Elinizden her şeyiniz alınırsa gaddarlaşırsınız
Genç yazar Aslıhan Yayla’nın Martı Yayınları’ndan piyasaya çıkan yeni romanı Dönüş Yok, Türkiye’deki polisiye romanlar arasında önemli bir yer edineceğe benziyor. Gerilim türünün her zaman ilgisini çektiğini söyleyen yazar, “Romanı yazmak benim için terapi gibiydi” diyor
Bunca entrikayı okumak insana, "Ne oluyor burada nasıl bir kurgu var?" dedirtse bile acayip bir merak uyandırıyor. Nereden aklına geldi bu romanı yazmak?
Hep korku, gerilim ve psikoloji tarzı kitap ve film okuyup izlediğim için kitabı yazmak zor gelmedi. Uzun yıllar yurt dışında yaşayıp oralarda okuduktan sonra Türkiye'ye döndüğümde büyük bir boşluğa düştüm. Bir süre karalama yaptıktan sonra bir gece kafamda bir karakter oluşturdum. Neden gerilim? Çünkü o dönem rahatlamamı sağlayan bir terapi gibiydi.
Polisiye bizim topraklarda zor yazılıyor sonu genelde tahmin ediliyor ama seninki öyle bir kurgu değil. En sevdiğin polisiye yazarlar kimler?
Ahmet Ümit, Emrah Serbes, Alper Canıgüz, Wulf Dorn, Stephen King, Dan Brown, Agatha Christie, Tess Gerritsen gibi bir çok iyi yazar benim idol gördüğüm yazarlar. Filmlerde ise Sam Raimi, James Wan, Alfred Hitchcock filmleri benim için ayrı bir ilham kaynağıdır.
Bu kitaba ilişkin olarak sormak istiyorum, bir insan ne yaşarsa yaşasın nasıl böylesine gaddarlaşabilir?
Eğer elinizden her şey sorgusuz sualsiz alınıp sizi hiçliğin ortasına bırakırlarsa sanırım herkes gaddarlaşabilir diye düşünüyorum. Hayatı boyunca kötülüğün ne demek olduğunu bile öğrenmemiş bir kişiden bahsediyoruz. Belki cinnet geçirme belki de kişilik değişimine uğrama da denilebilir. Ben özellikle Öykü'yü yazarken onun gibi düşünmeyi deniyorum. Gerek internette gerek bulduğum haberlerden bir karma yapmaya çabaladım. 2 senelik bir roman Dönüş Yok kitabı! Dexter en sevdiğim dizilerden biriydi. Yaralı Yüz adılı filmde en sevdiğim filmler arasındadır. Bu gibi örnek yapıtlar benim beslenmem için oldukça verimliydi Öykü'yü anlamak için. En pozitif en zararsız gördüğümüz kişiler bile ölümcül noktalara gelebilir. Bir insana yapacağınız en kötü şey birine umut aşılayıp onu elinden almaktır.
Takıntılı bir insanım
Nefes nefese bir macera ve genelde kötü insanların hikayeleri umutsuzluğu ve güvensizliği anlatıyor gibi...
Umutsuzluğun içinde umut arayan insanların hikayesi aslında. Umut ile umutsuzluk arasında çok ince bir çizgi var. Göremediğiniz kadar saydam ama demir kadar sağlam ve bıçak kadar keskin. Hayallerini çalıp onun yerine kötü tohumlar ektiğinde ondan iyilik beklemek bence asıl gaddarlık. Ne beklenmeli Öykü'den? Bu soruyu çok sordum kendime. Ne yapmalıydın Öykü? İyi ve saf olmaya devam etmeli mi? Öykü yapması gerekeni yaptı bence. Hatta belki bir tutam daha da acımasız olabilirdi diyorum zaman zaman.
Hikayeye nasıl başladın ve bu aşamalara nasıl geldin, kendin de takıntılı biri misin?
Dünyanın en takıntılı insanlarından biriyim. Mesleki deformasyon da denebilir. İtalyada Ürün Tasarımı okuduğum sırada hata yapma gibi bir lüksüm yoktu. Kitabı yazarken bir yazarın cinsiyeti olmadığını düşünerek oluşturdum. Hikayeye başladığımda belki ilk başta komik gelebilir ama hiçbir beklentim olmadan mutfak masasında yazmaya başladım. Evin her köşesinde yazmayı denedim ama sadece mutfak masasında yazmak gülünçtü. Hikayeyi yaklaşık 5 kez değiştirdikten sonra nihayet adaletli bir son bulabildim. Amacım cinsiyet ayırmadan kendi adaletlerini iyi kötü gerçekleştirebilecek insanların olduğunu kanıtlamaktı. Herkes aşk romanı ya da dram yazabilirken ben neden farklı ve zor bir kulvarda kendi kendime yürümeyeyim dedim. İstediğin şeye ulaşmak ne kadar güç ise elde edildiğinde kıymeti o kadar değer kazanıyor. Belki az ama göze çarpacak bir tür gerilim.