Fabrikasyon bir edebiyat ortamı var
Selim İleri’nin 50’nci sanat yılında yayınladığı Sona Ermek romanı; iç hesaplaşmalar, hayal kırıklıkları ve yaşlılık korkularını ele alıyor ama umudu asla kaybetmeden...
Selim İleri, edebiyatının 50’nci yılında okurlarına yeni bir roman sundu, Sona Ermek. Kitap, Everest Yayınları etiketiyle yayımlandı.
İleri, kitabını ıssız akşamlarında kendisini okumuş olanlara ithaf ediyor. Yazmak-yazamamak sarsıntısı sürerken, okura şarkılar, filmler, resimler, kitaplar, yazarlar, şairler ve hatta roman karakterleri eşlik ediyor. Selim İleri kalemini; iç hesaplaşmalara, hayal kırıklıklarına ve yaşlılık korkularına biliyor, ama umut var hâlâ, konfetiler yağıyor!
Yazmaya başladığınız yıllarda Türk Edebiyatı’na nasıl bir tablo hakimdi?
Yazmaya başladığım yıllarla bugünün ortamı her anlamda birbiriyle en küçük akrabalığı dahi olmayan 180 derece farklı dönemler. Benim başladığım yıllarda benim için çok değerli olan ve onları tanıma mutluluğuna erdiğim Behçet Necatigil, Oktay Rifat, hocam olan Rauf Mutluay, Vedat Günyol hayattaydı. Edip Cansever hayatta ve gençti. Onlarla birlikte olma fırsatım oldu. O sofraları, o buluşmaları hatırladığım vakit, hepsinin hastalık ve saplantı halinde edebiyat ve sanat konuş tuklarını anımsıyorum. Çoğunlukla edebiyat ama sanatın başka dallarının da, sinema ve tiyatro gibi, konuşulduğu ve bunlar üzerinde durulduğu bir dönemdi. Şimdi edebiyat dünyasına bakıyorsunuz: kitap kaç adet sattı, kaç adet bastı yani tamamıyla edebiyatın kendi ölçütlerinin dışında tam tersine bir fabrikasyon mekanizmasının içine geldi. Ama şunu da görüyorum genç bir kuşak var. Çok başka bir noktada. Kendi aralarında tıpkı bizim yetişme yıllarımızdaki gibi doğrudan doğruya öz edebiyata bağlı kalıp hiç bu gürültü patırtının içine girmeden kendi yollarında gitmeye gayret ediyorlar.
"Edebiyat dünyası artık çok değişti. Değerler geçmişe göre çok farklı."
Edebiyatta ellinci yılınızda geldiğiniz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana hiç elli yıl gibi gelmiyor. Yayınevi hatırladı, eş dost hatırladı. Bana hiç elli yıl geçip gitmiş gibi gelmiyor. Daha dün sabah ilk hikâyemi yazdığım heyecanı o anlamda taşıyorum. Yani organik olarak beden elli yılı anımsıyor ama ruh hiç bir şekilde elli yılı kabul etmiyor.
Türk yazarlar içinde en çok kimleri okuyorsunuz?
Çok var. Burada adlarını saymaya kalksak çok uzun sütunlar çıkması gerekir. Çağdaş Türk edebiyatının hemen her yazarını okumaya çalıştım. Okumaya ve özümsemeye çalıştım. Bir edebiyat tarihçisi elbette değilim öyle bir formasyonum yok ama çağdaş Türk edebiyatı açısından alçak gönüllülük gösteremeyeceğim bir bilgi birikimim var.
Gençlerin önü açık
Genç yazarlar arasında sizin ilginizi çeken var mı?
Demin de vurguladığım bir genç kuşak var. Adlar üzerinde durmak istemiyorum çünkü adlar hep eksik kalır. Öz edebiyatın ardından gidiyor bu genç kuşak. Onların çabalarını, emeklerini, ülkülerini çok önemsiyorum ama bir taraftan da günün modası ya da günün rantları üzerine kurulu bir ortam var. Orada da çok sayıda genç var onların önlerinin kısa vadede açık olduğunu ama uzun vadede pek de öyle açık olmadığını düşünüyorum.
Bir yazarın proje olarak yayınevi tarafından ele alınmasını nasıl buluyorsunuz?
Çok yanlış buluyorum.
Yazmak bana sığınak oldu
Yazmak yalnızlığın ilacı olabilir mi? Ya da şöyle sorayım yazmak hayatınızda sizi nerelere götürdü?
Yazmak herkesten herkese göre değişir ancak benim için bir anlamda yalnızlığın ilacı oldu. Uzun yıllar okumak ve yazmak, yazarların eserleri, şairlerin şiirleri yalnızlığımda bana en yakın yoldaş oldular. Kendi yazdıklarım, yazmak da aynı şekilde beni çok mutlu kıldı. Bazen mutlu kıldı bazen mutsuz ama genelde baktığımız vakit mutsuz diyemem herhalde. En azından bir sığınak oldular...
İthafla başlayalım, müthiş bir vefa okurlar için.Yazın hayatında ellinci yılına gelmiş bir yazar için okurun önemi nedir?
Teşekkür ederim müthiş dediğiniz için. Önce ona teşekkür edeyim. Çok düşündüm hatta ithaf olmayacaktı bu kitapta. Sonra düşündüm, uzun yıllardır benim sadık denebilecek bir okurum var. Hiç yazdıklarımı bırakmadılar. Uzun yıllar hep birlikte yol aldık. Belki ben onları tanımadım, bir çoğunu tanıma imkanım olmadı ama hep o okurun varolduğunu hissettim. Bana yazdıklarıyla ya da bir yerde bir imza gününde, sokakta bir alışveriş merkezinde söyledikleri sözlerle hep kıvanç verdiler. Bu açıdan aklıma böylesine bir ithaf gelince onun en iyisi olabileceğini, okuyucularıma karşı şükran ve gönül borcunu ve bir minneti bu şekilde ödeyebileceğimi düşündüm ve onu seve seve ithaf olarak kullandım.
Sona Ermek otobiyografik bir metin gibi okunmamalı, sonuçta bu bir roman.
Sizin için Sona Ermek nerede duruyor?
Her romanın her öykünün anlamı herkeste başkadır ama benim için her yazdığım kitap bir pişmanlıktır. Zaten pişmanlık olmasa insan sonradan yeni bir şey yazamaz diye düşünüyorum. Çünkü her seferinde bu kez olacak duygusuyla yazarsınız ve yine olmaz. Ama bazı kitaplar vardır ki, elli yıllık bir tecrübeyle söylemek gerekirse, onlardan da pişmansınızdır da derin bir nedamet duymazsınız. Derin bir sıkıntıya yol açmazlar. Benim için Bir Denizin Eteklerinde ve Yarın Yapayalnız öyledir. Sona Ermek, söylediğiniz gibi gerçekten yazarken de bittiği vakit de çok pişman olmadığım bir metin oldu.
4. Murat meselesi çok soruldu ama ilerleyen zamanlarda okuyacak mıyız sizin kaleminizden?
Yazabileceğimi sanmıyorum. O öyle 250 sayfalık taslak olarak kalacak düşüncesindeyim ama belli de olmaz.