Çaresizlik kadınların kaderi olmamalı
Craft Tiyatro’nun sahnelediği “Hepimizin Öyküsü Aynı“ oyununda yer alan Hatice Aslan, İrem Sak ve Pınar Çağlar Gençtürk, “Kadınların farkına varmalı, çaresizlik kaderleri olmamalı“ diyor...
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Dario Fo ile Franca Rame’nin birlikte yazdıkları kadın oyunlarından üçü, “Uyanış“, “Yalnız Kadın” ve “İşçi”nin bir araya getirildiği “Hepimizin Öyküsü Aynı“, binlerce yıldır dünyanın kanayan yarası olan bir soruna parmak basıyor: Erkek egemen toplumda kadının bitmeyen sorunları...
Üç farklı oyun, ortak sorun...
İlk olarak “Uyanış“ bölümünde karşımıza “İşçi” rolüyle Pınar Çağlar Gençtürk çıkıyor... Rutin hayatının pençesinde boğulmuş, sabah uyanıyor, bebeğine bakıyor. Ardından çalışmak için fabrikaya gidiyor. Çevresi erkekler tarafından kuşatılmış. Her gün bir öncesinin tekrarı...
Oyunun ikinci kısmı “Bir Ana”da dram dozu epey yükseliyor. Bu defa karşımızda “Ana” karakteriyle Hatice Aslan var. Onun mücadelesi devletle, alıp götürmüşler oğlunu...
Son olarak “Yalnız Kadın”da İrem Sak’ı izliyoruz... Eve hapsolmuş, tam anlamıyla izole edilmiş bir kadın. Çamaşırı, ütüsü, evde uğradığı tacizleri. Cinsel obje ve ev hizmetçisinden bir farkı yok... Dünyası, odasında dinlediği müzikle, televizyonla ve komşularıyla yaptığı dedikoduyla sınırlı...
Hatice Aslan: Bu iş anne - babayla bitmiyor...
Karakterleriniz gerçeğin aynası gibi... Ancak Hatice Hanım, sizin “Ana” karakteriniz çok daha dramatik sanki?
Hatice Aslan: Aslında çocuğunuzu ne kadar iyi, mükemmel yetiştirirseniz yetiştirin çevrenin, sistemin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor karakterim. Bu işin anne-babayla, eğitimle bitmediğini görüyoruz. Daha dürüst, gerçekçi bir çevre olması gerekiyor. Her oynadığımda canım yanıyor.
Pınar ve İrem Hanım, size gülerken düşünüyoruz bir yandan da...
Pınar Çağlar Gençtürk: Çalışan her kadının trajedisi benimki... Çocuğuna, kocasına bakmak zorunda... Zaten erkekler tarafından kuşatılmış. Hayata geliş amacı bu. Tek istediği de ilgi, alaka. Oyunda söylediğim bir şey var, “Tek istediğim şey konuşmak!” şeklinde...
İrem Sak: Benim karakterimde ana sorun aslında her şeyin cevabını bilirken, elinin kolunun bağlı olması. Komşusu ile konuşurken, öyle şeyler söylüyor ki, aslında kurtuluşu hemen oracıkta. Kendinde. Ama farkında değil. O evde, o fanusun içinde yavaş yavaş boğuluyor. Ne zaman ki anlatmaya başlıyor başından geçenleri, her cümlede, her adımda, kurtuluşuna, özgürlüğüne adım adım yaklaşıyor.
İrem Sak: İç dünyamıza dönmemiz lazım... Pek çok sorunun cevabı içeride çünkü.
Oyunun diyalog değil monologla yürümesi de ironi. Sanki duvara karşı konuşuyorsunuz...
P.Ç.G: Evet, zaten benim içimde ukte kalanlar oluyor. Söylüyor, kızıyor... Ancak sonuca ulaşmadığından kendi kendine kıvranıyor.
H.A: En azından birkaç kişiyi ikna edebilsek ne güzel olur. İnsanlar başlarına gelene kadar bazı şeyleri anlamak istemiyor. İnsanların başına kötü bir olay geldiğinde yalnız bırakılıyor, çevresi tarafından terk ediliyor.
Karakterimde de içimi en çok acıtan taraf bir ananın çaresizliğiydi.
Oyunun yönetmeni İpek Bilgin, “Erkeklerde bir dönüşüm olsa hayatın içinde bu problemler bu kadar net yaşanmaz” diyor... Peki nasıl olacak bu dönüşüm?
H.A: İpek’in söylediği çok doğru, kesinlikle katılıyorum.
P.Ç.G: Bir dengenin tutturulması gerekiyor. Herkes güçlü olduğu yönleri kabul edip ona göre tutum almalı.
İ.S: Kendilerini bulmaları lazım. Hem kadınların hem de erkeklerin. İç dünyamıza dönmemiz lazım. Dönüşüm dedikleri bu olsa gerek, dönmek, dönüp bir bakmak; ben kimim? Neyi neden yapıyorum? Neden eşime vuruyorum? Neden terk edilme korkum var? Neden hep aldatıyorum/aldatılıyorum? Bunların hepsinin cevabı içeride...
Anlatamadığınız ve itiraf etmek istediğiniz bir olayla karşılaştınız mı?
P.Ç.G: Moda’da beni taciz eden insanı hapse attırdım. Devamlı aynı yerde duran, geçerken çaktırmadan ellemeye kalkan bir adamdı. Takip ettim bunu. Geçtim karşısına “Sapıksın” dedim. Sonra Facebook’ta yaydım. Şikayette bulundum, adamı götürdüler sonrasında.
H.A: Benim nacizane fikrim kimse başına gelen herhangi bir olayı içine atmasın, korkup kaçmasın. Ses çıkarsın. Kimse doğuştan sapık olarak doğmuyor ve bunların hepsini hastalık olarak görüyorum. “Vücut” filminden sonra sosyal medyadan çok tacize maruz kaldım. Açıkçası klavye başındaki o çocuklara zamanlarını bu tarz şeylerle harcadıkları için çok üzülüyorum. Zamanlarını daha üretken, daha verimli, daha yararlı şeylere harcamaları gerekirken bu tip şeylerle uğraşıyorlar.ın bu kadar
Dünya incelikli bir yer olurdu...
Peki kadınların bu kadar ezilmediği bir dünyada en büyük fark ne olurdu sizce?
P.Ç.G: Böyle bir mümkün mü sizce? Ama olsaydı her şeyden önce çok incelikli olurdu...
H.A: Tabii ki harika olurdu. Her iki tarafın da birbirini aşağılamadığı bir dünya... Hayali bile güzel. Ben kadın - erkek değil insan olmaktan bahsediyorum... İnsan öleceğini bile bile neden bu kadar hırslı ve kendi gibi olacağına neden bu kadar başkalarıyla uğraşıyor acaba?
Oyunun 1970’lerin sonunda yazıldığını biliyoruz, ancak kadınların belki daha da arttı... Umutsuzluğa düştüğünüz olmuyor mu?
H.A: Umudunu yitirdiğin an ertesi güne uyanabilir misin? Bence uyanamazsınız... Umutsuz hayat olmaz. Umut insanı hayata bağlar.
P.Ç.G: Yeterince umutsuz değil miyiz zaten?