gözlemci olmalarını tavsiye ediyorum... Halkın içinde dolaşmalarını öneririm... Ve de bol bol okumalılar. Orhan Pamuk’u bu kadar başarılı kılan etkenlerden biri.
‘Gaylerle ilgili mutlaka birkaç roman daha yazacağım’
En çok satan yazar olmanın sırrı ne?
Sırrım insanlar arasında dolaşarak yazıyor olmam; hayatın içinden yazıyor olmam...
-Ama roman yazmanın da bir matematiği yok mu? Mesela mutlaka aşk olmalı mı?
Yoo... Aşksız da roman yazdım, mesela Köprü... Bakarsanız Adı Aylin de bile aşk yok, maceralar var. Kalemin kendine ait bir tadı var; yemek yapmak gibi. Herkes pilav yapar ama birinin ki, muhteşem olur. Bu Allah’ın verdiği bir yetenek bence... Anlattığınız şeyi nasıl anlattığınızla ilgili...
- En beğenerek okuduğunuz Türk roman hangisi?
Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” sı benim için bir baş yapıttır. Onu okurken “Allah’ım keşke bu kitabı ben yazmış olsaydım” dedim. Ama mesela onun ödüller alan, diğer dillere de çevrilen Kar romanını hiç sevmedim, çok yapay buldum. İnandırıcı gelmedi... Elif Şafak’ın da ilk romanları benim için inanılmaz güzeldi; Baba ve Piç, Mahrem, Pinhan gibi. Ancak Aşk için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İskender’i ise henüz okumadım; okuyacağım... Ben de şu anda Doğu’da büyüyen Doğu’dan gelen birini yazıyorum. İskender’in de konusu aynı. O yüzden onu okumadan yazarsam ve benzerlik olursa sonra kimseye birşey anlatamam... Bir de dediğim gibi gaylerle ilgili birkaç roman daha mutlaka yazacağım.
- Elif Şafak İskender için Londra’ya gitmişti... Siz de yazarken kendinizi kapatıyor musunuz?
Benim öyle bir lüksüm yok, çok kalabalık bir ailem var. Cart diye telefon çalar ve gelinim, “Hastalandım gidip çocuğu okuldan alır mısın” diyebilir. “Roman yazıyorum alamam” mı diyeceğim.
- Peki yazım süreciniz nasıl işliyor?
Sabah erken kalktığım için 4 saat falan yazıyorum. Gün içinde de vakit buldukça... Laptobumu her yere götürürüm ve her fırsatta yazarım. Kuaföre bile götürüyorum; saçım boyanırken çok vakit geçiyor, oturup yazıyorum. Vapurda, otobüste, havalanında da yazıyorum. Yazıya konsantre olduğum anda hiçbir şeyi duymuyorum. Bunu herkes yapamayabilir. Dedim ya bildiğiniz yazarlardan değilim (gülüyor)