Kanser bir salgın ama pratik çözümleri var
Keten çanta, arap sabunu, halk ekmeği
Türkiye’de kanser ve kanserle mücadele denince akla gelen ilk isim şüphesiz ki Prof. Dr. Erkan Topuz. 1994 yılından beri İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Müdürlüğü’nü yürüten Topuz’un üzerimizdeki etkisi artık o kadar büyük ki, o “ye” derse yiyor, “yeme” derse duruyoruz. Ama artık ne yiyeceğimizi de şaşırdık. Çünkü elimizi neye atsak kanserojen içeriyor... Nitekim Alfa Yayınları’ndan çıkan ve Prof. Dr. Erkan Topuz’un editörlüğünü yaptığı kitabın adı bunu bir çırpıda özetliyor: “Kanser Salgınını Önlemek için 101 Çözüm Önerisi.” Yani kanserden sanki bulaşıcı bir hastalıkmış gibi bahsediyor kitap... Peki, bu salgını durdurmak için ne yapmak gerek? Toplumlar, devletler önlem alana kadar bizlerin bireysel bir çabası olabilir mi? Tabii bir de Erkan Topuz bizzat kendisini nasıl koruyor?
Kitabın adı; “Kanser Salgınını Önlemek İçin 101 Çözüm Önerisi.” Yani kanseri bir salgın, beklenen bir afet olarak yorumluyorsunuz...
1945’ten bu yana dünya, çok basit kar-zarar hesaplarıyla hareket etti. Birçok ürün piyasaya çıktı ya da üretim yöntemi kullanıldı. 8-10 sene sonra da bunların kanserojen olduğu görüldü. 2020-25 yıllarında 20 milyon kişi kansere yakalanacak. Çünkü çevre problemleri giderek artıyor. Bugünse kanserojen maddeler artık hayatımızın her alanında var. Bu nedenle bu kitapla okurları, halkı kansere karşı uyarmak ve pratik çözümlerinin olduğunu göstermek istedim.
Kanserojen maddeler hayatımıza ne kadar girdi?
Çocuk daha anne karnına düşmeden kanserojen maddelerle karşı karşıya kalıyor. Çünkü anne ve baba bu tür maddeleri taşıyor. Hele bir de anne herhangi bir kanserojenik endüstriyel yerde çalışıyorsa... Mesela yapılan araştırmalar çocuğun anne karnındaki yüzdüğü sıvıda, 200 tane kimyasal maddenin tespit edildiğini gösteriyor.
Göbek bağında ise 270... Bu nedenle annenin 6 hafta organik beslenmesi lazım hatta altı ay. Dünyada anne sütünden faydalı bir şey yok, ama artık anne sütünde bile kanserojen görülüyor. Sonra o çocuğun yattığı odaya şöyle bir bakalım... Duvar kağıtları ya da yerdeki boydan boya halılar... Bunlar kanserojen içerir. Mesela Amerikalılar çocuklarına ikinci el yatak alır. Çünkü birinci el yatak boyanmıştır da ondan... İkinci el yataklarda ise zamanla kimyasallar azalır. Plastik biberonlar da hatta yumuşatılmış biberonlarda da kanserojen var. Cam biberon kullanın.
Kimyasallardan korunmak için mevsimin en ucuz meyvesini yiyin organik ya da halk ekmek alın
Kanserden korunmak için bireysel olarak neler yapabiliriz?
Bir kere beslenmenizi düzelteceksiniz. Mevsimin en ucuz meyve ve sebzesini yiyeceksiniz. Çünkü onda kimyasal az. İmkanınız varsa bazı sebzeleri balkonunuzda yetiştireceksiniz. Mesela buğday filizini balkonunuzda yetiştirip, salataya katabilirsiniz. Balkonunuzda yine çok rahat organik domates yetiştirebilirsiniz. Ufacık bir bahçeniz varsa pek çok bitki de... Karahindiba gibi. Çok değerli bir bitkidir. Sonra bir ete, beş sebze yemek gerek. Tabii ki kırmızı ette dikkat etmek gerek. Süte de...
Süt mü niye? Bir de kemiklerimiz ne olacak?
Hayvanlara büyüme hormonu verildiğinden ve bu da kanserojen içerdiğinden ne yazık ki süte geçiyor. Çocuklara vermeyin demiyorum, yoğurt yapabilirsiniz. O zaman faydalı olur. Çünkü yoğurtta üç tane bakteri vardır, sizi kanserden korur. Marketlerdekiler ne yazık ki şoklandığı için bu bakteriler ölüyor. Bu yüzden günlük pastorize sütlerle siz yoğurt yapabilirsiniz. Beyaz şekerden uzak durun ama esmer şekerden de... Çünkü esmer şeker beyazın koyulaştırılmış kaynatılmış şeklidir veya ilaçlanmıştır. Organik ekmek yiyin. Halk ekmeğin ekmekleri çok güzel. Günde bir tatlı kaşığı bal tüketin ama çiçek balı... Şarküteri ürünlerinden uzak durun. Özellikle de salamdan çünkü içine nitrit var. Meyve suyunuzu da kendiniz sıkıp için.
