Damien Hirst’ü nasıl bilirdiniz?
İyi bilirdik... Peki dahası? Biraz ölünün arkasından konuşuyor gibi oldu...
Belki de sanatçının ölü hayvanlara yaptığı muameleden bilinçaltım bu göndermeyi yapmış olabilir. Geçen hafta erkek moda haftası için Londra’daydım. Evet erkek modasını dolaylı olarak şu sıralar yakından takip ediyorum... Londra’ya kadar gelince modanın dışında sanat ortamlarına da akayım istedim.
Tate Modern bu yılın en iddialı sergisi olan Damien Hirst’ün en meşhur işlerine evsahipliği yapıyor. Young British Artist grubunun en önemlilerinden sayılan bu deli adamın sergisi bol miktarda formaldehitte muhafaza edilmiş ölü hayvanla dolu. Sergideki işlere geçmeden önce Damien arkadaşı kısaca bir tanıyalım...
Sanat eserleri ciddi tartışmalara neden oluyor
Damien ardında birçok parlak isim barındıran -bknz. hoca olarak Michael Craig Martin, sanatçılar Gary Hume, Sarah Lucas- Londra’daki Goldshmith Üniversitesinden mezun. Michael Craig Martin’i İstanbullular eski Galerist’te yaptığı İstanbul işiyle tanırlar. Damien ise ilk üniversite yıllarında çılgın fikirlerini sergilemek istemiş fakat pek başarılı olamamış. Bu fikirlerin arasında kendini en çok üne kavuşturan köpekbalığı projesi de var. Fakat iş yıllar sonra en ünlü ve parlak sanat yatırımcısı ve galerici Charles Saatchi’nin yatırımıyla ortaya çıkabiliyor. Kocaman bir akvaryumda Avustralya’dan yakalanıp getirilmiş koca bir büyük beyaz köpekbalığını düşünün. İşte o köpekbalığın adı Yaşayan Birinin Zihninde Ölümün Fiziksel İmkansızlığı... Değeri ise tam 12 milyon dolar. Yani benim yalnızca bir aylık kazancım, yani yılda 12 tane alabilirim bunlardan. Neyse ki evim müsait değil ve Sare köpekbalığından pek hoşlanmıyor. İş ilk yapıldığı yıllarda balık baştan kokuyor ve bu köpekbalığı, içinde bulunduğu sıvıda gitgide çürüyor. Damien hemen Avusturalyalı balık avcılarına ‘tez vakitte yeni bir balık tutulup getirile’ fetvasını veriyor ve yakıyor tartışmaların fitilini. Kimisi böylesi bir işin yeniden üretildiği vakit onun sanat eseri olmaktan çıkıp bir ‘üretim objesi’ olacağını iddia ediyor, kimisi de böylesine müthiş bir ‘sanat eseri fikrinin’ önemli olduğunu ve yenilenebileceğini düşünüyor. İşi satın alan Steven Cohen de gitgide çürüyen balığa baka baka vejetaryen olmaya karar veriyor. Bizim Damien konuşmaları pek mikisine takmıyor ve yeni keşfettiği formaldehitle yani işin çürümesini engelleyecek bir çözeltiyle çoktan yol alıyor. Turner Prize’ı almış genç bir sanatçı olmanın da verdiği gazla siz deyin kasaplara nispetle ben diyeyim hafif çaplı sadist iç güdülerle önüne geleni kesip, formaldehite tıkıyor. Çocukken mesela sizin korkulu rüyanız Fredy Kruger iken ben Damien Hirst’ten korkardım, o kadar entelektüel bir ortamda büyüdüm yani...
En değerli işi 50 milyon pound değerinde
Benim geçen hafta sergide gezerken tüylerimi diken diken yapan iş ne köpekbalığıydı ne de plastikle kapatılmış bir odadaki canlı kelebekler. Ben en çok 1993 yılında yaptığı Mother and Child yani Anne ve Çocuk adındaki işten etkilendim.
