Evvel zaman içinde Ramazan...
33 yıl sonra yine Ağustos ayında oruç tutuluyor. Oruç tutsun tutmasın herkes için farklı anlamlar taşıyan özel bir ay Ramazan
Kimileri için nefsin terbiyesini, ibadetin coşkusunu kimileri için ailenin, akrabaların yakınlaşmasını simgelerken kimisi içinse sıcak pideyi ifade ediyor... Peki ya eskiden? Hazırlıkları haftalar, aylar öncesinden başlayan dönemlerde iftar sofralarında neler olurdu? Zenginler sofralarında neleri bulundurmazdı? Ramazan gelenekleri nelerdi? İşte size bu soruların cevabı olarak, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Refik Halit Karay gibi ünlü yazarların çocukluklarının Ramazanlarını
anlattıkları hikâyeler... Ve o günlerden bugünlere kalan Ramazan gelenekleri ile yemeklerinden seçmeler...
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Bir mecidiyeye bozuk oruç satmak
İlk orucumu 9 yaşımda tuttum. Eğer bir gün tutmaya dayanabilirsem, hacı ninem, bu orucu benden bir mecidiyeye satın alacaktı. Bu büyük kazancın tamahıyla (bir şeye göz dikme) tutmaya karar verdim. Bir akşam, hacı ninemle mukaveleyi sağlayarak, sahur yemeye muvaffak oldum.
Sabah kalktım, bahçede gezindim. Yavaş yavaş sahurun tokluğu geçerek, içim ezilmeye başladı. Öğleye doğru sabrım tükendi. Aç kedi gibi önünde dolaştığım dolaptan ne güzel kokular geliyordu. Dolabı açtım, iftardan kalma reçeller, sucuklar, köfteler, hoşaflar vardı. Hepsinin kokusu misk gibi burnuma doldu. Allah’a verdiğim sözü düşündüm. Nal gibi mecidiyeyi gözlerimin önüne getirdim. Hayır, midemin ıstırabı her şeye galip geliyordu. Üç, dört köfte ile bir pide parçası aşırarak, bahçenin kuytu köşesinde yemeye karar verdim. Sahana elimi uzattım. Arkamdan, “Hu küçük bey, ne yapıyorsun orada ayol. Bugün sen oruçlu değil misin?” sesi geldi. “Dadıcım, ayaklarını öpeyim, kimseye söyleme. Akşam hacı ninemden bir mecidiye alacağım”, o da “Yarısını bana verirsen söylemem” dedi. Mecidiyeyi bütün bütün kaybetmektense yarısını kazanmak her hâlde karlıydı. Parayı bölüşeceğimi vadettim... Üç gün sonra hacı nineme on kuruşa bir oruç daha sattım. Bozuk oruç satmak ne tatlı bir günah işlemekti. Ah bu hayatın ifsadı (fesada uğramak) insanı ne küçük yaşta kavrıyor!
Refik Halit Karay
Erzaklar Asmaaltı’ndan alınırdı
Yaz Ramazanını sevenler şöyle derdi: Gündüzün zahmet çekilir amma kırda, bahçelerde kurulan sofralarda oruç açmak pek hoştur. İftar masası da çeşit çeşit salatalarla, cacık, domates, karpuzlar, kavunlarla daha renkli, iştah çekici ve keyifli olur! “On iki ayın Sultanı” unvanıyla anılan Ramazan, her şeyden evvel mide ile alakadardı... İyi evler, mahalle bakkallarından alışveriş etmeyi muvafık bulmazlardı. Mahalle bakkalları her şeyin adisini, bayat, bozuk, sineklisini satardı. Halleri, vakitleri yerinde olanlar, erzağı, mevsimlere göre hep birden üçer aylık Asmaaltı’ndan alırlar, yük arabalarıyla getirtip, kilerlerine doldururlardı... Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu ki... Gözüne kestirdiğine girerdin. Kimse kim olduğunuzu, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi sormazdı. Sadece kapıda duran ağa, kılığınıza bakarak size yer gösterirdi. Ya büyük sofrada ya orta sofrada ya da alt katta, kahve ocağı sofrasında...
Ercüment Ekrem Talu
“Ramazan, unuttun mu?”
Ramazan’ın birinci günü daima halkta bir acemilik olur. Orucun kendine mahsus tiryakiliği, neşesi ile henüz ülfet (alışmak) etmeyen vücutlar, dimağlar biraz zahmet çeker. Sabahleyin erkenden yataktan fırlayıp tam başı ucundaki tütün paketine sarılırken “Efendi ne yapıyorsun, Ramazan, unuttun mu?” ikazıyla kendine gelenler, burnunu silmek için mendilini ararken cebinde bulduğu eskiden kalmış bir tek fındığı ağzında çiğneyip yutacağı esnada kaldırım üstünde duran simitçinin “Ramazaniyelik, sıcak sıcak” avazıyla oruçlu olduğunu hatırlayanlar; hep bu mübarek ilk günde sık tesadüf olunur şahsiyetlerdir...
