Gazete Vatan Logo
ArşivCem Kozlu başarı sırlarını anlattı

Cem Kozlu başarı sırlarını anlattı

THY’ye Genel Müdür olunca ofisimi taşıdım üç ay ziyaretçi kabul etmedim

Cem Kozlu, ne zaman bir uçak geçse, başını kaldırıp seyrediyor. Hem de istisnasız. Röportajın en keyifli ya da kritik bölümünde olsak bile... Bir süre ardında beyaz bir iz bırakarak süzülen uçağı seyredip sonra gülümseyerek, kaldığı yeri de unutmayarak, sözüne devam ediyor.
Haklı bir gülümseme bu. Ne de olsa, THY’yi bavulları kaybolan, hiçbir uçağı zamanında kalkmayan bir üçüncü dünya ülkesi şirketinden çıkarıp, bugünkü modern haline kavuşturan ondan başkası değil...
Ancak onun başarısı bununla da sınırlı kalmamış Coca Cola’nın Viyana merkezli Orta Avrupa, Avrasya ve Orta Doğu Grubu’nun başkanlığını da yapmıştı. Yani Muhtar Kent’in sözleriyle Coca Cola “Türklerden iyi yönetici olduğu”nu görmüştü. Yani Türklerin uluslararası başarıları için önemli bir kapı açmıştı.
Cem Kozlu, buna şimdi de “Başarının İzinde” isimli, (CNN Türk’te yayınlanan) programı ile devam ediyor ve bizlere başarıya ulaşmış kişilerin hikayelerini, sırlarını ulaştırarak rol modelleri sunuyor ve diyor ki; “İstiyorum ki, gençler bu programla iyimser olsun ve uluslararası başarıları hedeflesinler.”
Kozlu, bu başarıya giden yolda taşınması için bir de “Liderin Takım Çantası” sunuyor. Bu da kendisinin yakında yayımlanacak olan kitabının adı.


Uluslararası başarılara imza attıktan sonra şimdi de “Başarının İzi” isimli bir program yapıyorsunuz. Program fikri nasıl ortaya çıktı?
Taha Akyol’un bir programına katılmıştım, sonrasında yöneticilik, liderlik üzerine konuşuyorduk. Yöneticilerin, başarılı kişilerin hikayeleri bilinirse topluma model olabilecekleri üzerine... O gün bunları konuşurken (Ferhat Bey de vardı) program fikri ortaya çıktı. Olumsuzluklara odaklanan bir toplumuz. Oysa hızla dünyaya açılıyoruz. Mesela ordumuz açılıyor; Afganistan’da, Kosova’da, Somali’de...


Bunu bir açılım olarak mı yorumlamalı?

Tabii! Okullarımızla, müteahhitlerimizle de ciddi açılımlar var. 19. yüzyıla dönüp bakarsak, Batı’nın da dünyaya bu şekilde açıldığını görürüz. Yani askeriyesi, öğretmeni, misyoneri ve tüccarı ile. Gençlerimizin de hayat çizgisini çizerken uluslararası boyutları amaçlamasını arzuluyorum. Bu programla da bu iyimserliği vurgulamak istiyorum. Bazı kişisel başarılar, mücadeleler de gençlerde iyimserlik uyandırabilir.




Türkiye’de sistemin üretkenlik ve verimlilik esası üzerine döndüğünü söylemek zor, başarılar genellikle bireysel çabaların sonucudur. Bu açıdan baktığımızda Türkiye, sizin programınız için verimli bir kaynak mı, yoksa tersi mi?
Başarı her yerde bireysel çaba gerektirir. Tabii bazı sistemlerde bu, daha kolaydır. İyi bir eğitim sisteminiz varsa “başarılı” insan sayınız da fazladır. Ama bizim de diğer toplumlara göre avantajlarımız var. Mesela göçü durmamış bir toplumuz. Göç enerji, insanın kendini geliştirme çabası demektir. Kişinin hayatını, ailesini daha iyi bir konuma getirme isteği ve bunun için riziko alabilmesi de...