Çoğu Amerikalı sanat eleştirmeni bu eserin Meryem Ana’ya ve Hıristiyanlığa gönderme yaptığını düşünse de Tate’teki sergi öncesinde serginin küratörü Ann Gallagher ısrarla ne bilinçüstü ne de bilinçaltında böyle bir şeyin söz konusu olmadığını belirtiyor. Bu sanat eseri benim analık duygularıma hitap etmeyip hatta oldukça sinirlendirdi, siz gezemediniz bilemezsiniz ama benim çok param olduğu için gördüm, iş feci bir şey, küçücük bir buzağıya içinden dışından bakmak ve onunda bir yavru olduğunu betimleyen anacığını da yanı başında görmek beni beynimden vurulmuşa döndürdü.
Ana olmasam bir derece anlayacağım belki engin sanat bilgimle, ama anayım... Yazının aralarında ilginizi toplamak için Cem Yılmaz esprileri yapıyorum yakalıyorsunuz değil mi? Ne de olsa sanat sıkıcı bir konu, mesela Bilgi Üniverstesi’nde Fatih Özgüven’in sanat dersleri hiç sıkıcı geçmezdi zira kendisi şaka gibi bir insandı... En son ve en pahalı işi nedense Tate’te ücretsiz görebileceğiniz şekilde sunuluyor. İş koca bir kuru kafaya gömülü, Ali Ağaoğlu’nun sevgililerine hediye ettiği tek taşların 5 misli belki 13 misli büyüklüğünde pırlantalardan oluşuyor. Belki bu bölümü ücretsiz yaparak biz fani genç kızlara ‘bakın elin adamları ne taşlar takıyor, sen hâlâ tek taşımı kendim aldım de’ mesajı vermeyi planlıyordu.
The Love of God adındaki, Müslüman çevirisinde ‘Allah aşkına’ diye okunabilen, bu iş tamı tamına 50 milyon pound. Bu da Sare’nin yıllık aksesuarlarına ayırdığımız paraya tekabül ediyor, yani çok paraya...
Bu yazı ne der?
Eskiden ya topçu ya popçu olunurdu, şimdiyse “Sanatçı olsun hemi de en çağdaşından olsun“ diye dua ediyor analar babalar. Ben Sare’yi şimdiden günde üç öğün İstanbul Modern’e, yer yer Santral İstanbul’a, zaman zaman da babasının galerisine götürüyorum. Demek ki kızımın geleceğini şimdiden kurtarmışım.
Neden çağdaş sanat bu kadar çağdaş?
Damien Hirst sergisini anlatırken 12 milyon dolardan, 50 milyon pounddan bahsettik. Neden dondurulmuş bir köpekbalığı, sırasıyla dizilmiş ilaçlar ya da kuru kafaya takılmış pırlantalar bu kadar akıl almayacak ücretlerde? Çağdaş sanatın aslında tam da karşılığı buradan geliyor, subjektif bir takım verileri alt alta yazdığız zaman sanat eserlerinin değerini ortaya çıkarıyor. Bu subjektif değerler aslında borsada olduğu gibi aradaki spekülasyonu sağlayan aracılar vasıtasıyla oluşturuluyor.
Damien Hirst vakasının en az sanatçı kadar önemli bir spekülatör starı da Charles Saatchi’dir. Saatchi “My name is Charles Saatchi“ kitabında nasıl bu kadar eserlerle ilgili öngörülü olduğu sorulduğunda kibarca “Sadece içgüdüsel” diye yanıt veriyor. İşte bu milyon dolarlık iç güdüden bende istiyorum...
Taxidermistler
Londra menşeli bu akım ya da sanat oluşumundaki sanatçılar Damien Hirst gibi hayvanları eceline bırakmadan öldürüp, canice katletmiyorlar. Sadece ölmüş olan zavallı hayvanları ki, bunlar mini minnacık kuşlar, civcivler falan oluyor, içlerini doldurup “sanat eserine“ dönüştürüp sergiliyorlar. Taxidermistlerin en başında benim gibi mağrur bir aktrist olma hevesi varken olamayıp sanatçı olan
Polly Morgan geliyor. Sevgili Polly şiddetle Damien’a karşı çıkıyor hatta küçük civcivlerin içlerini doldururken muhtemelen beddua ediyor. Al işte sana Türk özlü sözünün yerindeliği “bok değil kaka.”