Cem Mumcu: Aşktan korkan aşık olamaz
Psikiyatrist-yazar Cem Mumcu’nun “Zoraki Yolculuk / Accidental Travel” isimli ikinci kişisel sergisi Joint Idea Arnavutköy’de açıldı. Mumcu, eserlerinin kendi içsel yolculuğunu yansıttığını ifade ediyor.
Artan antidepresan kullanımı, ilişkilerde güvensizlik ve şiddet toplumumuzun bir parçası haline geldi. Ruh sağlığı hastanelerinin doluluk oranı yüzde 100’ü aştı... İkinci kişisel sergisini açan psikiyatrist-yazar Cem Mumcu’yla kişisel ve toplumsal sorunlarımızı konuştuk.
Zoraki Yolculuk sergisini oluşturan ana fikir neydi?
Düşünce veya fikirle yola çıkılarak yapılan işlerin, sanata yaklaşamadığını düşünüyorum. Dolayısıyla bu sergide bir fikirden çok yaşanan, duygularla ortaya çıkmış işleri kapsıyor. Ana fikri şöyle özetleyebilirim:
Bazen her yerden ve her şeyden gidersiniz
“Zorla gittim, zorunlu gittim. Kendimden başka gücüm yoktu. Biriktirdiğim ne varsa artık onlar da yoktu. Yeniden gitmem gerekiyordu. Her yerden ve her şeyden gitmem gerekiyordu. Kendimden başka toprağım, sallanan içimden başka zeminim yoktu. Boşluğun rengi bile yoktu. Düşünmek, anlamak, durmak, durmamak, yemek, içmek, uyumak, konuşmak gibi kendiliğinden olan eylemler bile zorlaşmıştı. Belirli olan tek şey belirsizlikti. Bilindik bütün bağlar kopmuştu. Algılarım allak bullaktı. Bildiğim bütün karanlıkların aidiyetle bir bağı vardı. O yüzden hiç kimse ve hiçbir şey olmaya çalışmıştım hep. Ve sevmediğim aidiyetler işte şimdi artık iyice yoktu. Oysa sorgula-malarımdan, acılarımdan, şüphelerimden yeniden ve yepyeni bir zemin oluşturmaya başladığımı fark ettim. Zihnim ve kalbim acı ve öfkeyle açılıyordu. Beklemek zamanın en uzun haliydi. Acılı ama bereketliydi. Benzememek, bambaşka bir şey olmanın tek yoluydu. Benzemek sığınaktı ama tutsaklıktı. Güçsüzlük yeni güçlere kapı açmaya başladı. Kayıptan ilham almam, yokluğu canlandırmam gerekiyordu. Boşlukla, boşlukta özgürleşiyordum. Ezilen meyvenin nasıl özü çıkıyorsa özüm akıyordu.Posalarımdan arınmayı kayıp gibi görmemeliydim. Her şey ikiye bölünürken benim de ikiye ayrılmam gerekiyordu. Yaralarımı saklamamalı gösterişsiz bir onur gibi taşımalıydım. Olağanın dışına çıkmadan yeni bir şey yaratılmıyordu. Acı, sınırların geçilmesine yarıyordu. Yaratıcılığımdan kopmadığım anlarda benlik hissimi kaybetmediğimi fark ettim. Değerler ve hiyerarşinin altüst olması özgürleştirmişti.”
İlişkinin kendiyle bağımız yok
Hayattaki en zor yolculuğunuz hangisiydi ve nereye vardı?
Hayattaki en zor yolculuğum şu an ayrıntılarına girmek istemediğim ve bu serginin de oluşmasına neden olan zorunlu yolculuktu. Ama bütün yolculuklar gibi kendimle yeniden karşılaşmama - acıtarak da olsa - vesile olduğu için şu an minnetle hatırlıyorum.
Türk toplumunda kadın ve erkeklerin yaşadığı şiddet neden kaynaklanıyor ve bu duygusal şiddetin önüne nasıl geçilebilir?
