Gazete Vatan Logo

Her katil bir gün ağlar

Her katil bir gün ağlar

Her katil tüm soğukkanlılığı ile cinayetini işledikten sonra eğer bir evi varsa, evine gidip ailesine sarılmak ister. Tuhaf ve trajikomik bu ikilem ‘katillerin’ ana karakter olduğu, onlarla empati kurmamızı gerektiren pek çok filmde bol miktarda işlenmiştir. Kevin Costner’in uzunca bir aradan sonra ‘geri dönüşü’ sayılacak ‘Three Days To Kill’deki katil karakteri de bu gayri insani mesleğin insani ikilemi üzerinden işliyor: bazen ergenlik çağındaki bir kız çocuğu ile başetmek en azılı katilleri haklamaktan daha zordur.



Luc Besson bu kez senarist kimliği ile karşımıza çıkıyor. Kevin Costner’in bir tür kalburüstü, uluslararası casus Ethan karakteri ile canlandırdığı filmde Ethan’ın özel hayat ve meslek çatışması insanüstü boyutlardadır. Filmin hikayesine gelince... Açılış sahnesinde klişeler diyarından sınırsız tercihler sunan bir girizgahla Ethan rakiplerini bir bir yere serdikten sonra doktordan kötü haberi alır: Beynini saran timör ciğerlerine kadar taşmıştır. İyimser ihtimalle Ethan’ın 3 aylık ömrü kalmıştır. Umursadığı tek bir şey kalmıştır: yıllardır görmediği karısı ve kızına kendini affettirerek yeniden normal bir hayatı olan bir insanmış gibi geçirmek ister son aylarını. Paris’te yaşayan eski karısı ve kızı aniden ortaya çıkan evin erkeğine sıcak bakmazlar. Bu arada ajandan çok Rus escortları andıran, deri elbiseler ve stillotolar içindeki kötü kalpli bir dişi ajan, afeti-devran bu işleri bırakmaya hazırlanan Ethan’a yeni bir misyon verir. İsimlerinden tehlikeli olduğunu şıp diye anladığımız ‘Wolf’ ve ‘Albino’yu yoketmek. Her ikisi de nükleer silahlarla alakalı, dünyanın başına bela kötülükte karakterlerdir, o yüzden bu yolda Ethan’ın verdiği zayiatlara da, döktüğü oluk oluk kana da hiç üzülmeyiz. (Acaba?)

Costner’ın karizması yeter

‘Three Days to Kill’ öldürmenin motivasyonunu bile seyirciye ikna etme zahmetinde bulunmayan, aksiyon sahneleri “çerçöp”ten hallice bir film.

Her katil bir gün ağlar
Yine de Besson’un etkisi olsa gerek, bazı parlak ve kendince absürd sahnelerle kendini izletiyor. Filmin en önemli özelliği ise tüm ‘cheezy’liğine, yani bayat bir peynir kadar iç bayan klişelerine rağmen Costner’i bu geçkin yaşında doğal karizması ve yakışıklılığından taviz vermeyen, soğuk ama duygusal, mesafeli ama kırılgan halleriyle kendine özgü bir auraya kavuşturması. (En son THY reklamlarında görüp, üzülmüştüm ama burada toparlamış karizmayı) Öte yandan Paris’in ortasında bitmek bilmeyen patlamalar, uçan arabalara rağmen polise niye hiç rastlamıyoruz sorusu sanırım şurada gizli: Filmin başında Ethan uzun süredir ayak basmadığı dairesine girdiği anda, bir de ne görsün dairesi Mali’li, analı kızlı, halalı yeğenli, gürültülü bir aile tarafından işgal edilmiş. Üstelik ailenin genç üyesi de karnı burnunda hamile!

Ölüm saçan katilin kırılganlığı

Ethan şikayet için polise gittiğinde ise maç izleyen miskin Fransız polisinin cevabı şu olur: ‘Burası Fransa ahbap, işgal en temel haktır. Kışın kimseyi dışarı atamazsınız.’ Ethan ailenin çıkması için baharı beklemek zorundadır ve o kadar vakti yoktur. Neyse ki bizim fettan casus Ethan’ın ömrünü uzatan bir zamazingoyu adamcağıza aşılar da Ethan Malili kadının bebeğinin doğumuna şahit olur. Bu duygusal anın altındaki ‘ince’ mesajı da geçkin ama karizmatik erkeğin şahikası olan Costner’in dolan gözlerinde izleriz. Ölüm saçan katilin belki de en kırılgan anıdır bu.

Haberin Devamı