Kanser en korkulan hastalık... Bunu durdurmak mümkün mü?
Kanser harcamalarının yarısı, kanserden korunma amacıyla kullanılmalı. Şu an aşağı yukarı 300 milyar dolar ödeniyor kanser ilaçlarına. 2025 yılında bu rakam 500 milyar dolar olacak, çünkü kanser oranı durmadan artıyor ve kanser kronikleşiyor. Yani bir kanser hastası eskiden 3 ayda hayatını kaybederken şimdi 10 -15 sene yaşıyor, bu da devamlı ilaç kullanmak demek. Ama belli bir süre sonra ne devlet ne de sosyal sigortalar bunları karşılayamayacak. Tedaviye harcanan paranın yarısını kanserden korunmaya ayırsak dünya tamamen değişir. Ama şu anda doğrudan kanser ilacı üretmek için mücadele veriliyor. “Aman yeni buluşlar yaptım” diyorlar, iyi de adam zaten kanser olmuş. Yeni ilaçlar çıkıyor, “insan ömrünü uzatıyoruz” diye ama kanser artıyor.
35 yıldır bu işi yapıyorsunuz. Hastalarınıza kansersiniz derken zorlanıyor musunuz?
Kanser yükü çok ağır bir hastalık. Bir kere maddi yükü ağır. Ne zengin hastalarım vardır her şeylerini kaybetti. Ama asıl yük, manevi. Çünkü bir hastaya “Sen kansersin” dediğin an sadece o değil tüm ailesi çöküyor. “Kurtaracağım seni” desen de çöküyor.
Zeytin direnç yapar yiyebildiğim kadar yerim, siyah çaydan korkmayın
Kanser beslenme ve yaşam tarzı ile yakından ilintili bir hastalık. Siz de buna göre sık sık “onu yemeyin, şöyle davranın” diye tavsiyelerde bulunuyorsunuz. Bunları siz yapıyor musunuz? Malum, terzi söküğünü dikemez...
Ben birazcık dikiyorum. 22.30 - 23.00 gibi yatarım. Cumartesi ya da pazar fark etmez, 05.30 - 06.00’da kalkarım. Muhakkak kahvaltımı yaparım. Domatesimi, beyaz peynirimi yerim, hem de yaz-kış. Genellikle organik olanını seçmeye çalışırım ve evde de domates salçası yaptırtırım. Bunların yanında bulursam organik, bulamazsam normal yumurta yerim. Esmer ekmek yerim ama kepek ekmeği değil. Yiyebildiğim kadar zeytin yerim. Direnç yapar. Ama seçiminde dikkat etmek gerekir çünkü üretiminde artık ilaç kullanıyorlar. Sonra muntazam olarak sabah yediye çeyrek kala işime gelirim. 35 senedir, saat yedide hastaneyi ben açarım.
Gelince ilk işiniz nedir?
Burada oturur, açık çayımı içerim... Yeşil çay, rezene, anason, zencefil, papatya, kuşburnu gibi bitki çaylarını tercih ederim. Ama normal çaydan da korkmayın, şeker atmadıktan sonra zararsızdır ama anemik olanlar çok fazla içmesin. Ağzıma şeker sürmem, kırk yılda bir belki bir baklava yerim, o da çok ısrar ederlerse. Devamlı meyve yerim. Öğlen yemeğimi hafif geçiririm çünkü çalışıyorumdur; meyve, beyaz peynir veya bir zeytinyağlı yerim. Ama akşam yemeğinde muhakkak bir balık yerim.
Spor yapar mısınız?
Bisiklet çeviririm, disiplinli bir adamımdır, zamanım az da olsa günde belli sayıda bisiklet çeviririm. Yazın dört ay devamlı yüzerim. Sigara içmem, kırk yılda bir içersem kırmızı şarap içerim. Çünkü günde 3 bardak alkol tüketen kadınlarda kanser oranı yüzde 30, günde 1 bardak şarap veya alkol tüketiyorsan kanser oranı yüzde 10 fazla olduğu ortaya çıktı. Ama bundan kastım devamlı içmek, yoksa 15 günde bir-iki kadeh kırmızı şarap içmişsin, zararı yok.
