‘İzleyiciyi acı çektirerek değiştiriyor’
Afrika halklarının tarihi en bahtsız, en utanç verici hikayelerle dolu.
24.01.2014 - 19:32 | | Eylem KAFTAN
Amerika’da elli yıl öncesine kadar siyahları beyazlarla eşit görmeyen zihniyet, onları ‘maymundan hallice’ gören babaların çocuklarına aitti. Hal böyleyken Brad Pitt’in yapımcısı olduğu filmde iyi kalpli kurtarıcı beyaz adam rolünü üstlenmesi insana ‘pes’ dedirtse de, yine de gerçekçi anlatımı ve ‘kalp kıran’ oyunculuğuyla 12 Yıllık Esaret hayatınız boyunca izlerken en zorlandığınız filmlerden biri olacak.
1800’lerin New York’unda orta halli ailesiyle mutlu mesut yaşayan Afrika kökenli yetenekli bir kemancı Solomon, ona birlikte turneye çıkma teklifi eden iki müzisyen tarafından kaçırılıp, New Orleans tarlalarında Nazileri aratmayan toprak sahiplerinin yanında köle olarak çalıştırılır. Ağzını açtığı takdirde ipinin çekileceğinden, 12 yıl boyunca ölümle burun buruna yaşayarak, köleliğe razı oluyor. Film hikayenin gerçek kahramanı Solomon Northup’un hatıralarından uyarlanmış. Usta yönetmen Steve McQueen her sahnede yüreğimizin dibinde sıkışmış duyguları başarıyla harekete geçiriyor. Yaşanan gazabın, çaresizliğin karşısında ‘böyle olmuştu’ hissini hep duygusal uçlarda tutmayı başaran film, sinemayla gerçeğin arasındaki ince zarı yırtarak Solomon’un yaşadığı vahşeti her nefes alışında hissettiriyor.
Solomon adaletsizliğe karşı klasik bir kahramanlığa soyunmuyor. Belki gerçeğe dayanmasıydı Hollywood refleksleri ona epik bir kaçış planlayabilirdi. Bilakis Solomon çoğu zaman çaresizliğin bağrında hayatta kalabilmek için bazen sessiz kalacak, bazen arkadaşını efendisinin emriyle kırbaçlamayı reddetmeyecek. Efendisinin Solomon’u seks kölesi olan Patse’yi kırbaçlamaya zorladığı sahne filmin en zor sahnelerinden biri. Oscar yolculuğunda da yıldızı yüksek olan film, insanlığın evriminde zulmün kılıf değiştirerek devam ettiğini de akla getirerek, insanı salondan ‘bambaşka’ olarak çıkarmaya bile talip olabilir.
‘Melekler ve iblislerin çapraz ateşinde’
Ölümsüzlük saplantılı doktor Frankenstein’in ceset parçalarından yarattığı ‘ucube’nin yaratıcısına isyanının hikayesidir Frankenstein.
Bir ruhu olmadığı için toplumla uyum sağlayamaz ama derin yalnızlığı yüzünden de acı çeker.
Onu bu yalnızlığa mahkum ettiği için yaratıcısından intikam aldıktan sonra yüzyıllar sürecek bir yolcuğa yelken açar.
Günümüze yakın bir zamanın gotik ve distopik versiyonunda toplumun dışında yaşamaya tam alışmışken, Frankenstein bir gün ‘onlarla’ karşılaşır. Takım elbiseleri ve lüks arabaları içinde büyük şirketlerdeki işlerine gider gibi gözükürler. Ama gerçekte onlar birer ‘iblis’tir. Cehennemde bekleyen sınırsız iblis kardeşlerinin tekrar dünyaya dönmesi için cesetleri diriltecek teknolojiyi geliştirmeye çalışırlar. Eğer Frankenstein gibi ölüleri diriltebilirlerse iblisler cehennemden inecek, tüm insanları ve melekleri öldürüp, yeryüzünü ele geçireceklerdir.
Neyse ki... Baş melek Mihail tarafından kurulmuş bir şatoda melekler yaşamaktadır. İblisleri de ancak onlar durdurabilir. Peki Frankenstein meleklerin mi iblislerin mi tarafını tutacak? Dünyanın geleceğinin söz konusu olduğu savaşta Frankenstein tarafsız kalmaz. Kasvetle yaratıcı eylemin nefis karışımı olan rock altyapılı soundtrack’iyle Frankestein sırf müzik ve atmosferi için bile kaçırılmaması gereken bir yapım.
Haberin Devamı