İTALYAN “CORRIERE DELLA SERA” GAZETESİNİN ZULÜM GÖREN YAZARLAR LİSTESİNDE YER ALAN ELİF ŞAFAK PAZAR VATAN’A KONUŞTU
“Zulüm görmedim, habere neden konu oldum bilmiyorum”
İtalyan basınında yer alan "Dünyada Zulüm Gören Yazarlar" haberine Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal'in yanı sıra Elif Şafak ve Murathan Mungan'ın dahil edilmesi büyük tepki gördü. Çünkü onlar hakkında açılan tek bir dava yoktu. Kimilerince bir tanıtım kampanyası olarak yorumlanan bu durum için Elif Şafak ise "Sanki birilerini gammazlamışım gibi davranılıyor" diyor.
İtalyan "Corriere della Sera" gazetesinin haberine göre siz de zulüm gören yazarlar arasındasınız. Bu listeye nasıl girdiniz?
Nasıl olduğunu bilmiyorum. Öyle ki haberi Ertuğrul Özkök yazınca öğrendim. Corriere della Sera, beni ne aradı, ne de bir şey sordu. Yazık ki ciddi bir gazetecilik hatası yaptı. Çünkü yazıda kastedildiği gibi zulüm görmedim. Ama Türkiye haberin üzerine atladı ve bunda payımızın olup olmadığı öğrenilmeden yazıldı. Tüm bunlar da bana doğru gelmiyor.
Haberi öğrendikten sonra suskun kaldığınız için eleştiriliyorsunuz...
Suskun durmuyorum aksine önce ne olduğu anlamaya çalıştık. Yayınevimiz (Murathan Mungan'ın da yayınevi olan Metis) gazeteye bir mektup gönderdi, "böyle bir şey yok" diye.
Sizce durduk yere neden böyle bir yazı yazılır?
Bu aslında çok genel bir sorun. Türkiye'nin Avrupa'da sicili çok kara. Maalesef Türkiye'yi iyi bilmeyen insanlar bu yüzden bir konuyu araştırmadan yazabiliyor. Bu yüzden bizlerin "Ne oluyor da bu adamlar bu kadar rahat yalan yanlış haberler yapabiliyorlar" diye düşünmemiz ve kendimize bakmamız gerekli.
İMAJ ÇOK ŞEYDİR
Ortada son derece yanlış bir haber var. Niye kendimize bakalım?
Gerek Hırant Dink'e açılan ve gerekse diğer davalardan ötürü Amerika'dan öyle kaygılı e-mail'ler geliyor ki, anlatamam. Sanıyorlar ki burada herkes tutuklanıyor. Batı'da böyle bir zan uyandı. Fark etmemiz gereken bu. Dahası bu ülkede tam anlamıyla düşünce ve ifade özgürlüğünün olduğunu söyleyemeyiz. Birçok kişi halen yargılanıyor ya da içeride. Bu ayıp da yurtdışındaki izlenimimizi körüklüyor. Bir o kadar Batılı gazeteciler de Türkiye'yi tanımadan çok rahat genelleme yapabiliyor. Ama bunu değiştirmenin yolu kendimize bakmaktan geçiyor.
Sizce hiç bakmıyor muyuz? Mesela kendimize çuvaldız batırmıyor muyuz?
Biz çuvaldızı kendimize batırmıyoruz.
Kime batırıyoruz? Mesela gerek Hırant Dink'e gerekse Orhan Pamuk'a açılan davalarda yasaların değişmesi gerektiği konusunda ortak bir fikir yok muydu?
Şöyle ki, biz çuvaldızı hep birbirimize batırıyoruz. Oysa benim sana çuvaldız batırmamın faydası yok. Mesela bu haberle ilgili bize suçluymuşuz gibi davranıldı. Sanki birilerini gammazlamışız gibi...
Bir yazarın dünyada tanınmasında muhalif duruşunun rolü olduğu söyleniyor...
Yurtdışında eleştirel bir konuşma yapıyorsan anında vatanını satmakla suçlanıyorsun. Kol kırılır yen içinde kalır mantığı. Dış ve iç mihraklar arayışından vazgeçmeliyiz. Ne yazık ki Türkiye'de kolektif ruh yok. Entelijansiyada da. Her koyun kendi bacağından asılır diyerek insanlar yalnızlaştırılıyor. Hoyratça hem de. Biri bir kitap yazdığında ilk tepki müstehzi bir gülümsemeyle görmezden gelmek oluyor.