Haftada 3 gün içtiğim balık çorbasının tarifi
Özellikle haftada üç kere balık çorbası içerim. Evde özel yapılır. Hastalarıma da tavsiye ederim. Somonu haşla, içine kereviz, temizlenmemiş satılanlardan kültür mantarı, havuç doğrayıp atın. Soğan, sarımsak ve muhakkak zerdeçal da atın. Kanser için ispat edilmiş en önemli bitkisel madde zerdeçaldır, tümörün büyümesini hemen durdurur. Ama bizdekiler sahte esas olan İran, Hindistan veya Uzak Doğu’dan getirilenler. Sonra akşam yemeğinde de muhakkak zeytinyağlı yerim. Gün içinde muhakkak 1-2 adet elma tüketirim, kabuğuyla... Elma ve soğan kadar şifalı bir şey yoktur. Soğan yememişsem pırasa yerim. Sarımsak her yemeğimde olur. Yatana kadar da yavaş yavaş muhakkak meyve tüketirim.
Çocuğunuzun iç çamaşırını kaynatmadan giydirmeyin
Kanserojen maddelerle daha bebeklikten itibaren bu kadar iç içeysek zamanla insan vücudunun bağışıklık sistemi kansere karşı bir savunma geliştiremez mi?
Vücut kansere karşı savunma geliştirebiliyor ama belli bir yerde yetersiz kalıyor. Zaten dünya kurulduğundan beri böyle bir düzen var. Sirkülasyon halindeki toksik maddeleri elbette bir miktar alıyoruz, vücudun immün sistemi de bunları DNA’ya hasar vermeden yok ediyor. Hatta vücut zaten bazı mikrokanserler de yapar kendi kendine ama onları yine kendi kendine yok eder. Ama şu an dışarıdan o kadar çok kanserojen madde alıyoruz ki, vücudun immün sistemindeki bu mekanizmayı iflas ettiriyoruz. İflas ettirdiğiniz zaman da DNA kırılması başlıyor. Bugün bizim hatta çocuğumuza giydirdiğimiz çamaşırlarda bile kanserojen maddeler var çünkü... Bu yüzden mesela çocuğunuza kesinlikle naylon giydirmeyin. Bunlar petrol ürünleri... Biliyor musunuz, Meksikalılar şeytanın dışkısı der petrole. Sonra beyaz giysiler... Kumaşlar kanserojen maddelerle beyazlatılıyor. Bu yüzden çocuğunuzun iç çamaşırını çok iyi seçin ve kaynatmadan giydirmeyin.
Kitapta klorda da kanserojen olduğu söyleniyor ki, klor şehir suyunun temizlenmesinde kullanılıyor?
Bir buçuk yıl önce bunu dedim ve bilim adamlarından bile eleştiri aldım. Aleyhime yazılar yazıldı. Şimdi açsınlar bu kitabı okusunlar. Klorda kanserojen var! Üstelik su dahil olmak üzere 1400 tane maddenin içinde de klor...
Ama işte sorun burada değil mi? Bu kadar hayatımızda olan bir şeyi nasıl çıkarırız?
Elbette zor. Zaten bunlar kanserejon ama bir yerde de faydalı. Bu yüzden bunları hayatımızdan yavaş yavaş çıkartmak zorundayız. Ama öncelikle içtiğimiz sudan çıkartmalıyız. Bir de biraz dikkat yeterli. Çocuğumuza naylon çanta yerine keten çanta almak gibi. Ya da beslenmesine streç filme sarılı değil de karton içinde satılan yumurta koymak...
Bulaşık makinesinin bir kenarına elma sirkesi koyun
Temizlik ürünlerinde kanserojen maddelerin yoğun olduğu söyleniyor. Bu durumda ne yapacağız? Evi temizlesek bir türlü, temizlemesek başka?
Halılar sirkeli ve zeytinyağlı sabunla silinebilir. Çelikleri karbonatla, yerleri, tahtaları sirke ile parlatabilirsiniz. Hakiki arap sabunu bulursanız kullanın. Bulaşık makinesine gelince... Ya organik deterjan kullanın ya da bir kenarına elma sirkesi koyun ki kanserojen maddeyi atsın diye... İçtiğimiz sulara gelince... Üç ayda bir marka değiştirmekte fayda var. Çünkü, tabii dedikleri doğruysa, bu suların her biri ayrı kaynaktan geliyor. Bu da riski azaltır. Ama plastik kabın içinde çok durmuş olanları tabii ki tercih etmeyin. Tabii ki organik ürünleri tercih edin.
Peki bunların ekonomisi? Çünkü inorganik ürünler açlığın önüne geçmek için üretildi. Daha fazla mahsul almak... Organik ürünlere geçmek herkesin beslenmesini zora sokmaz mı?
Evet, böyle deniliyor. Ama değil. Dünyadaki pek çok organik üretim alanında artık yüzde 100-150 mahsul artışı söz konusu. Ayrıca son araştırmalar organik ürünlerin söylenenin aksine daha çok kalori barındırdığını, yani besleyici olduğunu gösteriyor.