'Hayatlarını yazmam için milyon dolar verenler var'
Fotoğraflar: Barış ACARLI
Türkiye’nin en çok kazanan yazarı Ayşe Kulin, şimdi de hayatının son 30 yılındaki komik olayları kaleme aldı; adı “Hayal”. En hafif kitabım diyen Kulin şöyle devam ediyor, ‘Çok önemli isimler dahil hayatını yazmamı isteyen en az 300 kişi var. Milyon dolar veren de oldu. Oysa ben kimsenin hayatını yazmam diye yemin ettim.”
Hayal, hayatınızı anlattığınız kaçıncı kitap oldu?
Üçüncü kitap diyelim. Daha önceleri çıkan Hayat adlı romanım tek bir kitaptı aslında ama kalın olduğu için ortadan ikiye bölündü; ilk 20 yılım bir kitapta diğer 20 yılım öteki kitapta... Yayıncım, hem satışı zor olur ve hem de cep kitabı yapamam diye çok direnmişti çünkü. Bu arada o iki kitaba aynı kapağı koymak da büyük hataydı; herkes bunları karıştırdı çünkü.
Neden yazdınız peki Hayal’i?
Hayat’ı otobiyografi olarak düşünürseniz son 30 yılım eksik kalmıştı. Bir de benim çok renkli bir çalışma hayatım oldu; halkla ilişkiler, gazetecilik yaptım ve kamera arkasında da uzun yıllar çalıştım. Bir de yazar oluşum var tabii. Bu çalışma hayatımın içinde Türkiye’de yaşadığım için başıma gelen komik de hikayelerim var. Mesela aynı işleri İsviçre’de yapsaydım anlatacak hiçbir şeyim olmayabilirdi (Gülüyor)...
Peki şu andaki en büyük hayaliniz ne?
Bir; pek çok okuyamadığım kitap var, onları okumak. İki; Londra’daki torunlarımı çok özledim, onları görmek. Üç; bir süre hiç bir şey yapmamak. Bir şeylere yetişmek, yetiştirmek çok zor. Şimdi mesela çevirilen kitaplarım nedeniyle pek çok gitmem gereken yurt dışı seyahat var. O konuşmalara katılmak, oraya buraya gitmek çok zor geliyor. Bir noktadan sonra yorucu ve stresli.
Hiçbir şey düşünmeden bir dönem geçirmek istiyorum dediniz. Bu sizin için mümkün olabilir mi?
Şimdiye dek olmadı ama hep hayalim (Gülüyor)... Boş oturmaya alışmış bir insan değilim. Peşpeşe kitaplar yazdım; öncesinde çocuklarım küçüktü vs. Şimdi artık bir süre tembellik yapmak istiyorum. Yaşımın verdiği rehavet de var sanırım üzerimde.
Keşke hayalim politikaya girmek deseydiniz. Şahsen çok isterdim sizi Meclis’te görebilmeyi...
Asla düşünmüyorum . Politika insanı çok kirleten bir şey; ben temiz kalmak istiyorum.
Çalıkuşu’nun adını guguk kuşu koysunlar
Çok satan kitap yazmak için, mutlaka içine aşk koymak mı lazım?
Benim içinde aşk geçmeyen romanlarım da çok sattı. Mesela Köprü, Bir Gün...
Dizilerin izlenmesi için şart ama değil mi?
Diziler izlensin diye neler yapılmıyor ki... Ben artık Çalıkuşu’nu izlemiyorum örneğin. Çünkü bambaşka bir şey olmuş. Bu benim kitaplarımın da başına geldiği için biliyorum; mecburen yan hikayelerle besliyorlar. Çünkü diziler İngiltere’deki gibi 8-10 bölümde bitmiyor. Ancak eserlerin bu hale getirilmesine üzülüyorum. O halde adını Çalıkuşu koyma; Gugukkuşu koy mesela. Neden bir yazarın eserini alıp didikliyorsunuz; deforme ediyorsunuz? Romanlarımdan Köprü diziye uyarlandı mesela ve çok tuttu. Ama o da benim romanım olmaktan çıktı, bambaşka bir şey oldu. Ancak orada anlattığım Vali Yazıcıoğlu’nun ailesi memnun olduğu için bir şey söylemedim. Ancak dizi bittiğinde benimle tek ilgisi Köprü ismiydi. Reyting için ve uzatmak için deforme ediliyor eserler yazık ki.
Bundan sonra romanlarınızın dizi yapılmasına tövbe mi peki?