Buna Ermeni Konferansında konuşmacı olmanıza yönelik gelen tepkileri de ekleyebilir miyiz?Bu konferans çok önemliydi, çünkü birçok önyargıyı kırdı. Mesela konuyu kamusal alana taşıdı. Ama en önemlisi kolektif bir çabanın ürünüydü.
Ama konferans tam da bu yüzden eleştiriler almıştı. Konferansın içeriği ve amacı mı anlaşılamadı?
Katılmıyorum. Çok önyargı var. Tek tek konuşanlara bakarsanız kimse aynı fikirde değildi. Kimi soykırım derken kimi de mukavele ağırlıklı düşünüyordu. Ortak nokta, "1915'te bir azınlığa yapılanlarla yüzleşilmesi gerektiği"ydi.
ENKAZLA YÜZLEŞMELİYIZ
"Ermeni tehcirinin yapıldığı 1915'i okumak gerek" deniyor. Ama istanbul'un fethi olan 1453 de okunmuyor, Cumhuriyet'in ilanı 1923 de, 12 Eylül darbesinin olduğu 1980 de...
Tabii ki. Bunu Ermeni meselesi olarak değil bir tarih meselesi olarak görmeliyiz. Ama bizde ulus devlet böyle inşa edildi. Mesela Osmanlıca kelime kullandığım için çok eleştirildim. "Bunlar gerici lafları" diye. Bir toplum böyle ilerleyebilir mi! Hep geçmişe arkamızı dönüp geleceğe bakarak ilerleyeceğimizi sandık. Ama bir ülke bu şekilde hiçbir şeyi tartışamaz. Bu noktada tarihle ilişkimiz çok travmatik. 1915'te bu sorunlu tablonun bir parçası. Türkiye'nin yüzleşmesi gereken bir enkaz var. Bu her ülkenin tarihinde var ama bazıları yüzleşti, biz yüzleşmedik. Dahası biz her ne kadar bunu hatırlamak istemesek de bunu hatırlamak isteyen bir Ermeni diasporası var. Onlar da tam tersine hafızasını bununla doldurmuş. Bunu da kırabilmenin tek yolu da konuşabilmekten geçiyor. Bunun için de ülkemizin üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili takıntımızdan kurtulmamız gerek.
1915'in Ermeniler üzerinde yarattığı travma kesinlikle anlaşılmalı, açıklanmalı ve okunmalı. Ama aynı şeyin Osmanlı'nın savaşa girdiği 1914 travması için de geçerli olması gerekmez mi?Tarih bugünkü haliyle, yani kitaplarda okutulduğu biçimiyle bir yorum. Her egemen tarih anlayışı başka tarih anlayışını bastırarak anlatır. Bu her yerde böyle. O yüzden tarihe şüpheyle yaklaşmak gerek. Daha da önemlisi bizler de Sevr travmasıyla büyüdük. Sadece Sevr de değil. İslam gelecek korkusuyla öğretmen Kubilay travmasıyla da.
Bunu aşmak kolay mı? Elbette değil ama atlatmak durumundayız...
ERTUĞRUL ÖZKÖK’ÜN YAZISI
Bir 'mazlum nişanı' uğruna
İtalyan "Corriere del la Sera" Gazetesi, dünyada zulüm gören yazarlar üzerine bir ilave yapmış. (...) Listeye baktım. Türkiye'den Orhan Pamuk dışında üç yazar daha var. Yaşar Kemal, Murathan Mungan ve Elif Şafak. Yaşar Kemal'i bir yana koydum. Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin birçok ünlü yazarı gibi, düşünce adamı olmanın meşakkatini gerçekten çekti. Ama ya ötekiler? Acaba onlar ne zulüm görmüşler? Mesela Murathan Mungan... Birisi saldırmış, hayatına mı kastetmiş? Devlet alıp hapislere mi atmış? Mesela Elif Şafak? Hakikaten merak ediyorum. Bugüne kadar, kimden ne zulüm görmüş? O genç yaşında başına neler gelmiş? (...)
“ETRAFIMDA HABİS İNSAN İSTEMİYORUM”Neden 'Türkiye entelijansiyası birbirini desteklemiyor" diyorsunuz?
Haset. Üstelik bu çok da yıpratıcı. Amerika'da içim burkularak gözlemledim, mesela İran diasporasında. Bir yazar bir konuşma yapacak, söze tercümanını överek başlıyor.
Yani entelektüellerimiz birbirini çekemiyor. Dertleri ne?
