Cehennemin kapıları İstanbul’a açılıyor
Dan Brown’un sinemaya uyarlanan “Cehennem” romanında, İstanbul bütün gizemlerin merkezinde...
Önceki seriler “Da Vinci’nin Şifresi” ile “Melekler ve Şeytanlar’ın aksine bu defa, kriptolog - tarihçi Robert Langdon, beyin travması geçirmiş haliyle karşılıyor izleyiciyi. Eşzamanlı olarak ateşli bir konuşma yapan multimilyarder Bertrand Zobrist’in sesini duyuyoruz. İnsanların günahkar olduğundan ve dünya üzerinde büyük bir yıkımın yaşanması gerektiğinden bahsediyor...
Ayasofya tarihi değiştiriyor...
Floransa ve Venedik sokaklarında sürüklendikten sonra, komplolar, suikastler, Dante’nin Cehennem tasviri derken, Langdon’un yolu İstanbul’a düşüyor. Bütün gizemin çözüldüğü hikayeyi şehre bağlayan unsurlar, 4’üncü Haçlı Seferi’nde İstanbul’dan Venedik’e taşınan at heykelleri ile tarihe damgasını vurmuş olan, mezarı Ayasofya’da bulunan Venedik dükü Enrico Dandolo oluyor...
Alışkın olduğumuz üzere Howard, izleyiciyi yine ters köşeye yatırmayı başarıyor. Ancak senaryonun akışı ve bağlanış şekli önceki filmlerin (Da Vinci’nin Şifresi ile Melekler ve Şeytanlar) basit röprodüksiyonu oluyor. Diyalogların klişeliği ve yüzeyselliği belirli bir çıtayı aşamıyor...