Dahil olduğumuz oyunlar
Açlık Oyunları, biz izleyicileri 'oyunlarına' nasıl alet ediyor? Öğretim üyesi Ezgi Altan SESLER'e yazdı...
Geçtiğimiz sene ilk filmi ile vizyonda yerini bulan ‘Açlık Oyunları’, serinin ikinci filmi ‘Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak’ ile Kasım ayında hayatımıza geri döndü. Geçen yıl bırakmış olduğu yerde dondurduğu heyecanımızı da bizi ilk filmin Panem’inin bir sene sonrasına, Geleneksel Açlık Oyunları’nın 75. Senesi’ne götürerek canlandırdı, ateşlendirdi – alevler bu sefer daha yükseğe çıkıyor.
İnsan adaptasyon serilerinden bir film izleyince ister istemez aynı dönemlerde vizyona giren benzerlerini düşünüyor. Yalnızca Harry Potter’la karşılaştırmak adil olmayacak olsa da, hayatın karanlık tarafıyla (bu karanlık taraf genellikle var olan sistem temelli oluyor tabi) erken yaşta tanışmak durumunda kalmış Panemli gençlerin hikayesi izleyiciye daha bir ‘harbi’ geliyor. Ve maalesef sistem ve iktidar temelli ‘karanlık’lar, şahsi ‘karanlık’lardan çok daha zalim hikayeler doğuruyor. Açlık Oyunları’nın atmosferi Harry Potter serisinden belki çok farklı, fakat iyi oynanmış sağlam senaryosu ile ondan uzağa, ama yine de ondan öteye yerleşiyor. Hele ki, şeklen benzer bir aşk üçgeni barındıran ‘Twilight’ serisini yine benzer sebeplerden çoktan sollamış durumda.
VAMPİRLER VE DİĞERLERİ
En nihayetinde bahsi geçen serilerin hiçbiri günümüz dünyasına yakın bir distopya sunmuyor bize; vampirler ve büyü gibi başka dünyalara ait temalara (ve dertlere elbet) sahipler.
‘Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak’ın ana motivasyonu hikayeye ve görsele dair her şeyin dozunu daha da arttırmak gibi görünüyor. Oyunun zorluğunu, bölgelerin öfkesini, Snow’un zalimliğini; ve elbette, Katniss’in saç ve makyaj tonunun koyuluğunu. Kendisini alenen gotik bir Tanrıçaya çeviren Cinna’ya saygımız sonsuz, ama onun kendince başkaldırısının da bir bedeli olacaktır.
KORKU YAYMAK İSTEYEN İKTİDAR
Başkent ‘aşırı’nın sonsuz bir kavram olması için elinden geleni yapmakla meşgul. Buna bölgelere daha çok korku yayma çabaları da, 75. Yıl kutlamalarında rastladığımız ‘çok yediğinde seni kusturacak ve böylece daha fazla yemeğe yer açacak’ içecek de dahil. Daha fazla lüks, daha fazla yemek, daha fazla renk. Bunlar başkentte. Bölgelerde aşırıya kaçmak istedikleri tek şey, elbette korku yaymak konusunda. Oysa artık bölgelerde ufak da olsa bir umudu filizlenmekte. Olaylar gelişiyor tabi.
Filmdeki ilişkilerin de dinamiğinde genel olarak bir yükselme ve gerilim mevcut. Bir önceki filmin gerçek kaybedeni, rahmetli oyun kurucu Seneca’nın yerini bu filmde ağır abi Philip Seymour Hoffman alıyor. Hafiften ‘çocukları için her şeyin en iyisini isteyen anne’ havası olan (soğukkanlılıkla cinayet de işleyebilir sanki) Effie’ye bu filmde hafif bir sempati beslemekten kendimizi alamıyoruz (kimsenin kendisini dikkate almayışından olsa gerek), ve o yine biraz kire bulansa Enki Bilal’in distopyalarına yabancılık çekmeden girebileceği tarzıyla Katniss ve Peeta’yı ‘adam etmeye’ uğraşıyor.
SAHTE VE ŞUURLU SAHTE
‘Açlık Oyunları’nın gücünü aldığı en temel öğe, elbette, günümüz. Filmde baskın olan medyanın, televizyon programcılığının ve genel tabiriyle ‘moda’nın iktidar ve kitleler üzerindeki etkisinin tanıdık gelmediğini kim söyleyebilir? ‘İzleyici’ olmanın kodları üzerinden kurulan anlam elbette ‘gerçek’ dünyaya, bugünümüze oldukça yakın. Bu noktada Oyunlar’ın program sunucusu ‘Caesar’ı canlandıran Stanley Tucci’nin, bu yorumlara sebebiyet veren dertlerin tümünü tek bir karakterde birleştirip yansıttığını söylesek abartmış olmayız herhalde. Ancak bu kadar samimi ve şuurlu ‘sahte’ olunabilir. Katniss ve Peeta’ya da Ceasar’ın temsil ettiği dünya karşısında rol yapmak durumunda oldukları, bir kere daha, zor yoldan hatırlatılıyor. Rol yapmak yetmiyor, rollerini iyi oynamak zorundalar. Zira yaşadıkları faşist düzen içinde kendilerini, sevdiklerini, daha önemlisi bölgelerdeki halkı korumak için başka şansları yok. Var olan sistemde sorun yaşamamanın yolu, hiç sesini çıkarmamaktan bile değil, illa ki ‘-miş gibi’ yapmaktan geçiyor.
OYUNU KURALINA GÖRE OYNAMAK
Tam da bu yüzden, Seneca’nın yerine gelen yeni oyun kurucu Plutarch Heavensbee önemli; onun ‘-miş gibi’ yapmasının sebebi filmin ana karakterlerininkinden daha farklı zira.
Donald Sutherland’ın başarıyla canlandırdığı Başkan Snow karakteri Oyunlar başladığında iki yaşındaymış. Bu da onu faşist bir sistemi devralıp sürdüren bir idareci yapar. Snow’un oldukça zeki ve karizmatik bir yönetici olduğu aşikar; fakat özellikle ikinci filmde insanların umudunu yok etmek için daha fazla korku salmak gerektiğinin üstüne bu kadar basarken Katniss’i direk öldürüp bu bahsi kapatmayı neden seçmediğini oturtmak biz izleyiciler için zor. ‘Öyle olsa film nasıl olacak?’ kadar basit olmayabilir zira bu durumlar. Film, en nihayetinde bizim nasıl izleyiciler olmamız gerektiğine dair de bir şey söylemiş oluyor çünkü. ‘Orasını karıştırma’ diyor bir nevi. ‘Görmezden gel’ diyor, başka bir deyişle. Bizim Katniss’in makyajını, alev alan kıyafetini görmekten hoşlanmamızın karşılığında böyle ‘ufak’ soruları sormaya zahmet etmememiz söyleniyor, ses çıkarmadan.
‘Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak’ biraz da oyunu kuralına göre oynamayı öğrenmekle ilgili; ister var olan oyunu devam ettirmek adına olsun, ister entegre olur gibi görünüp, oyunu bozmak adına.