Bu çok kapsamlı ve katmanlı bir soru, tek bir neden olmadığı gibi önüne geçmek için de yalın kat tek bir çözümden söz edemeyiz.
İlişkilerdeki en önemli sorunumuz nedir?
İlişkilerdeki en önemli sorun bence ilişkilerde yeteri kadar ilişkide olmamamız belki de. İlişkinin kendisiyle bağ kurmadan adını ilişki koyduğumuz şeyler de oldukça ağırlıkta. Çünkü aslında ilişki tekamül ettirici bir şeydir ve aslında her şey ilişki ile tekamül eder. Bir marangoz gibi ahşapla ilişki kurarsanız da anne olup çocuğunuzla ilişki kurarsanız da bir aşkın içinde de konforumuzu bozan ve bizi insan kılan, zorlanmaların içinde oluruz. Ama aslolan o ilişkide kendi hakikatimiz ile varolmamızdır. Korkarım ki gerçek olmayan ilişkiler kuruyoruz.
Vasat olan mutsuzluk nedeni
Ağır mutsuzluk ve güvensizlik yaşadığımızı söylüyorsunuz bu neden?
Şu andaki vasat, her anlamda güvensizliğe ve mutsuzluğa, oldukça fazla kapı açıyor. Üstelik, güven duymayı, teslim olmayı, inanmayı bir eksiklik, eziklik gibi gören saçma bir ortamın içindeyiz.
Antidepresan kullanımı sürekli artıyor bu sizce ne zamana kadar sürecek? Verilere göre son 5 yılda yüzde 75 artmış, ruh sağlığı hastanelerinin doluluk oranı yüzde 100 imiş bu neyi ifade ediyor?
Sorunlarımızın kaynağına bakmaksızın sadece semptomlara bakarak onları tanılamamız en önemli etken, üstelik nedenlerine bakmadan, içimize dokunmadan hızlı çözümler arıyoruz. Ruh sağlığı profesyonelleri de bilgisizlikten, deneyimsizlikten belki bazen de yoğunluktan olaya kısa yollu tanılar koyup ilaç vermeye çok meyilliler. Dolayısıyla tanı ve tedavilerin istatistik olarak artışı bana net bir bilgi olarak dönmüyor.
Gerçek duygulardan uzağız
Türkiye’nin en önemli psikolojik sorunu sizce ne, bu sorundan hangi yollarla çıkılabilir ya da çıkılabilir mi?
Bu soruya saatlerce ve sayfalarca cevap verebilirim ama öncelikle yine de iki şeyin altını biraz çizebilirim. Biz maalesef insanları ve birbirimizi iyi ve kötü diye net çizgilerle ayırmak gafletinde bulunuyoruz. Gerçek ve yetişkin insanlar, diğerlerini Hulusi Kentmen ve Lale Belkıs gibi iki uçta değerlendirmez ve yaşamazlar. Bu borderline bir yapıdır. Bu yüzden aslında hezeyanlara, saçma inanışlara, hatta neredeyse paylaşılmış psikoza yatkın bir toplumuz. Gerçek duygularımızı anlamaya, fark etmeye ve dillendirmeye ise çok uzağız. O yüzden bir sürü duygu sanki öfkeymiş gibi ifade yolu bulabiliyor. İncindiğimizi, kırıldığımızı korktuğumuzu yetersizlik hissettiğimizi, yani son derece insani duygularımızı kendimize ve diğerlerine ifade edemiyoruz.
Bir röportajınızda “Aşk, ilişkiler ve seks... Hepsi sahteleşti” diyorsunuz. Bu tabloda aşkı nasıl yaşıyoruz?
Aşk her şeyden önce bir ihtiyaçlılık halidir. Aşık olduğunuzda artık kaybetmekten korktuğunuz biri vardır. Korkusundan korkan dolayısıyla aşktan korkan aşık olamaz. Olsa bile kaçar. O görkemli hali, bir yetersizlik olarak yaşar.