Gazete Vatan Logo

'İstanbul Senfonisi' 2010 Kültür Başkenti’ne yakışacak

Piyanist, besteci Fazıl Say, geçtiğimiz hafta gazeteci yazar Uğur Mumcu anısına, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu’nda unutulmaz bir resital verdi.



Keman sanatçısı Patricia Kopatchinskaja’nın bir bölümüne eşlik ettiği konsere; Ahmet Necdet Sezer’den Sabih Kanadoğlu’na, Deniz Baykal’dan Mumcu ailesinin üyelerine kadar çok sayıda isim katıldı. Yankılarının hâlâ sürdüğü bu konserin ertesi gününde Say, Kopatchinskaja’nın solist olduğu, “Haremde Binbir Gece” adlı keman konçertosunun Ankara prömiyerinde de yer aldı. Kısa Ankara programında provalar arasında koştururken konuşma fırsatı bulduğumuz Say’a yeni projelerini, konserlerini, özel hayatını ve “Ankara havasına” uygun olarak biraz da siyaset sorduk.

Yakın zamanda konserler var mı? Mart ayı bayağı yoğun. Paris ve Almanya’nın 12 şehrinden oluşan bir turne var, Mahler Oda Orkestrası’yla.

Şu sıralar bir senfoni üzerinde mI çalışıyorsunuz?

Evet, bu benim ilk senfonim; İstanbul Senfonisi. Besteliyorum şu anda. Eser, ilk olarak Mart 2010’da, Almanya’da seslendirilecek. 2010 İstanbul Kültür Başkenti projesine, 4 konserle ilgili bir proje başvurum var. “İstanbul Senfonisi”nin İstanbul 2010’a çok yakışacağını düşünüyorum.

İstanbul notalara nasıl dökülüyor?


Senfoni dört bölüm olacak. Üçü İstanbul’a olan sevgim, bir bölüm de nefretimle ilgili... Birinci bölümün ismi “Nostalji”. Bildik İstanbul melodisiyle başlıyor, benim bulduğum ama biraz eski zamanlara götüren bir şey... İkinci bölüm “Dans Gecesi”. Üçüncü bölüm günümüz İstanbul’unu anlatacak, kentin negatifliğini. Son bölüm de İstanbul’un seslerine dair olacak.

Ne zaman bitirmeyi düşünüyorsunuz?
Seneye Ocak ayına biter.


Bu heyecan verici. Yakın zamana dair başka somutlaşmış proje var mı?

Konserler nedeniyle çok geziyorum. Gördüğüm kentlerden beni etkileyenler, ilham verenler var. Şehir portreleri gibi bir çalışma düşünüyorum. Her eserde 4-5 şehri anlatan, toplam 10 eserden oluşan bir çalışma bu. İlk olarak viyolonsel için 4 Anadolu şehri; Hopa, Tunceli, Sivas ve Malatya’yı düşünüyorum. Bu kentlere dair benim izlenimlerini yansıtan besteler olacak. Belki oranın yerel bir halk musikisinden yola çıkarak bir şey yapacağım. Üzerinde çalışıyorum.

“Mutlaka yapmalıyım” diye düşündüğünüz ama gerçekleştiremediğiniz kariyerinizle ilgili çalışmalar var mı?



Önemli olan kalıcı ve güzel eserler bırakmak. Müzik adına gerçekten önemli işler yapmak. Yapmışlığım da var ama daha çoğunu yapmak. Örneğin piyano ve bağlama ile “Kara Toprak”... Bu ilk kez yapıldı ve çok ilgi çekti. Benim dışımda yüz kişi daha çalıyor. Bu tür çalışmalarımın çoğalması. Ama bunlar da tabii her gün gelmiyor insanın aklına.

‘Hangi tarafsın’ diye sorarlar adama!


Programda yer almasına rağmen Frankfurt Kitap Fuarı’na neden Nazım Hikmet Oratoryosu gitmedi?
Oratoryodan Bakan’ın vazgeçmek için milyon tane sebebi olabilir; Nazım’ı sevmiyordur, Fazıl’ı sevmiyordur, “Bu adamlarla iş yapmak istemiyorum” diyebilir... Ama bunlar illegaldir. Kendisi “o acılı yoldan” geçmek zorundaydı. Nefret etse bile, konulmuş bir konserin gerçekleştirilmesi gerekirdi.

