"Bu taraflı bir filmdir!"
12 Eylül döneminin sıradan insanların yaşamlarını nasıl tepetaklak ettiğini anlatanEve Dönüş'ün senaryosu, gerçek olaylar ve insanhayatlarından yola çıkılarak yazıldı.
12 Eylül döneminin sıradan insanların yaşamlarını nasıl tepetaklak ettiğini anlatan
Eve Dönüş'ün senaryosu, gerçek olaylar ve insan
hayatlarından yola çıkılarak yazıldı. Başrol
oyuncuları Savaş Dinçel, Memet Ali Alabora, Altan
Erkekli ve yönetmen Ömer Uğur, galaya Kenan Evreni davet etmelerinden Babam ve Oğlum ile
kıyaslanmalarına kadar tüm sorularımızı yanıtladı.
12 Eylül 1980 günü, bir ihtilâlin kara bulutları onların üzerine çaresizlik olup yağmaya başladı. Onların hikayesi; içinde aşkın, mizahın, acının, darbenin ve bir gün eve dönebilme ihtimalinin olduğu gerçek bir yaşam hikayesi...
Bir kenar mahallede, iki göz oda içinde, kocaman keyifleri vardı. Ne siyasetten anladılar, ne memleket meselesinden haberleri oldu... Ama o günden sonra bilmedikleri bir şeyin bedelini ödemeye başladılar...
Darbeyle dağılan küçük hayatları için artık sadece tek bir şey diliyorlardı: Eve dönmek!
Filmin sunumundaki bu yazı aslında her şeyi anlatıyor. Ünlü oyuncular Altan Erkekli, Savaş Dinçel ve Memet Ali Ala-bora'nın başrolleri Sibel Kekilli ile paylaştığı "Eve Dönüş", bir süredir Çağan Irmak'ın Babam ve Oğlum'unun yakaladığı başarıdan sonra rant elde etmek için çekilmiş bir film olmakla suçlanıyordu...
Yönetmen Ömer Uğur'un senaryosunu 12 yıl önce yazdığı Eve Dönüş, sıradan insanların hayatları üzerine kurulu. "Film sadece bir 12 Eylül filmi değil" diyor ve darbeyi olumlu görmenin aklı başında bir insanın işi olamayacağını vurguluyor Uğur. Demokrasi ve hukukun askıya alındığından dem vuruyor. "İşte" diyor, "bu keşmekeşte, darbeden 10 gün öncesi ile bir buçuk ay sonrasındaki dilimde kimi insanların iç sıkan öyküsü var bu filmde."
Yönetmen Uğur, "filmde tarafız" demeye de çekinmiyor. Ne darbe ne de ihtilâl yapmadıklarını söylerken sesinde özgüven var. "Alt tarafı bir film" diyor.
Filmle ilgili en büyük tartışma, 7'nci Cumhurbaşkanı, adı 80 darbesiyle özdeşleşen Kenan Evren üzerinden yapılıyor. Evren'in de galaya davet edileceğini duyan kimi çevreler, reklam için bu durumu gerek yapımcının gerekse yönetmenin kullandığını ima eden cümleler kurdu. Sol görüşe yakın oldukları bilinen oyunculardan Savaş Dinçel, Evren'in gelmesi durumunda "Bakalım o zaman ben orada olacak mıyım" diye net bir çizgi çiziyor. Memet Ali Alabora ise daha realist... Rahatsızlık duymak için bir sebebi olmadığını anlatıyor:
"O rahatsızlık duymuyor ise biz mi duyacağız? Bir film çekiyoruz ve içinde adamın fotoğrafi var. Adamı da çağırmak doğru değil mi?" Fakat bunları söylerken sesindeki ve mimiklerindeki eleştirel ve kinayeli tavır dikkat çekici...
Gala davetinin aslında mizahi bir yönünün olduğunu söyleyen yönetmen Ömer Uğur ise Evren'in filmi mutlaka merak edeceğini ve gidip seyredeceğini söylüyor. Kendisine Evren'in Babam ve Oğlum'u da seyretmediğini, hatta filmle ilgili "tamamen uydurma" yorumunda bulunduğunu hatırlattığımızda "Kimse yoğurdum ekşi demez" diye başlıyor cümlesine ve bunun kişisel bir tepki olduğunu anlatıyor: "Ne derseniz 'ama'sı vardır. Kaldı ki bizim yaptığımız iş yalnızca bir film, onlar ise darbe yaptılar. 12 Eylül acısıyla, etkileriyle Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük yıpranmalarından biri. Gerçi Kenan Evren komutanın tutumunda, söyleminde değişik bir şey olmasını beklemek zaten hata."
"SIRADAN İNSANLARI ANLATIYORUZ"
Demin söylediğimiz gibi, kadronun sol görüşe yakın isimlerden oluşması insanın aklına "bu bir tepki filmidir" yorumunu getiriyor.
Alabora, "Yine birleşip bir 12 Eylül filmi çekmişler" gibi bir durum olmadığını anlatıyor. Sıradan ve basit insanların öyküsünün aktarıldığı filmin senaryosu Alabora'yı doğrular nitelikte: "Anarşist, devrimci, devlet çalışanı, ajan falan olmayan insanların o zaman diliminde başından geçmiş bir tramvayı anlatıyoruz."