Konuklarınızın ortak özelliği uluslararası bir başarıya imza atmış olmaları. Orhan Pamuk konuğunuz olacak mı?
Orhan Pamuk’u düşündüm. İleride olabilir de. Çünkü programımız sadece iş dünyasına yönelik değil.


Evet, programınıza Muhtar Kent de sismolog Özdoğan Yılmaz da konuk oluyor. Her biri farklı dünyaların insanları, onları buluşturan kavşak ne?
“Başarıyı nasıl tanımlıyorlar”, bunu merak ediyorum. Tabii bunlar “On adımda başarı” gibi tanımlar değil. Aksine ben başarının bir formülü olduğunu sanmıyorum ama ortak noktaları var mı, işte onu merak ediyorum.


En ilginizi çeken başarı tanımı neydi?
Huzurdu. Çünkü başarı dinamizm içerir, huzur ise dinginlik. İlk bakışta çelişkili görünen bir tanımdı bu. Ama görüyoruz ki, başarılı insanlar başarıyı asla maddi boyutla sınırlamıyor. Her birinin tanımında psikolojik, felsefi, inanç değer yumağını ilgilendiren bir yön var. Yani sırf para kazanmak için yola çıkan kişiler değiller. Başarılı kişiler için “Belli bir değer dokusu, inanç, yani hayatın anlamı üzerine düşünmüş insanlar” diyebilirim. Elbette, beş evim, üç uçağım olsun diyenler de vardır. Ama benim konuklarımın tanımları farklıydı.




‘İki’yle ilgili gerekenleri yaptım, iki evim, iki çocuğum, iki kitabım var


Sizin başarı tanımınız ne?

Bir formülüm yok ama bazı somut tariflerim var. Mesela bir şeyler ortaya çıkarabilmek ya da birilerini yetiştirmiş olmak gibi. Hatta kendimden daha güçlü ve iyi olacak şekilde.


Kıskanmaz, korkmaz mısınız?
Aksine, gurur duyarım. Mesleğe başladığımda kendime bazı somut hedefler koymuştum. Dışarıda okumuş, çalışmış (ABD) ve 1976’da Türkiye’ye dönmüştüm. Terörün zirve yaptığı yıllardı ve ben ihracat yapmak istiyordum. Oysa Türkiye’nin ihracatı milyar dolar bile değildi.


Yani her şey aleyhinizeydi?
Ve ben zeytinyağı ihracatı yapmak istiyordum. İzin bile alamıyorduk, “Türkiye’de bu sene yağ az olursa, halimiz ne olur” deniyordu. Teneke aldık, yağ aldık ama izin alamadık. Oysa Rusya’ya mal satmıştık. Ticaret Bakanlığı İhracat Genel Müdürlüğü inanın beni ağlatmıştı; git-gel, git-gel yüzünden. Ama ben de bunu kafaya takmıştım... Bir diğer hedefim de buna bağlı oldu; dedim ki; “Böyle bağnazlık olamaz. Bunun dersini vereyim, kitabını yazayım...” Dersler verdik, kitaplar yazdım. Bir de bizim kültürümüzde hep iki vardır ya; iki evim olsun (biri yazlık), iki çocuğum, iki kitabım... Onları yaptım.


Yani kişiler kendilerine, bir araya geldiklerinde büyüyecek hedefleri mi koymalı?
Kural koymak istemem, yön gösterebilirim. Kişiler kendilerini dinlemeli, bir iddiaları olmalı. Yani “Ben bunu yaparım, farklıyım, muazzam bir enerjim var” diyebilmeli. Çünkü insan bunları düşündüğünde vakit kaybetme korkusu başlar, vaktimiz sonsuz değil. Konuklarımın tümünde de bunu gördüm. Hepsi zaman kullanımında çok disiplinliydi. Kendi sistemini yaratmıştı, hem de çok çalışıyorlardı. Çünkü bu düşünceler, part-time uygulanmaz. Yani “Şunu şunu yapayım, zamanı gelince çalışırım” denerek başarılı olunmaz.



Zamanı israf etmemeye çalışırım


Zaman kullanımında siz nasıl birisiniz? Disiplinli misinizdir?

