Daha’nın hikayesini bir de sizden dinleyelim.
Suriye’deki trajediden canını kurtarıp Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mültecileri, denize açılmadan önceki son duraklarında bir süre saklayan ve zamanı geldiğinde ayarladığı teknelere bindiren insan kaçakçışı Ahad’la ergen oğlu Gaza’nın hikayesine tanıklık ediyoruz.
Daha’da oynadığınız acımasız insan kaçakçısı rolüne nasıl hazırlandınız?
Bir karakterde derinleşmek için yaptığı, ettiği ile ilgilenmek yetmiyor. Bütün bu verilerin sebeplerini de düşünmek zorunda oyuncu. Bu denli kalın hatlı, sert ve empatiden uzak bir karakteri inandırıcı kılabilmek için elle tutulur bir nedene yaslamalısınız sırtınızı. Bu prensiple çalıştım role. Ahad’ın karısı yok, annesiz bir erkek çocuk yetiştiriyor. Eğitimsiz ve muhtemelen berbat koşullarda büyümüş ve şimdi oğlunu da gördüğü, bildiği gibi büyütmeye çalışıyor. Karnı tok ve sırtı pek ise bir insan evladı daha ne ister. Ahad bu acımasız dünyada kimselere muhtaç olmadan yaşamayı yeterli buluyor ve oğluna öğreteceği de bundan ibaret. Her ne koşulda olursa olsun ayakta kal.
Hakan Günday’ın romanından uyarlama yapılırken nasıl güçlükler yaşadınız?
Romandan uyarlama senaryo her daim zahmetli ve sorunlu bir iş. Ahad-Gaza aksındaki bu senaryo, Daha gibi güçlü ve sert bir romandan çıkabilecek birçok senaryodan biri sadece. Hem edebiyat hem de sinema disiplinine oldukça saygılı ve ölçülü bir yaklaşıma sahip.
Tecavüz sahnesinin çekiminde zorlandınız mı?
Elbette zorlandım. Pervin, ben ve tüm set zorlandık. Sahneyi çalışırken hepimiz gergindik. Onur Saylak o sahneyi sağmak yerine kuyumcu titizliğiyle gereği kadar çekecek rafine bir akla sahip olduğu için mümkün olan en az travmayla atlatmamıza yardımcı oldu.
Bireysel vicdan olmazsa olmazdır
Daha’yı son dönemin en iyi filmlerinden biri yapan şey nedir sizce?
Seyirciden bir talebi olmaması ve fakat ona bir taviz de vermemesi. Zor ve sert bir okuma biçimi diyelim. Bu hem Hakan Günday’ın hem de ilk uzun metrajını çeken Onur Saylak’ın kendi sanatlarına yönelik edalarından kaynaklanıyor.
Film güç ve vicdan arasına bir
seçim yapmaya zorluyor karakteri.
Güce tapan tüm toplumların kaderi bu galiba. Bilhassa toplumsal vicdanın kurumsallaşmadığı coğrafyalarda bireysel vicdan olmazsa olmazdır. Vicdansız bir insan yok hükmündedir.
Umut ışığı her zaman var
Daha’nin cümlesini kursanız ne olurdu?
Film açıkça cümlesini söylüyor zaten. “Bir insanın kullandığı ilk alet bir başka insandır.” Bu filmin cümlesidir ve başında yazar.
Baba-oğul çatışması pek çok filmde işlenmesine rağmen bu temaya neden doyamıyoruz?
Baba-oğul çatışması insanlık tarihinin en kadim çatışmalarından biri değil mi? Ben her dem taze bu çelişkiyi üç aşamaya ayırıyorum. Babanın oğula rol model olduğu çocukluk ve ilk gençlik yılları. Oğulun babayla didişerek kendini ondan özgürleştirdiği red dönemi ki; bu dönemde ona benzememek için çırpınırsınız ve nihayet üçüncü devre, yani; tüm gayret ve inadınıza rağmen ona ne kadar benzediğinizi seve seve kabul ettiğiniz olgunluk döneminiz. Aşağı yukarı tüm erkeklerin ortak hikayesi budur. Benim babamla hikayem de budur. Babanız gölgenizdir. İyi veya kötü. Ve gölgenizden kurtulamazsınız.
Filmi biraz karamsar da buldum.
Bu işte mutlu son hayal etme hakkımız yok hiçbirimizin henüz. Haddimizi aşar. Aksi durumda bir farkındalığı da kazandırma imkanı ortadan kalkar. Bunları yok mu sayalım. Gazetecilerin sınır boylarında çelme takarak yere düşürdükleri göçmenlerin yaşadığı bir dünyadan bahsediyoruz. Durumun kaldırmayacağı, gerçek olmayacak kadar iyi niyetli bir yerden bakmaya çalışmak durumu hafifletir ve aslında haksızlık etmiş oluruz. Karamsar mı evet karamsar. Böyle gidecek mi? Böyle gitmeyecek. Umut ışığı her zaman var.
Nelere tutunarak umut edebiliriz?
50’sine vardıktan sonra akıl yoluyla şuraya vardım ki, sanatın bütün disiplinlerin bir tür iyileştirici gücü var. Hayata sarılmak, tutunmak için sanat bir daldır diye bakmaya başladım...
Bana bin vur bir say...
Öncelikle kendinden bahsedebilir misin?
Babam Hollandalı, annem Türk. Hollanda’da doğdum, 10 sene önce İzmir’e taşındık. Şu anda İzmir Anadolu Lisesi’nde 11. sınıf öğrencisiyim.
Daha’da insan kaçakçısı bir babanın oğlunu oynuyorsun? Role nasıl hazırlandın?
Gaza’nın da her çocuk gibi hayalleri ve umutları var. Babasından sevgi ve anlayış bekleyip, acıyı atlatmaya çalışıyor. Fakat yaşadıkları karşısında başka bir yöntem deniyor. Doğallığın bozulmaması için çekimlerden önce kitabı okumamı bile istemediler. Her şey sette başladı.
Baba oğul çatışması pek çok kültürel eserde işlendi. Daha’nın farkı nedir?
Daha’daki ilişki umutsuzluklar içinde yüzen ve kopmaya yakın gergin bir halata benziyor. Diğer eserlerde alınan bir ders, öğrenilen bir şey varsa Daha’da oluşan ama anlaşılmayan bir duygu birikintisi var.
Çok değişik, sinematografik bir yüzün var. Onur Saylak seni nasıl keşfetti?
Türkiye’ye geldiğimiz zaman ailem Şafak Fişek ajansa kaydettirdi. Onur abiler benim yaş aralığımda erkek oyuncu arıyorlardı. Dediklerine göre uzun arayışlarından sonra beni bulmuşlar. İstanbul’a çağırdılar. Görüştük ve “Tamamdır, yapıyoruz bu işi” dedik.
Rolünün ve ilk filmin seni zorlayan yanları oldu mu?
İlk deneyimim olduğu için çok zorlandım tabii ki. Ne yapacağımı, nasıl düşüneceğimi, nasıl davranamam gerektiğini bilmiyordum. Herkesin iyi niyeti ve sevecenliğiyle aynı zamanda setteki deneyimli insanların bana öğrettikleriyle zorlukların üstesinden geldim.
Daha hayatını nasıl dönüştürdü?
Hayatıma bambaşka bir renk katıldı. Hiç hayal edemeyeceğim yerlere gittim ve inanılmaz insanlarla tanıştım.
Daha’nın cümlesi sence nedir?
Daha’nın maskot cümlesi kesinlikle rap şarkı içinde geçen “Bana bin vur bir say”dır.