Bu harem başka
4 Yüz Topkapı Sarayı'nda buluşup kendi haremini kurdu
Ele aldıkları her konuyla tartışma yaratan 4 YÜZ ekibi bu hafta Topkapı Sarayı'nda toplandı. İlk buluşma noktamız İlber Ortaylı'nın odası. Ortaylı'nın anlattığı heyecanlı hikayelerle tarihin dehlizlerinde çay içerek dolaştıktan sonraki istikamet önce sarayın yenilenen silah seksiyonu ve ardından da Harem
ENİS BERBEROĞLU: Benim haremimde sadece bir kadın olurdu. Yazıyla ve sırayla bir. Şaka bir yana, ben tek kadının erkeğiyim. Gerisini denemedim ama zaten beceremeyeceğimi biliyorum
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Harem oluştururken en zor iş, optimum sayıyı bulmak. Bunun için kendime bilimsel bir yöntem buldum. Tabii yalakalık olmasın, rekabeti olumsuz etkilemesin diye Tansu’yu (eşi) dışarıda tuttum. Neticede şöyle bir sonuç çıktı: Ya 10 kişi olacaktı. Ya da sadece bir kişi. Hangisi daha feasable derseniz?
SEDAT ERGİN: Sayılarla, istatistikle aram hiç iyi değildir.
AHMET HAKAN: Cariye sayısı üzerinden yapılan Harem edebiyatı fazla oryantalist gelir bana. Batılı kafanın egzotik fantezilerini süsleyen bu yaklaşıma teslim olmak istemiyorum.
Günlerden salı, saray ziyarete kapalı. Zaten açık olsa da içerisi gezilemeyecek kadar soğuk. Her yer bembeyaz, bulut gibi karlarla kaplı. Fotoğraf editörümüz Sebati Karakurt'la birlikte upuzun saray bahçesinde yürüyüp 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin çekim ekibinin yanından geçerek, doğruca içeri giriyoruz. Enis /_np/8765/14678765.jpgBerberoğlu, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, Ahmet Hakan dörtlüsü İlber Ortaylı'nın odasında oturmuş, Ortaylı'nın anlattığı hikayeleri merakla dinliyorlar. Onların ilgisinin farkında olan Ortaylı da tarihin en ilginç küçük detaylarını ardı ardına sıralıyor.
Çaylar bittikten sonra herkes yenilenen silah seksiyonunu merak ediyor, olabildiği kadar hızlı adımlarla yol alıyoruz... Yenilenmiş seksiyonu herkesi heyecanlandırıyor. Ahmet Hakan ve Ertuğrul Özkök'ün asıl sevindikleri nokta, uluslararası bir müzecilik anlayışının seksiyona oturmuş olması. O sırada Sedat Ergin, gözlüğünü takıp tüm eserlerin altında yazanları dikkatlice okuyup eserleri inceliyor. Silahlardan en çok etkilenen Ahmet Hakan gibi. Hepsinin birer sanat eseri olduğunu sürekli vurguluyor ve ilk zarfını Özkök'e atıyor: "Ertuğrul Bey, siz o dönemde yaşasanız çok iyi bir kılıç ustası olurdunuz." Ama 4 YÜZ üyelerinin tamamı kalemin keskinliğine daha çok inanıyor.
Silah seksiyonundan birbirine inceden sataşarak çıktıktan sonra İlber Ortaylı büyük bir iştahla açıyor Harem'in kapısını. Belli ki anlatacak çok şeyi var.../_np/0375/15720375.jpg
Bir kadında ilk neye bakarsınız? İlk nesinden etkilenirsiniz? Hangi fiziki özelliği sizi çeker?
ENİS BERBEROĞLU: Gözlerine... İlk anda da, son anda da.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Yaptığım seçimlere bakarsanız, hangi kadınları beğendiğimi, nerelerine baktığımı anlarsınız.
SEDAT ERGİN: Ben bir kadında önce sesine bakarım. Soprano mu, mezzo soprano mu yoksa alto mu? Önce ses analizi...
AHMET HAKAN: Etkileyicilik açısından kadınla erkek arasında pek fark yok aslında. Güzel bir kadının erkekler üzerinde uyandırdığı ilk etkiyle yakışıklı bir adamın kadınlar üzerinde uyandırdığı ilk etki benzer bir düş kırıklığıyla sonuçlanabilir çoğu zaman... Standart güzelliğin erkekler açısından ya da standart yakışıklılığın kadınlar açısından tadını çıkaracak zaman çok kısa. Uzun sürecek olan başka hasletler. Ayrıca güzelliğin ya da yakışıklılığın bir tane tarifi de yok. Herkesin güzelliği ya da yakışıklılığı kendine. Bütün bu lafları neden ettim? Şundan: Mesela beni bakışı değişik, ilk etapta herkesin güzel olduğu konusunda ittifak edemeyeceği türden, soğuk görünüşlü kadınlar etkiler beni. Ama dedim ya: Bu kısa süreli bir etki.