Zamanı israf etmemeye çalışırım, yani “Sıkıldım, bugün ne yapayım” diyen biri değilim.


Boşa geçen, kayıp günler...
Elbette oldu. THY’nin ilk zamanlarında gelen evraklar, telefonlar, ziyaretçiler, milletvekili talepleri o kadar çoktu ki, bir gün dedim ki; “Tamam bir gün boyunca edilgen olacağım, bakalım bu iş yükü nedir?” O gün benden ne isteniyorsa öyle davrandım. Mesela bir telefon geliyor; “Ali’yi al. Frankfurt’a ata!” İyi de kimdir bu Ali? Başlıyorsunuz Ali’yi araştırmaya, sonra Frankfurt’u aramaya. Bu işlem en kısa sürede tamamlansa bile en az 3-4 dakika süren 4 telefon görüşmesi yapmak zorunda kalıyordunuz, yani 15 dakikanız gidiyordu. Ne için? Ali için! O gün şunu gördüm: Gelen taleplere yetişmeye çalışırsam şirketi ben yönetmeyecektim. Ben de bunun üzerine ofisten kaçtım. Çünkü ziyaretçiler sizi, hele milletvekili, politikacıysa, odanızda buluyordu. Ofisimi havaalanındaki harekât merkezine taşıdım. Çünkü BM müfettişi bile oraya pasaportsuz giremezdi. Ayrıca Teknik de oradaydı. Yani bir taşla iki kuş vurmuştum ve üç ay hiç ziyaretçi almadım.


Korkut Özal hariç...
Evet, ödüm kopmuştu geldiğinde, başbakanın kardeşi, eski içişleri bakanıydı. Kim bilir ne isteyecekti? Sanırım bunu yüzümden anlamış, “Sen şimdi bu adam niye geldi diyorsundur” demiş ve eklemişti; “Çok genç yaşta bu göreve geldin, ben Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın başına geldiğimde senden de gençtim, başıma çok şey geldi, damdan düşen, damdan düşenin halini anlar, o yüzden sana yardıma geldim. Abim ve çevresi seni bunaltırsa bana bir telefon et, elimden geleni yaparım.”


Coca Cola’da başarılı olmak THY’yi kurtarmaktan daha zordu


THY’yi bir üçüncü dünya ülkesi havayolu şirketinden çıkarıp modern bir kuruluş yaptınız. Coca Cola’da ise muazzam bir göreve yükseldiniz; Orta Avrupa, Avrasya ve Ortadoğu Grubu’nun başkanlığını yaptınız. Sizin için hangisi daha büyük başarıydı?

Bu kritik bir sual... THY’de başarılı olmak daha kolaydı. Çünkü eksikler, sorunlar çok belliydi. Yolcumuzun bize güveni kaybolmuştu. İkramlardan kalkış saatlerine kadar hiçbir hizmet standart değildi. Türkiye büyüyordu ama filo çok küçük kalmış ve bölünmüştü. Tabii tüm bunları yapacak para da yoktu.


Yani sorunun büyük olması çözümü kolaylaştırdı?
Evet. Çünkü böylece hedefi hemen belirledik ve “3K” dedik. İlki tehirlerden uçuş güvenliğine, ikramlardan temizliğe kadar “kalite”ydi. İkincisi ise “kapasite.” Filonun büyümesi, uçak tiplerinin azalması gerekiyordu. Üçüncüsü de “kapital”di. Sıralamayı da bu şekilde yaptık yani önce kaliteyi zıplatıp, “Bunu yapabiliriz ama siz de destek olun” diyecektik ve öyle oldu.


Coca Cola’da ise tam tersi mi söz konusuydu?
Coca Cola İsviçre saati gibi işleyen bir sistemdi. Bozuk, kırık tarafı yoktu ki, sorunu hemen görüp düzeltin. Ancak “Ben ne yapabilirim, farkım ne olabilir” diyebilirdiniz. Şunu gördüm; Coca Cola bir sistemdi. Benim bölgemde 51 ülke vardı, bunların 23’ünün şişeleyicisi ise aynıydı. Kıbrıs asıllı bir ailenin kurduğu bir Yunan şirketiydi bu. Yapabileceğim en önemli kaldıraç görevi onların daha verimli olmasını sağlamaktı. Bunu yaparsam bir sıçrama gerçekleştirebilirdim. Bunun üzerine onlarla çalıştığımız bölgelerin genişlemesini savundum ve gerçekleştirdik.