Size konserin iptal haberi ne zaman iletildi?

Gazetelerden öğrendik. Bakın program Nisan’da belli oldu. Konser Ekim’deydi. İptal edildiğini Ağustos’ta öğrendik. Önceden söyleselerdi, bu programa angaje olmuş sanatçılar ona göre programlarını yapardı. Bu konuda artık son, tek bir cümle söyleyeceğim: Bu adam iyi bir Kültür Bakanı değildir, nokta.

Nazım Hikmet’in Türk vatandaşlığına ilişkin hükümetin aldığı karar konusundaki düşünceleriniz...

Oratoryonun iptal etmesi Bakan’ın kariyerine büyük zarar verdi. Kariyerini kurtarmak için vatandaşlık işine sarıldı. Ama bu doğru değildir. “Sen hangi tarafsın?” diye sorarlar adama. Ayrıca Nazım Hikmet hayranları da bunu affetmez.

Ego zamanla törpüleniyor

Farklı orkestralarla da konserler veriyorsunuz. Kan uyuşmazlığı oluyor mu?

Önemli olan uyuşmak için gayret göstermek. Gayret gösterince sıkıntı olmuyor. Eskiden oluyordu, 10-12 yıl önce. Şefe, orkestraya kızdığım olmuştur. Ama onun sonuç vermeyeceğini insan zamanla öğreniyor. Bir adama, “Sen kötüsün” demek yerine, oradan neyi nasıl daha iyi elde edebileceğini düşünmek gerekiyor... Böylelikle daha iyi bir sonuca varacağını zamanla öğreniyorsun. Herkes bu aşamadan geçiyor. “Niye istediğim olmuyor?” egosu herkeste vardır. Ama elde edebildiği kadarını elde etmesi önemli. Ego da zamanla törpüleniyor.

Konserlere nasıl hazırlanıyorsunuz? Yaptığınız özel bir şey var mı?


İyi bir günümdeysem konserden önce çok çalışmıyorum. Ama parça öğrenme periyodu diye bir şey var. Haftalar, aylar sürer bir konçertoyu, yeni bir eseri içselleştirmek, mükemmel performe etmek... Tabii ki çalışma gerektiriyor.

Peki konserler sonrası neler yapıyorsunuz?


Konser verdiğim kentlerde dostlarım varsa onlarla bir şeyler içip, sohbet etmeyi seviyorum.

Bu jenerasyondan nasıl sanatçı çıkacak?

Konserler nedeniyle çok geziyorsunuz, evinizden, kızınızdan ayrı kalıyorsunuz. Bu tempo yüzünden bir yere ait olmadığınızı hissediyor musunuz?
Ben onun cevabını kendime verdim; “Ben evrene aidim” diye kolayına kaçıyorum (gülüyor). Evet çok geziyorum. Keşke uçaklar daha hızlı olsaydı diyorum. Mesela İstanbul-New York arasını bir saatte gidebilseydim daha iyi olurdu... Ev denilen şey, mutlu hissettiğin ortamdır zaten.

Siz seyahate gittiğinizde ev trafiğiniz nasıl etkileniyor?


İki köpeğim, beş kedim var. Turnedeyken kızım ve hayvanlarımız eski eşimde kalıyor. Bu trafik nedeniyle arabam değil bir minibüsüm var.
n Kızınızın sanatçı olmasını ister misiniz?
Neye yetenekli ise onu teşvik etmek gerekir diye düşünüyorum. Şimdiki çocuklar, eski jenerasyonlar gibi değil zaten. Çok farklı yaşamları var. Çok daha yalnız bir yaşamları var. Sokak yok artık, bizim çocukluğumuzdaki gibi. Evde playstation, bilgisayar falan. Her şey çok görsel ve tek kerelik bazen. Öyle 24 saat uğraşayım, piyano çalışayım, yeni jenerasyonda yok. Bu jenerasyondan nasıl sanatçı çıkacak bilmiyorum doğrusu... Kızım iyi bir klasik müzik dinleyicisi olsa o bile yeter.

