Gazete Vatan Logo

Ergenliği atlatamıyoruz

Ergenliği atlatamıyoruz

Son günlerde daha aktif daha katılımcı gençliğin ortak problemi umutsuzluk. Yazar-psikiyatrist Cem Mumcu’ya ’’gençliğin ortak sorunu nedir’’ diye sorduk. Mumcu, gençliğin tariflerle yaşamak zorunda bırakıldığını söylüyor ve ekliyor, “Türkiye’de ergenlik zamanında yaşanmıyor. Bunun için de bitmiyor.”

Dünya genelindeki psikiyatrik tanımlamalar Amerikan Psikiyatri Derneği’ne göre mi yapılır? Bu Türkiyeli insanın psikolojisini tanımlamakta yeterli mi?

Arada bir güncellenen DSM diye bir şey bu. Bütün dünyada tüm psikiyatrik hastalıkların tanımı bu kitaplar üzerinden gidiyor. Geçtim kültürler arası farkları, bence bireyler arası farklar bile tanımlanmaya ehil değil. Çok biriciktir insanoğlu, kültürler arası farklılıklarımız da öyle. “Peki biz niye buna uyuyoruz?” dersen ben buna uymuyorum ama büyük oranda uyuluyor. Ben DSM’yi şuna benzetirim, insanlara cadı denilip yakıldıkları dönem var ya. O dönem Malleus Maleficarum diye bir kitap var; Şeytanın Çekici. ‘Cadıların’ nasıl yakalanacağını anlatır. DSM onun çağdaş hali gibi gelir bana. ‘Sende bir sorun var diyerek’ insana has halleri düzeltmeye çalışıyor.

Depresyon ilaçlarının kullanımı patlama yaptı. Büyük yüzdeler var. Psikiyatrlar kolaya mı kaçıyor, oranlar bu kadar büyük mü?

Psikiyatrların çoğu psikoterapi bilmiyor. Dinamik psikiyatri dediğimiz insana gerçekten bakan bir şey yapmıyor. Çoğu genel sınıflandırmaya bakıp, “Uykunuz nasıl?” “Pek iyi değil” “Hayattan beklentiniz nasıl gidiyor?” “Yok gibi” şeklindeki diyalogların ardından “Depresyon” teşhisiyle ilaç veriyor. Kolaya kaçıyor. Sıradan bir insan da hayatı boyunca bununla ilgili çalışmadığı için doktora veya psikiyatra teslim oluyor, “Ben böyleymişim” diyor. Bu demek değil ki depresyonun tedavi edilmesi gerekmez, ilaç verilmesi gerekmez. Ama bütün insanlık hallerine teşhis koyup ilaç vereceksek, ben söyleyeyim hepimiz deliyiz, en başta da ben.



‘Normal olan gençlerin bizim tarif ettiğimiz şekilde yaşamaları değil’

Aileler kişisel gelişim ve çocuk yetiştirme kitaplarına göre çocuklarını büyütmeye başladı. Doğru olan bu mu?

Bu zaten aslında tarif edilmiş bir proje. Ne normal diye baktığınızda, bizim tarif ettiğimiz iyi okullarda okudu mu, bizim tarif ettiğimiz şekilde sevişti mi, bizim tarif ettiğimiz şekilde evlendi mi, bizim tarif ettiğimiz deterjanı ve teknolojisi ilerlemiş çamaşır makinesini kullanıyor mu? Kabustan bahsediyoruz yani. Bu ülkede en önemli işlerimizden biri tarım ve gitgide azalıyor. Niye? Kırsal kesimde yaşayıp tarımla uğraşmak ayıp sanki. Kimse çiftçi olmak istemiyor, herkes bankacı olmak istiyor. Bizde garsonluk sanki ikinci sınıf. Gelişmiş ülkelerde böyle şeyler sınıfsal problematik yaratmaz. Kaç nesildir aynı lokantayı işletenler var. Sınıfsal problematik durum bu ülkede mutlaka üzerinde çalışılması gereken bir mesele. 5-10 yıl önce sınıfı değişmiş bir kişide bu problematiğin olması normal. Ama öyle insanlarla karşılaşıyorum ki beş nesildir İstanbul’da yalıda oturuyor. Hâlâ “Ben bu yaz Paris’te tatil yaptım, Louis Vuitton çanta aldım” diye konuşuyor. Bunların bir geçilmesi lazım artık...

