Karadeniz insanına ‘Kayıkla aya gidelim’ dersen, nasıl gideceklerini düşünürler
Oyunculuğu Topkapı Otogarı´nda bilet keserken öğrendim
Şu sıralar her taşın altından o çıkıyor. “Babasının oğlu” adlı tek kişilik stand up şovu... Senaryosunu yazdığı ve futbolda şike olaylarını anlattığı “Aut” adlı oyunu... 5’er Beşer adlı TV dizisinde canlandırdığı ve fenomen haline gelen İsmail karakteri... Son olarak “Sümela’nın Şifresi”nin Temel’i... Bin bir surat Alper Kul’la bir araya geldik. Hem sizler için onu daha yakından tanıdık, hem de Karadeniz insanıyla ilgili gözlemlerini dinledik.
* Filmografinizde birçok dış yapım film ve dizi var. Nereden buldular sizi?
Amerika’da, Indiana Üniversitesi’nde tiyatro okumuş olmamın etkisi var. İnternet sitemden bana ulaştılar. Kara bir çocuk olduğum için, Müslüman terörist kontenjanından, yabancı sinemacıların ilgisini çekiyorum. Öyle İngiliz delikanlısı rolü gelmiyor. Ya Afgan mülteci, ya Iraklı kaçakçı, ya Suriyeli dolandırıcı... Batılılar’a kötülük yapan Doğulu bir tipe ihtiyaç olduğunda rağbet görüyorum.
* “Güneşi Gördüm”de rol aldığınız kısacık sahnede de, bir teröristi canladırmıştınız.
O rolün, hayatımda önemli bir yeri vardır. Filmde belki bir iki dakika gözüktüm ama insanlar o sahneyi günlerce konuştu.
* Senarist Adem Kılıç, “Babamın Oğlu” oyununu izledikten sonra “Sümela’nın Şifresi”ndeki Temel rolünü size önermiş. Oyunu anlatır mısınız?
Babam Trabzonlu... 1965 yılında kadınlarla daha yakın bir ilişki kurabilmek için Trabzon’dan İstanbul’a göç ediyor. Oyun babamın milli olma hikayesiyle başlıyor, sonrasında yaşadığı 35-40 yıl içerisinde kadın erkek ilişkilerinde bocalamasıyla devam ediyor. Bunu da aile sosyolojisine dayandırıyor. Oyunun finalinde babam diyor ki: “Ben Fındıkzade’de bir kızın elini tutmak için iki sene peşinden gezerdim. Şimdi Facebook’ta iki günde birini bulamazsan adama salak diyorlar.” Nasıl oldu da ilişkilerde böyle hızlı bir dönüşüm olduğunu, babam ve onun jenerasyonu anlamakta zorlanıyor.
* Siz oğul olarak bu oyunun neresindesiniz?
Babamın hayat hikayesiyle benimki paralel gidiyor. Onun Trabzon’dan İstanbul’a geliş öyküsü ile benim İstanbul’dan Amerika’ya gidiş öyküm çok benzer. Yaşlarımız da aynı... Dizilerden tanıdığımız Amerika özgürlükler ülkesi... Sarışın kızlar var, bol para var. Yağız kara delikanlılara, Amerikalı sarışınlar hasta diye biliriz ya... Bir heves gittim Amerika’ya...
* Ne buldunuz peki?
Havaalanına indiğim an, Amerikalı kızların çoğunun zenci olduğunu fark ettim. Mezheplerinin o kadar geniş olmadığını da bir hafta sonra acı bir şekilde tecrübe ettim. (Gülüyor) Bir ay sonra para kazanmak için çim biçmeye başlayınca Amerikan rüyasının gerçek dışı olduğunu anladım.
* Babanız oyunu nasıl buldu?
Bütün sırlarını ifşa etsem de, çok büyük olgunluk ve mutlulukla karşıladı. Sümela’nın Şifresi nedeniyle oyuna kısa bir ara verdik. Ocak ayı itibariye bir turnemiz olacak.
Komedi daha zor ve risklidir
* Hem dramalarda, hem komedilerde oynuyorsunuz. İkisini birden tercih eden, fazla insan yok galiba...
Şener Şen ikisinde de çok başarılıdır ve güzel bir örnektir. Komedi, dram diye ayırmamak gerekir. Teknik bilgiyle ikisini de yapabilirsiniz.
* Ama komedi pek tercih edilmiyor.
Komedi daha zordur, risklidir. Komedide zekanla hayranlık uyandırmalısın. Bunun için de ya çok yetenekli, ya çok donanımlı olman gerekir. Dramada böyle bir şart yok. Fiziğinle de etkileyebilirsin insanları...
* Siz donanımlı mısınız, yetenekli mi, yoksa her ikisi de mi?
Benim yeteneğim yüzde 1 ise, donanımım yüzde 99’dur. Çok çalışkan birisiyim. Canlandırdığım karakterin, yazılı olmayan sahnelerini yazarım. Nereden geldi, anası, danası, sevgilisi kimdir, ne yapar, ne eder... Bunlardan yola çıkarak bir alt metin yazarım.