Kervan başı, hangi deveyi nereye koyacağını iyi bilmeli!


Başarıyı bir yolculuk olarak mı görüyorsunuz. Çünkü kitaplarınızın adı; “Bulutların Üstüne Çıkarken”, “Öfkeden Çözüme” gibi hareket içeren isimler. Programınızın adı da; “Başarının İzinde.”
“Öfkeden Çözüme” kitabımın kapağında da bir tren vardır. Dünyadaki eğilimleri tren yolculuğuna benzetmiş, Türkiye süratli davranırsa trene biner, demiştim. Hayat bir yolculuk... Yollar insana çok şey öğretir. Çin’de dört gün çölde kalmıştık. Bir deveciyle sohbet ediyorduk. Merak edip sordum “Bir deve ne kadar yük taşır” diye, o da “Her deveninki farklıdır, devecinin bilmesi gereken de budur” demişti. Deveye fazla yük yüklenirse oturur bir daha da kalkmaz ama az yük yüklenirse de deveci az para kazanır.


Deveci müthiş bir kapasite tanımı yapmış. Büyük iş adamıymış...
Deveci çok büyük iş adamıydı! Ama orada bir başkası daha vardı, o da kervanın başındaki kişi.


O da CEO mu oluyor?
Evet, çünkü o da, devecilerin kapasitesini iyi bilmeliydi. Hangi deveciyi kervanın neresine koyacağı gibi...



İş adamı sporcu sanatçı gibi disiplinli olmalı


Başarılı olmak için sosyal hayatımızda nelere dikkat etmeliyiz?

İstanbul’daki sosyal hayat çok yoğun... İş adamı kendini bir sporcu, sanatçı gibi görmeli. Sanatçıların biyografilerine baktığımızda çok net rutinler görürüz. Her sabah beşte kalkmak ve saat 10 oldu mu, kalemi bırakmak gibi.
Mesela İdil Biret, her gün muhakkak sporunu yapar ve sonra belli bir süre piyano çalar. Ama 20-30 yaşındaki bir piyanistin enerjisi ve gücüne sahip. Yaş ondan alacağına veriyor sanki, çünkü disiplini onu koruyor.



“Liderin Takım Çantası”nda neler var?


Yakında yayımlanacak olan kitabınızın adı; “Liderin Takım Çantası.” Çantanın içinde neler var?

Bazı şeyleri hatırlatan simgesel şeyler bunlar. Adalet tokmağı, karar verirken adil olmak gerektiğini hatırlatır. Orkestra şefi batonu var, çünkü bir liderin temel görevi; uyumlu ve tempolu bir koordinasyon sağlamaktır. Bir mühendislik hesap cetveli var, “iş modelim doğru mu, ömrü ne kadar” sorusunu akılda tutmak için. Bu cetvel, Aristo markadır, ailem bana bunu bir öğrenciden ikinci el olarak aldı. Bilgisayarlardan önce, çok yüksek rakamların çarpımı, bölümü vs. için kullanılırdı. Ama bu cetveli aldıktan iki yıl sonra bilgisayarlar çıktı. Polaroid makinesi de aynı şeyi simgeler. Hafıza kartlarının yanı sıra teşekkür kartları var. İyi bir şey mi gördünüz, beklemeyin hemen teşekkür edin. Coca Cola şişesi var, o ise benim için uygulamayı simgeler. Çünkü günde bir buçuk milyar şişe, 202 ülkede aynı sıcaklıkta dağıtılır, satılır. Ayrıca direncin önemini anlatan “İvan Denisoviç’in Bir Günü” adlı kitap ile Yunus Emre ve Hz. Ali’nin öğütleri kitapları da var.




Haberin Devamı