Bu kadar ağır lafları haketmiyorum

Bazen söylediğiniz sözler nedeniyle “Popülerlik ile seçkincilik arasında sıkıştığınız” şeklinde eleştirilerle de muhatap oluyorsunuz...


Tamamen yanlış bir tespit ve eleştiri. Yaptığım çalışmalar, kültürlerarasında diyalog sağlama çabalarım... Youtube’u ele alalım. Çalışmalarım için yorum yazanlar oluyor. Ama yine Youtube’da küfredenler, “Bu hain herif böyle çalamaz” diyenler de var... Bir nefret, düşmanlık, anlayışsızlık ortamı. “Size böyle diyorlar” denildiğinde küfür etmişler sana, vereceğiniz cevapta nereye kaçabilirsiniz ki? En fazla “Gideyim daha iyi” diyebilirsiniz.

Gitmek olayında bir yanlış algılama var sanki?

İnsan bu hakaretleri, küfürleri görünce içinden “Ben gideyim daha iyi” diyor. Onlara “Sen git” diyemeyeceğime göre - o benim mütevazılığıma aykırı- gitmek en doğrusu olur, cevap arıyorlarsa benden. Sonuçta herkesin bir tek yaşamı var. Ben bu kadar ağır lafları hak etmiyorum. Ve bizi koruyan bir gökkubbe de yok.

“Cumhuriyetin temel niteliklerinin tehlikede olduğunu...” söylemiştiniz, hâlâ aynı düşüncede misiniz?

Ben bunu dile getirdim ama bu sadece benim değil, bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın da endişesi. Bu memleketi bu kadar ötekileşmiş görmedik. Bunun sebebi illâ ki AKP olmayabilir. Ya da sadece AKP olmayabilir...
n Yurtdışından Türkiye’ye bakıldığında, örneğin Ergenekon’a izlenimler nasıl?
Avrupa’da Ergenekon, faşist teröristlerin toplandığı bir örgüt sanılıyor. Beni en çok sarsan ise, İlhan Selçuk konusunda yaşananlar oldu. O kadar tezat bir durum ki... Bir Fransız gazetesinde, “Orhan Pamuk’u öldürmek isteyen terörist” olarak anıldı. Gerçi sonra bu hatalarını kısmen düzelttiler ama. Onlar, İlhan Selçuk’u bilmiyor. Kim anlatacak? Ben bugün suçsuz yere tutuklansam, beni kim savunacak? Selçuk’u kim savundu. Haksızlıkların olmaması lazım...

Konser, Ergenekon esprisi oldu

Kafalarda sorular var. Ergenekon’da Susurluk mu aranıyor, 28 Şubat mı aranıyor, AKP karşıtlığı mı aranıyor, faili meçhul cinayetler mi aranıyor? Bunların hepsi ayrı konular, ayrı çekmeceler. Susurluk, faili meçhul cinayetler... Bunların ortaya çıkması, açığa kavuşturulmasını ben de çok istiyorum. Ama bunlarla siyasi konular aynı çekmecede olursa, o zaman 50 milyon kişi panik yaşar... Bir insan ideolojisinden dolayı suçlu hissediyorsa, o ülkede bir problem vardır. İsteyen istediğini söyleyebilmelidir. Katılan olur, katılmayan olur ama söyleme hakkın olmalıdır. Ben AKP’nin kültür politikalarını eleştirdiğimde, Bakan Günay’la tartıştığımda, “AKP karşıtı” , “Ulusalcı” diye konumlandırılmak isteniyorum. Oysa benim tek tarafım var, o da sanat tarafım. Beni ilgilendiren budur, kutuplaşmalar değil.
İçinde bulunduğumuz durumdan endişe duyan bir vatandaş olarak bunları söylüyorum. Uğur Mumcu konseri yapmak bile aramızda espri konusu oldu; Silivri’de acaba tavla oynar mıyız falan diye. Bu bir travmadır... Çok parçalanmış, çok ötekileşmiş durumdayız.

Haberin Devamı