Dinçel, üzerindeki elbiseyle hem barışmış hem de seviyor. "Yine o isimler bir araya gelmiş" diye düşünenleri anlıyor ama "İstesem de bu elbiseyi çıkartıp üzerimden atamam, çünkü ben de 12 Ey-lül'de hapse girdim" diyor. "Zaten" diye destekliyor Alabora, "yönetmenin 'Savaş Dinçel 12 Eylül'de içeriye girmişti, mutlaka onu oynatalım' dediğini hiç sanmıyorum."
Filmin gerek yönetmen, gerek oyuncuları bunun bir dönem filminden ziyade "sadece bir film" olarak algılanması gerektiğini vurguluyorlar. "Olanları hep birlikte görüp yaşadık, içine tavrımızı katmamıza gerek yok" diyorlar ve bunu Esma ile Mustafa adlı bir işçi çiftin hikayesi üzerinden anlatıyorlar.
Memet Ali Alabora, "Filmin konusu gerçekten de darbeden ziyade darbeden zarar gören sıradan insanların yaşamındaki sıkıntılar üzerine...
Bir işçi çiftin Ağustos 1980 ile Kasım 1980 arasında yaşadıklarıyla bir döneme spot tutuluyor. Bu zaman aralığına da 12 Eylül darbesi hakim oluyor haliyle...
Bu film 12 Eylül hadisesinin Türkiye'de hangi gerçeklerle, nasıl gerçekleştiğim anlatan bir film değil. O dönemi, Esma ve Mustafa'nın nasıl yaşadığını anlatan bir film. içinde 12 Eylül olan bir film ama bir 12 Eylül filmi değil, içinde işkence olan bir film ama bir işkence filmi de değil" diyor.
"ACIMIZ VARDI ANLATMASAK OLMAZDI"
Gerek Alabora, babası Mustafa Alabora'nın işsizliğini, balıkçılık yapmak zorunda kalmasını ve ailesinin yaşadığı sıkıntıları; gerek Savaş Dinçel, tiyatrodan diğer binlerce 1402 sayılı yasa mağduru gibi çıkartılıp mecburen karikatürcülük yapışını anlatırken, filmin senaryosunda o dönem yaşadıklarından bir şeyler bulduklarını ve temelde anlatılan şeyi desteklediklerini de gizlemiyorlar.
Yönetmen Ömer Uğur, "Bir acımız vardı ve bunu da anlat-masak olmazdı" diyor açıkça. "Biz birileri görsün, birileri öğrensin diye film yapmıyoruz" cümlesi gayet keskin ve hâlâ dönemi hatırladıkça sinirlendiğini belli eden bir ses tonuyla geliyor. "Biz bu hikayeleri, bu olayları yaşadık. İçimizde ukde kaldı. Bir de hikayemiz var, bunu da anlatalım istiyoruz. İzleyenler bundan bir şey çıkartsın diye kaygı da duymuyoruz."
Senaryo, politik kahramanlıklar yapan karakterler üzerine kurulu değil. Bu güne kadar 12 Eylülle ilgili çekilen filmlerde karakterler politik olarak "bir tarafın adamları"ydı. Ya kahramanlardı ya da sonradan oldular. Dinçel de Alabora da "Bizim filmimizde bir kahraman yok Hatta hepsi anti kahraman. Kimse kahramanlık yapmıyor" diyorlar.
Oysa Altan Erkekli, filmle ilgili konuşurken bir kahramandan bahsediyor bize: "Şüphesiz su akarken kirleri götürüyor. 'Asmayalım da besleyelim mi' mantığında bir kahramanın cümlesiyle geldik bu günlere. O kahraman, bugün bir üniversitede gençlerin karşısına çıkıp 'hiç pişman değilim' deyip alkış alabiliyor. Üniversite öğrencileri de hiç çekinmeden alkışlayabiliyorlar."
Memet Ali Alabora
"Sibel'in 12 Eylül'den haberi yok"
"Başrol arkadaşım geçen sene New York Times'ın dünyanın en iyi beş kadın oyuncusundan biri seçtiği, dünyanın birçok ülkesinden ödül almış biri. Gurur duyuyorum. Sibel'in 12 Eylül diye bir şeyden haberi yok. Çünkü 1980 Almanya doğumlu... İllâ bir yaşanmışlığı olması gerekmiyor ki..."
Altan Erkekli
O dönem 'Bu kadar da olmaz kardeşim^'dönemidir"
"Yönetmen Ömer Uğur, o döneme tanıklığını dile getirecekti, buna şüphem yoktu. Bir oyuncu olarak işin doğrusunu aktarabilmek için tavrınızın olduğu bir şeyde bulunmanız gerekir. Bu eleştirilebilir de...
Bir şeye inanmışlığım olmalı ki içinde bulunayım. Biz 12 Eylül döneminde tiyatroda denetlendik. Bir heyet gelip tekstlerden uygun bulmadıkları bölümleri çıkarttı. Ve her gün, o heyetten iki kişi gelip oyunu izleyip 'yanlış bir mesaj' veriyor muyuz diye bizi kontrol etti... Birçok arkadaşım tutuklandı, acılar çekti, işkence gördü...
Çok zor bir dönemdi. Bir oyuncu arkadaşımızı alıp dört gün işkence ettikten sonra işkenceyi yapan polis dönüp 'Ya, sizin tiyatroda bir çocuk oyunu varmış, bana üç tane bilet bulsana' demiş. O dönem 'bu kadar da olmaz kardeşim' dönemidir, 'yapmayın ya bunlar da mı yaşandı' dönemidir... Sıradan insanlar büyük acılar çekti."