İftar ve sahur sofralarında yöresel farklar
Doğu Karadeniz: Ramazan ayından 10-15 gün önce iftarda tüketilecek hamur işleri hazırlanıyor. Sabah saatlerinde bir araya gelen kadınların bir bölümü hamuru yoğuruyor, bir kısmı yoğrulan hamuru küçük parçalara, bir kısmı da bu küçük hamur parçalarını yufka çubuğu denilen özel bir çubukla yufka haline getiriyor. Açılan yufkalar üst üste dizilerek bir köşede kurumaya bırakılıyor daha sonra iftar ve sahurda tüketiliyor.
Iğdır: İftar sofrasında bozbaş (nohutlu yahni), yaprak sarması, yoğurt çorbası ve etli pilav ile revani tatlısına mutlaka yer veriliyor.
Şanlıurfa: Lahmacun, boranı ve çiğ köfte gibi yemeklerin yanı sıra “şıllık” ve “küncülü akıt” gibi tatlılar, iftar ve sahur sofralarını süslüyor. Daha çok et ağırlıklı yemeklerin tercih edildiği kentte et, pancar, nohut, bulgur ve çeşitli sebzelerin yoğrulmasıyla hazırlanan ve üzerine ilave edilen sarımsaklı yoğurtla servis edilen “Boranı”, özel günlerde konuklara ikram edilen en önemli yemeklerden birini oluşturuyor.
Afyonkarahisarlılar: Misafirlerine “Zülbiye”, “Afyon kebabı”, “nohutlu patlıcan musakka” ikram ediyor. Tatlı olarak ise “kaymaklı ekmek kadayıfı” sofralarda eksik olmuyor. Afyonkarahisar yemeklerinde daha çok “don yağı” ve “haşhaş yağı” tercih ediliyor.
Konya: Sahur ve iftar sofralarına büyük önem veriliyor. Konyalı kadınlar, sahur ve iftar sofrasına sunacakları yemeklerin hazırlığını Ramazan’a haftalar kala yapmaya başlıyor. Oruçlarını, özel iftar köftesi, hurma, zeytin, pastırma, kaymak, bal, reçel, peynir ve tahin ile sıcak pide gibi yiyeceklerin bulunduğu “iftariyelik” denilen sofrayla açan Konyalılar, mideye fazla yüklenmeden yedikleri bu yemekten sonra namazlarını kılıyor. Bu arada iftariyelik sinisi kalkıyor ve namazdan sonra ana yemeğe geçiliyor. Yoğurt çorbası ile başlayan Ramazan sofrası Konya’ya özgü et yemekleri ile devam ediyor. Et yemeğinin ardından sofraya ev yapımı baklava geliyor. Tatlının ardından, yemeğin sonuna gelindiğini haber verdiği için “kara haber” olarak adlandırılan yaprak sarması sofraya geliyor. Yemekler genelde sütlaçla son buluyor.
Yaşayan geleneklerden bazıları
Sele-Sepet-Top-Kandil: Samsun’un Bafra ilçesinde Ramazan ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gün, iftardan sonra yapılan ve teravihe kadar süren şenlikte, çocuklar gruplar halinde evleri dolaşıyor. “Sele-sepet-top-kandil/aç kapıyı ben geldim/ayda yılda bir kere/ kapınıza ben geldim” diye maniler söyleyen çocuklar, aldıkları para ve ikramları sepetlerde biriktiriyor. Benzer bir uygulama Sinop’ta da yapılıyor.
Bando geleneği: Zamanın Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa’nın 1860’lı yıllarda bir Ramazan günü Amasya Kalesi’nden davul zurna çaldırmasıyla başladığı bilinen gelenek, günümüzde belediye bandosunun konserine dönüşmüş. Amasya Kalesi’nde iftardan yaklaşık bir saat önce başlayan konserlerde, yılın popüler şarkıları ile Amasyalıları iftara hazırlayan bando, konserlerini sahurda da sürdürüyor.
Oruç tutan çocuklara hediye: Erzurum’da ilk defa oruç tutan çocuklara çeşitli hediyeler veriliyor. Nişanlı kızların evlerine Ramazan ayında, iftarlık yemek ve hediye götürülüyor.
Gül’ün semtinde davul yasak Erdoğan’ınkinde ritimli çalınacak
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kaldığı Dışişleri Konutu ile Köşk’ün bulunduğu Çankaya’da, bu yıl Ramazan davulu yasak. Çankaya Belediyesi halktan gelen talep doğrultusunda belediye sınırlarında sahurda davul çalınmasına yasakladı. Çalanın davuluna el konulacak. Ayrıca parayla cezalandırılacak. Başbakan Tayip Erdoğan’ın oturduğu Keçiören’de ise davulculara “ritimli çalma” zorunluluğu getirildi. Keçiören Belediye Başkanı Mustafa Ak, “Davulun ahengine uygun ritimli çalınması için Ramazan öncesinde davulculara eğitim verdik” dedi.