Hepimize yüzleşme imkanı sunan Kesik
Eylem Kaftan / kaftaneylem@gmail.com
Fatih Akın’ın uzun zamandır beklenen filmi The Cut/Kesik bu hafta vizyonda. Sinemasal değerinden ziyade hassas konusuyla tartışılacak film Fatih Akın filmografisinin ‘en zor’ filmi.
Fatih Akın’ın 1915 olaylarından yola çıkarak anlattığı ‘The Cut/Kesik’i’ sadece Türkiye değil dünya sinema çevreleri tarafından uzun zamandır bekleniyordu. Ermeni tehcirinin hikayesi ‘Ararat’ dışında henüz sinemaya taşınmadığından haliyle filmden 2015 arifesinde konuyu sağduyulu bir şekilde tartışması beklentisi yüksekti. Akın bu sağduyuyu filmde büyük ölçüde korusa da, onu Duvara Karşı’nın enerjik, risk alan, şaşırtan yaratıcısı olarak sevdiğimiz için Kesik’in beklentimizin altında olduğunu söyleyebiliriz.
Hikaye Mardinli demir ustası olan Nazarat’ın bir gün aniden evinden alınıp taş işçiliğine mahkum edilmesiyle başlıyor. Nazarat karısı ve ikiz kızlarından ‘kesilip’ atılır. Osmanlı topraklarını isyan ve katliamlar sarmıştır. Müslümanlığa geçmeyi reddeden bazı Ermeniler gibi Nazarat’ın de boğazı kesilecekken bir ‘iyi Türk’ ona kıyamaz ve sadece boğazına kesik atmakla yetinir. Bu kesik Nazarat’ı sonsuza kadar sessizliğe mahkum eder. Böylece savaş yıllarının can pazarında Halep’ten Havana’ya oradan Minneapolis’e uzanan epik bir arayış hikayesi başlar.
Şahsen ben bu epik arama hikayesini sevdim. Filmin sinematografisi ve müzikleri ise çok başarılı. Ancak bir kaç problem bizi hikayeden soğutuyor: Nazarat’ın dilsiz olması onun oyuncu olarak yerini daraltırken, sadece Ermenilerin garip bir İngilizce ile konuşmaları inandırıcılık ve samimiyeti sorgulatıyor.
‘Şeytan icadı: sinema’
Savaşın ortasında ‘şeytan icadı’ seyyar sinemada izlenen Charlie Chaplin’li sahnede onca acının ortasına sinemanın bir ilaç gibi gelmesi filmin en etkileyici sahnelerinden. Üçlemenin bu bölümünün teması ‘şeytan’ olduğu için Akın’ın şeytanı sinemayla özdeşleştirmesinin anlamı ayrıca tartışmaya değer .
Fatih Akın’a ‘Kesik’ten dolayı kızan, nefret eden, filmin arkasında Ermeni diasporasının gizli amaçlarının olduğunu, Türkleri ‘şeytanlaştırdığını’ iddia eden çok olacaktır. Siyasi içerikli, milyonlarca insanın kolektif hafızasında derin bir yara olan filmlerin kaderi olsa gerek, hiç kimseye yaranamazsınız. Yaranmak için yapacağınız filmse büyüsünü kaybedebilir, filmden ziyade bir sosyal sorumluluk projesine dönüşür. Şahsen Fatih Akın’ın filme bir dünyalı gözüyle bakmaya çalıştığını ve belki de bizim de bu pencereden izlememiz gerektiğini düşünüyorum.
En sevdiğim anlardan biri Nazarat’ın ilk Amerika’ya vardığı anda karşılaştığı ‘vahşi Amerikan’ tepkileriydi.