Büyük konuşmayı hiç sevmem ama sıcak bakmıyorum. Sinemaya evet, çünkü başı sonu belli. Fazla sulanamaz eseriniz ama dizide bambaşka yerlere gidebiliyor.
Yazma sürecinde “hayattan izole olma” lüksüm yok
Hayal’i ne kadar zamanda yazdınız? Normalde bir kitabı yazdıktan sonraki süreç nasıl işliyor?
Çabuk yazdım Hayal’i, çünkü bir ön çalışması, araştırması yoktu. Sekiz ayda bitirdim; en hafif kitabım diyebilirim... Yazdığım kitap bittikten sonra o süreçte çıkan yeni kitapları okuyorum. Çünkü yazarken başka şeyler okuyamaya vakit bulamıyorum. Fakat kitabımla ilgili araştırma yapmam gerekliyse önce onları okuyorum. En zor kısmı ise o bilgileri kitaba yedirmek. Mesela Sevdalinka, Nefes Nefese, Veda hep tarihi bir dönemi anlattığım romanlar. Birinde Bosna’daki iç savaşı, birinde İkinci Dünya Savaşı’nı, diğerindeyse işgal altındaki İstanbul’u... Buradaki olayları tarih kitabı gibi yazamayacağınıza göre karakterlere yaşatacaksınız. Kime hangi rolü giydireceğimi biraz düşünüyorum ama hiçbir planım olmadan oturuyorum laptobumun başına. Karakterlerim o anda parmaklarımın ucunda yaşamaya başlıyor; ne gelirse...
Peki yazarken izole bir hayat mı yaşıyorsunuz?
Hayır, bu mümkün değil. Bu kadar çok aile, arkadaş, eş-dostla olamaz. Hastalıklar, doğumlar, ölümler oluyor. Mesela cenazeye, kitap yazıyorum diye gitmeyecek miyim? Ya da dünürüm ameliyat olacaksa, “Kusura bakma kitap yazıyorum, gelemem” mi diyeceğim? Kalabalık ailesi olanların böyle bir lüksü yok.
Belli çalışma saatleriniz mi var peki?
Normalde de sabah 06.30- 07.00 gibi kalkarım. Hiç yataktan çıkmadan laptobu kucağıma çekerim ve yazmaya başlarım. Kafamın en berrak olduğu, dolayısıyla en verimli saatlerim bunlar. Çünkü telefon çalmıyor, gürültü gelmiyor vs... Gün içinde de alışverişim, yemeğim var. Kendim yaparım yemeğimi.
Ev işleriyle aranız iyi demek?
Ütü yapamam, Allah kimsenin ütüsünü benim elime düşürmesin yanar... Bir de dikişi sevmem; ipi iğneden geçirmem yarım saat sürüyor (Gülüyor)...
‘Eşimin işi zor, kitabım çıktığı zaman odasından çıkamıyor’
- Yazarken müzik dinlemeyi de severim, ama sözlü olmayacak. Opera dinlerken yazamam örneğin. Favori bestecim, Mozart.
- Yazar eşi olmak zordur. Kitap çıktığı zaman hiç huzur olmaz evde; evimiz de küçük zaten. Odasına kapanmak zorunda kalıyor eşim (Gülüyor)... Bir de durmadan seyahatteyim. Oysa torunlarım yuvaya gidiyor ve hafta sonları görüşebiliyoruz. Ama şimdi haftalarca göremeyeceğim onları. En zor tarafı bu. Bin adet kitap yazayım ama tanıtımı olmasın; ne televizyona çıkayım ne röportaj vereyim. Keşke mümkün olsa. Hatta yayıncıma, “Sonraki kitabımı tanıtımsız yapalım, daha az bas” demeyi bile düşündüm (Gülüyor)...
- Kimsenin hayatını yazmam; çocuklarımın üzerine yemin ettim (Türkan Saylan ayrı bir şeydi)... Milyon dolar verseler (ki verdiler) asla yazmam. Çok önemli isimler dahil, o kadar çok isteyen var ki hayatını yazmamı. 300 kişidir ortalama. Durmadan mektuplar da geliyor ‘çok ilginç hayatım var’ diye.
- Twitter’ım yok. Çünkü her konu hakkında aklıma gelen ilk şeyi tweet atmam. Önünü arkasını bilmeden fikir yürütüyorlar. Tweet zaten kuş ötmesi demek; kuş gibi cıvıldaşıp duruyorlar. Ben ne başkasının abuk fikirlerini duymak istiyorum ne de kendim saçmalamak istiyorum. Facebook’um da yok; dün gece neredeydim, ne yedim kimseyi ilgilendirmez.