Entelijansiyamız çok İstanbul merkezli. Coğrafi bir hareketlilik yok. Çok yerel. Ankara-İstanbul-İzmir çemberinin dışına çıkılması gerek. Çünkü bu durumda çok küçük bir havuz söz konusu oluyor. Ve insanlar, bir başkasının başarısını kendisinden çalınmış bir hak gibi algılıyor. İyi de okuyan, yazan insanlar böyle yaparsa felsefesini çıkar üzerine kuran politikacılar ve devletin daha şefkatli davranmasını beklemek ne kadar etik?İronik olan da bu. Türkiye'de son 20 yıl içinde siyasi elitte dönüşüm ve kırılma oldu. Ama kültürel elitin önyargılarında değil. Onlar geriden geliyor. Niye?
Mesela yazı değil yazar odaklı bir edebiyat ortamımız var. Şahıslar öne çıkınca da edebiyat dışı şeyler konuşuluyor. Yaş, cinsiyet gibi...
Buna Oray Eğin'in İtalya'da çıkan haber üzerine kaleme aldığı ve özel hayatınızı da içeren yazı dahil mi?
Kim için yapılırsa yapılsın belden aşağı vurularak özel hayatın yer aldığı yazıları tasvip etmiyorum. Buna hep beraber karşı durmalıyız. Çünkü söz konusu kadınlar olunca çok belden aşağı vuruluyor. Bir yazarı yazılarını görmeden kişiliği ile eleştirmek doğru mu!
Ama burada yazarın tavrı da etkili değil mi? Mesela Referans gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Çan'la evliliğiniz üzerine röportaj verdiniz.
Eleştiri bu kadar da belden aşağı olmaz. Bu, kadınlar söz konusu olunca böyle. Entelijansiyamız çok ataerkil.
Maço mu?
Evet. Bunlar çok maço davranışlar. Etrafımda habis insan istemiyorum, ideolojik bakışlar kadar bu da çok önemli. Eleştiriden kaçıyor değilim aksine eleştiri insanı besler ama niyet çok önemli. Mesela bizde bir kadın yazarın saygı kazanabilmesi için yaşlanması gerekiyor.
Ama Türk edebiyat tarihi. İkinci Yeni'nin üç şairiyle aşk yaşamış Tomris Uyar'ı kabul etti?Ama emin olun Tomris Uyar bunun bedelini ödemiştir. Kabul edilmez diye bir şey yok. Ama emin olun çatır çatır da bedelini ödersin. Oysa insanların bana baktığında görmediği şey şu, her bir kitabın arkasında müthiş bir emek var. Ama kadın yazarlar kendilerinden sonra gelenlere bu yüzden çok daha empatiyle yaklaşacakken tam tersine gelin kaynana ilişkisi gibi "ben çektim o da çeksin" derecesine çok daha zalim yaklaşıyorlar.
“ADIM SÖZDE TÜRK’E ÇIKARILDI”"Dört tarafı düşman" sözü ideolojik bir söz olduğu kadar bir travmanın da tarifi. Neden bu sözün sadece milliyetçi kalıbıyla ilgileniyoruz?
Soyut bir şey soruyorsun. Ben de tam tersini gözlemliyorum. Türkiye'de milliyetçilik her yere öyle nüfuz etmiş ki. Hatta kendine milliyetçi demeyenlerde bile bu var.
Türkiye'de gerçek anlamda milliyetçilik var mı?
Var. Hem de farklı dokulara nüfuz edecek kadar. Mesela İngilizce yazmaya başladığımda enletektüellerden "bir Türk yazar anadilini nasıl terk eder" diye eleştiri geldi. Milliyetçilikte ya hep ya hiç mantığı vardır. Ya bizdensin ya onlardansın... Peki biz kim, siz kim?
Her milliyetçilik bunu kendine göre tanımlar.
Şunu anlamaya çalışıyorum. İngilizce yazmanıza yönelik eleştiriler milliyetçilik kılıfıyla söylenen bir kıskançlık olamaz mı? Hele bu ülkede bir İngilizce kompleksi varken. Mimar Sinan'ın mezarı harabe haldeyken, en güzel camilerimiz dökülüyorken bu neyin milliyetçiliği?
Hiç ummadığın köşelerde bile rastlıyorum. Mesela şu tür konuşmalara sol çevreler ve sivil toplum örgütlerinde bile rastladım; "Araplar kötüdür", "Yahudiler cimridir." Bu da Türkiye'ye has değil. Fark şu: Bunları eleştirdiğinde burada iç mihrak oluyorsun. Eleştirdiğim de bu. Mesela benim için "sözde Türk" diye yazılar çıkıyor. Çünkü saf Türk değilim. Var mı böyle bir şey!