Çağan Irmak klasiği: Unutursam Fısılda
Unutursam Fısılda görkemli bir 70’ler dekoru ile açılıyor. Kasaba dilberi Hatice, yeni sahne ismiyle ‘Ayperi’, hayranlarının çığlıkları arasında, daha ilk sahneden yüksek ışığı ve ikonik gülümsemesiyle bütün filmi bir perimasalı etkisi yaratarak çalacağını hissettiriyor.
Bu peri masalının trajik yanını Hümeyra’nın yaşlılık döneminde hissetmekte gecikmiyoruz. Bir tür ‘Blue Jasmine’ duygusu yaratan sahnede Hümeyra’nın lüks dairesine hacizciler geliyor ve tatlı hayat hacizcinin elindeki bir altın plakla bir hoş sedaya dönüşüyor. O tatlı hayatın kırıntılarını bir valize doldurup Ege’nin yolunu tutan Hümeyra’nın düşmüşlüğü kırılan topuğuyla kabaca çiziliyor. Ancak Hümeyra’ya yıllardır görmediği ablası ilk andan itibaren küfür kiyamet gidiyor ve kardeşini zalim şekilde aşağılamaya başlıyor.
Günahıyla, sevabıyla Çağan Irmak sineması
İki kızkardeşin aşk-nefret dinamiğini ağdalı içsesler eşliğinde geçmişe giderek çözmeye çalışıyoruz. Hümeyra’nın gençliği at kuyruğunu neşeyle sallayıp, mahallenin oğlanlarıyla top koşturan, şarkı söyleyen, yüksek enerjisiyle dünyalara sığmayan deli dolu bir kıza dönüşüyor. Abla ise daha içe dönük, yazdığı şiirleri çekmeceye kilitleyen hisli ve tutuk bir kız. Kasabaya gelen kaymakamın oğlu Tarık (Mehmet Günsür) Hatice’ye ilk görüşte aşık olurken, bunun farkında olmayan abla aşkını şiirlerde döktürüyor.
Çağan Irmak’ın malum yetmişler sevgisi bizim de içimize işliyor. Yetmişlerin çocuksu, abartılı, uçarı neşesi, enerjisini gülümseyerek izliyoruz. Ancak Irmak pek çok klişe tuzağına düşüyor. Irmak’a göre Issız Adam’dan beri tutması garanti şeyler var bir filmde, aile dramı, nostalji müzik, artık kaybettiğimiz zamanların masumiyeti, eski 45’likler vs. Biraz havailikle gönlümüzü çal, kardeşlerin nefretini göster, bir hastalıkla acıma hissi yarat, sonra kavuştur, bir daha asla geri dönmeyecek tatlı hayat üstünden melankoli yarat, al sana gişe filmi. Bir kaç günde doksan dakikalık dizi yazma alışkanlığının ve hızının sinemaya etkisi pek iyi olmuyor, çünkü o işlenmemişlik sinemada daha fazla sırıtıyor. İzleyici bu klişelere dizilerde doyuyor zaten, sinemada daha derin bir şeyler bekliyor. Filmin içinde bir çok ışıltılı, samimi, şefkatle tebessüm ettiren sahneler yok mu, elbette var. Özellikle genç Hatice ve ablasının dönemi, bugünden o zamana bakmanın getirdiği bir kitchlik olduğu için hoşgörülebilir sevimlilikte. Farah Zeynep ise aykırı, kıpır kıpır, bulaşıcı neşesi, hem lolita hem ‘erkek Fatma’ geçişlerini ustalıkla canlandıran harika bir seçim olmuş. Üstelik filmde Kenan Doğulu’nun yazdığı şarkıların çoğunu Farah’ın kendi sesinden dinliyoruz.
Çağan Irmak’a bu kadar güzel damarlar yakalamışken aceleyle film çektiği için belki sitem edebiliriz ama belki de onu filmdeki kasabanın muhafazakar değerlerini savunan, yaşamaya korkan abla değil de hayata kafa tutan ve cebinde ne var ne yok ortalığa saçan Ayperi’ye daha yakın olduğu için sevme nedenimiz var. O senaryolarını bir çekmecede mükemmeliyetçilik iddiasıyla çürütmeye razı değil, tam içimize sinmese de bize bir ruh esintisi yaşatma derdinde, yaşadıklarını tek tek hafızasından silen Ayperi gibi hayatın içinde görünüp kaybolan filmler yapıyor. Belki bu yüzden her şeye rağmen tebessümle izlemeye devam ediyoruz Irmak’ı.