‘Arıza’ olmak havalı da bir durum oldu. Gençler aşkı nasıl yaşıyor?

Şimdi bir moda var zaten. ‘Cool’luk modası. Çağın en büyük tehlikelerinden biri. Başarısızlık göstermek, düşmek, aşık olmak, aşk acısı çekmek, basketbol topunu atıp becerememek... Bunların hepsi yasak, hepsi eziklik olarak nitelendiriliyor. Israrla “Eziğim” diyorum, bunun için de böyle kalacağım. Biz bunun yüzünden aşk yaşayamıyoruz şu an. Aşık olduğun zaman ona ihtiyaç duyuyorsun, onsuz yapamaz hale geliyorsun, coolluğun gidiyor ya. Robotik bir şey bu, android miyiz biz? “Şunun ayakkabısını gördün mü?” “Gördüm!?” Herif belki evden çıkmıyor, manyak bir şeye kafayı takmış, onu çözmeye çalışıyor, ayakkabısı moda dışı. Sana ne? Bence bunlara ezik demek hiç cool değil. Çok rahat seks yapıyoruz ama aşık olamamıyoruz. Seks yap, tamam. Ama aşk acı çekilen bir şey, ertesi gün özlenen bir şey. Bir takım insanlar bir takım laflar ediyor, ‘Bence sen onu üç gün arama, ilk günden ihtiyacın olduğunu düşünmesin.’ Sizin ona ihtiyacınız olmadığını bildiği için gelen adamı, kadını ne yapacaksınız ki?

Bu masada yemek de yenir, adam da öldürülebilir bu, masayı iyi ya da kötü yapmaz, sosyal medyayı da Sosyal medya genç psikolojide nasıl bir etki yapıyor? Bizi değiştiriyor mu?

Bunlara psikoloji demeyelim de gençlik hallerinde diyelim. Bu masaya bakın, çok güzel bir masa. Ben burada bayağı katledebilirim birilerini. Sizi çok mutlu edecek bir sofra kurabilirim, büyük bir aşkla sevişebilirim, birine tecavüz de edebilirim. O da seks, o da seks. Bu masada ne yaptığım masayı iyi ya da kötü yapmaz. Sosyal medyaya da böyle bakılmak zorunda. Bana kalırsa iyi yanlarını görelim. Birbirimizle karşılaştık orada. Bu işte bizi yakınlaştırdı. Mesela Elif bana twitter’da “Naber Cem?” diyor, “Cem Hocam” ya da“Cem Abi” de değil.

İngiliz bilim insanları ergenlik yaşını 25’e çıkarmış. Ya Türkiye?

Ben Türkiye’de ergenlik yaşının benim tarif ettiğim anlamda çok geç olduğunu düşünüyorum. Hatta Türkiye’de ergenliğin yaşanmadığını düşünüyorum.

Neden yaşanmıyor? Çünkü bizde ergenlik şöyle tarif ediliyor. “Ay benim kızım benimle o dönemde hiç çatışmadı, biz arkadaş gibiyizdir” diyor. “Eyvah” diyorum ben de çünkü ergenlik bizim yetişkin olma maceramız için gerekli bir dönem. O dönem aynı zamanda iyi bir çatışma dönemidir de, illa kavgalı gürültülü olması gerekmiyor ama beni alt edecek kendi kafasında. Bazen Esra Erol’u açıyorum, adam 55 yaşında hâlâ ergen. Bizde genelde iki tür insan vardır. Gelmiş 50 yaşına, “Bir kızı beğeniyorum ama annem izin vermez diye korkuyorum” diyor. 52 yaşında lan. Ya da adam 50 yaşında saçını uzatmış, iki küpe takmış, ama bunları kendi arzusu için yapmamış, “Ben bilmem neyim” diye geziyor. Toplumun tersine davranmayı zorunlu görüyor, o da olmamış.