Oyunculuk laboratuvarım Topkapı Otogarı’ydı
* Çocukluğunuzda gider miydiniz Trabzon’a?
Biz Trabzon Faroz’luyuz. Tüm yazlarım orada geçti. Deniz, balık, kayık, güneş...
* Küçükken yaptığınız gözlemlerin, Temel rolünü canlandırırken faydasını gördünüz mü?
İyi bir gözlemciyim gerçekten... Ama bu yeteneğimi Trabzon’da değil, Topkapı Otogarı’nda geliştirdim.
* Nasıl?
Babam otobüs işiyle uğraşırdı. Çok uzun süre Topkapı ve Esenler otogarında bilet kestim. O zaman Anadolu’dan İstanbul’a gelen insan ilk olarak otogarı görürdü. Kız kaçıran... Karısını vuran... Ne ararsan var. Bundan daha güzel bir oyuncu laboratuvarı olamazdı. Herhangi bir yolcuyu çevirsen, hikayesinden en az iki perdelik oyun çıkar. Ayrıca her ilin diyalektini gözlemledim. Kapıdan içeri giren kişinin Diyarbakırlı mı, Urfalı mı olduğunu anotamik yapısından anlıyordum.
* Size Temel rolü teklif edildiğinde ne hissettiniz?
Açıkçası çok büyük bir sevinç yaşamadım. Bir fıkra kahramanını canlandırıyorsunuz. Geçmişiyle ilgili bildiğiniz tek şey Fadime diye bir sevgilisi olduğu, Dursun ve İdris isimli iki yakın arkadaşı olduğu... Sık sık bir Fransız, bir Amerikalı ve bir İngiliz’le dolaşan, garip bir mizah anlayışına sahip, tüm Türkiye’ye mal olmuş bir karakter. Bu karakteri ete kemiğe büründürmek, riskli bir işti. Epey kafa yorduk.
* Karadenizliler bu filme neden gitsin?
Film Trabzon, Gümüşhane, Rize havarisinde çekildi. Karadeniz tanıtım filmi gibi oldu. Temel’in arkadaşlarıyla yaşadıkları saçmalıklara bol bol güleceklerini sanıyorum. Ayrıca aşk var işin içinde... Temel, Trabzon’un en zengin ailesinin kızına aşık olur. İnsanın içini burkan, hüzünlü ve komik bir aşk...
Karadenizliler her konuya ‘Neden olmasın?’ diye yaklaşır
* Senaryoyu okurken, babanızla ilgili hikayeler canlandı mı kafanızda?
Babam Temel zaten... Başından geçen bir sürü hikaye Temel fıkrası gibi...
* Bize gerçek hayattaki Temeller’in bir portresini, çizer misiniz?
Biz Trabzon’da bir komedi filmi çektik. Ama etrafımızda çok daha komik olaylar vuku buldu. Kurdukları cümle yapısı, düşünce biçimleri zaten fıkra... Beraber yaşarken, herkes aynı düşünce yapısında olduğu için bu farklılığın farkında değillerdi. Bence 50’ler ve 60’lar sırasında yaşanan ekonomik göç sırasında Karadeniz’den İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e göç ettiklerinde fıkra kahramanı olduklarını anladılar.
* Niye farklılar peki? Buna kafa yordunuz mu?
Yordum ve şöyle bir teori ürettim. İklim çok sert. Dağlar var, dereler var. Dere taşıyor, sel basıyor, fırtına kopuyor, sis basıyor. Yaşam şartları çok zor. Toprak yok. Çok dik yamaçlar var. Sadece mısır, kara lahana, fasulye gibi kökü sağlam olan sebzeler yetişiyor. Proteini bir tek hamsiden alıyorlar. Yani kıt besleniyorlar. Hayatta kalabilmek, normal düşünce yapısının haricinde pratik bir zeka gerektiriyor. Normal bir insan selden kaçarken ağaca çıkar, Karadenizli hemen iki ağaç arasına halat gerer. Bu yüzden mucittirler. Ben Karadeniz’de normal düşünce yapısına sahip insanların doğal seleksiyona uğradığını, pratik zekalıların hayatta kaldığını ve bu kişilerin birbiriyle evlenerek pratik zekalı çocuklar dünyaya getirdiklerini düşünüyorum.
* Halbuki biz “Karadeniz insanı algıda yavaşlık yaşar” diye biliriz.
O algıyı algılamak için, farklı bir algıya sahip olmak gerekir.
* Örnek verir misiniz?
Bu düşünce yapısı insana “Neden olmasın?” sorusunu sordurur. Karadeniz insanına bir şey önerdiğinizde reddetmez. Misal “Kayıkla aya gidelim” dersen, nasıl gidebileceğine dair kafa yorar. Çünkü hayatta her şey olabilir.