Geleceğe Instagram kahvaltıları mı bırakacağız?

Sohbete katılan gençlerden Seçil: Instagram’da kahvaltı fotoğrafı paylaşan çok kişi var arkadaşlar arasında.

Instagram kahvaltı fotoğrafını ezbere tarif edebilirim size. Kimse de bir menemen kırıp bandırarak yemiyor. Ama bunları bırakıp bir kitaba gömülmüş manyak gibi bir formülün peşinde olan, ezik gelen adamlar var. Bilimde de, sanatta da o olacak, diğeri değil. Seni kim tanıyacak bilmem ne kafesinde resim çektirdin diye? Çocuk doğmadan öncesi için genetik çalışmalar var. Bu ilerleyecek. Sizin bir kızınız olacak, bu kızın boyu 1.60 cm. olacak ne dersiniz alalım mı kalsın mı? Bu kızın depresyona meyili var. Hemen çocuğu aldıracak.

Gençlerin öfkesinde problem yok, öfkesi olmayana bakmalı...

“Türkiye’de çocuğa akrabalardan biri cinsel tacizde bulunur, susulur, örtülür ama o duygu ailenin tümüne yayılır. Herkeste var olmaya devam eder. Bizim bireysel tarihimizde de toplumsal tarihimizde de bu böyle. Ama şu an gençler susmamayı, öfkesini ifade etmeyi öğreniyor. ‘Seni dövecek kadar sana sinirliyim’ demem güzel bir şeydir ama seni dövmem kötü bir şeydir. Dolayısıyla öfke de kötü bir duygu değil. Sen gel bana arkadan tekmeyi vur ben sana sinirlenmeyeyi. “Niye?”, ben hasta mıyım? Bu kadar toplumun çalkalandığı bir dönemde geçmişte olduğu gibi birilerinin de öfke duyuyor olması insani. ‘Ayy Cem Bey niye gazetelere bakıyorsunuz, insanın morali bozuluyor...’ diyorlar. Yandaki apartmanda yangın var; ben evde takılayım mı? Buna üzülmemek hastalıktır.’

‘Yaşam koçlarının yüzde 100’ü çöp’

Normal insan olur mu?

Olmaz. İnsanlık bir normallik macerası değildir. Normallik macerası olan yalandan gelmiş, biraz da uygarlığın bize dayattığı, bizi insan olmaktan çıkarmak için koydukları bir sürü şey. Neye göre tarif edeceğiz ‘norm’u. Bir kere rahatsızlık demek için öyle rahatsızlık dememek lazım. Bir kere size “şunu yiyin sağlıklı olacaksınız” diye söylenen şey belki de bunu satmak için. Niye “İsviçreli bilim adamları” diye bir geyik var. Bilim adamları söylediyse tamamdır. Adeta bir zamanların kilisesi gibi...

Bu bahsettiğinizi uygulayan NLP’ciler ve yaşam koçları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok kötü düşünüyorum. Büyük oranda değil, yüzde 100’üne yakınının çöp olduğunu söyleyebilirim. Bir takım uyduruk kuramlarla dolu etraf. Ben hep şunu söylüyorum, beyninizi beyin cerrahı olmayan bir insana teslim eder misiniz? Bunlara da ruhunuzu teslim ediyorsunuz. Kadın orada saçlarını sarıya boyamış, Amerika’ya gitmiş bir iki ay eğitim almış, iki ay da Hindistan’a gitmiş. Hadi leyn... Bunlardan büyük zararlar görebilirsiniz, toplum olarak da görülmeye başlandı zaten. Hiçbir bilimsel temeli yok. Uyduruk uyduruk kısa yollu işlerle para kazanıyorlar. Bu tamamiyle bir sektör haline geldi artık.

Haberin Devamı