Hareminizdeki kadınlar hep aynı tarz ve tipte mi olur?
ENİS BERBEROĞLU: Prototipim vardır. Orası kesin. Ama yaş kemale erdikçe, zamana bağlı olarak prototipin baskın yanlarının değiştiğini de gördüm. Ne var ki galiba yol arkadaşlığını aramaktan vazgeçmedim.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Hayır, değil. Aralarında sarışınlar da var.
SEDAT ERGİN: Ben çoğulculuktan yana biriyim.
AHMET HAKAN: Ben Harem’e herkesin aklına ilk gelen anlamı yüklemiyorum. 'Harem’deki kadın'dan kasıt, hayatımıza değer katan, anlam katan, zenginleştiren kadındır. Bu açıdan bakarsak hem tip farkı, hem tarz farkı sonsuz.
Listenizi oluşturduğunuz isimlerde, fiziki özelliklerini göz önüne almadığınız bir kişi var mı? Varsa hangi özelliğiyle sizi etkiledi?
ENİS BERBEROĞLU: Çalıkuşu'nun, Tezer'in eti ve kanı var mı ki? Benim listemdekiler, hayatı öğrenmeme, tutunmama, ayakta kalabilmeme yardım edenler. Bir nevi ben onların haremiyim.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Bir kadın var; Maria Callas.
SEDAT ERGİN: Laf yetiştirme becerisi benim için önemli.
AHMET HAKAN: Fiziki özelliklerinden ziyade fiziki özelliği anlamlandıran, zenginleştiren, cazip kılan, etkileyici hale getiren özellikleri göz önünde bulundurdum.
Hareminizdeki cariyelerin, Osmanlı sarayında sahip olmadıkları ne gibi ayrıcalıkları olurdu?
ENİS BERBEROĞLU: "Benimle olmak ayrıcalığı" diyebilecek kadar özgüvenli ve dangalak olabilmek isterdim. Ama yalan olurdu. Sevgiyi hak etmek için elinden geleni yapmak lazım.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Kadınlar karşısında zayıfım. Bu halimden de memnunum. Kadın, beni biraz hırpalamalı. Sado mazo ilişkiden söz etmiyorum. Ruhen hırpalamalı, beni kurcalamalı.
SEDAT ERGİN: Hepsi özgür olurdu.
AHMET HAKAN: Harem ve cariye bir metafor gibi görülmeli... Cariyelerin Osmanlı sarayında hangi ayrıcalıklara sahip oldukları konusunu derinlemesine bilmiyorum. Ama ben kadınlarla ilişki kurarken ayrıcalık dağıtma makamında görmüyorum kendimi. Hoşlandığım ilişki: Eşit ilişkidir. Sadece kadınlarla mı? Tabii ki hayır! Herkesle eşit ilişki...
Sizin Hürreminiz kim olurdu?
ENİS BERBEROĞLU: Şaka mı bu... İnsan eşine "Cariyem" diyebilir mi?
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Benim Hürrem’im belli. Evde oturuyor. Ama onun dışındaki kim derseniz, bir saniye bile düşünmeden cevabımı veririm. Kim mi? 'Madame X'... Kim olduğunu öğrenmek için mecburen yazıyı okuyacaksınız. Öyle kolay anlatılabilecek bir kadın değil.
SEDAT ERGİN: Bunu senariste sormak lazım.
AHMET HAKAN: Kim olurdu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: Dizideki Hürrem olmazdı. Gerçi dizideki Hürrem’in de bu durumun umrunda olmayacağını biliyorum ama neyse...
ERTUĞRUL ÖZKÖK
İŞTE HAREMİMDEKİ 10 KADIN
Harem’i ilk defa geziyorum. Hiçbir şeyi bilmiyorum. Kafamdaki bütün imaj, yabancı ressamların çizdiği o harika tablolardan geliyor. Ama girdiğimiz yer hiç o tablolardakine benzemiyor. Her adımda, sorulabilecek ne kadar cahilce soru varsa soruyorum...
Önümüzde Prof. İlber Ortaylı önde yürüyor. Başında siyah bere, üzerinde uzun palto, elinde baston var./_np/0407/15720407.jpg
Bu haliyle, 1940’ların filmlerinden çıkmış bir aristokrat.
Topkapı’nın bahçesine kar yağıyor.
Hava, İstanbul’da bugüne kadar görmediğim kadar soğuk. Grip, sadece bünyemi değil, moral sistemimi de çökertmiş. Harem’e iki büklüm giriyorum.
Tam kapıda, 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin genç yeniçerilerini görünce, moral iyice sıfırlanıyor. Hele hele Kanuni rolünü oynayan Halit Ergenç’i öyle, heybetli haliyle görünce moral dip yapıyor.
Neyse ki, İlber Hoca iyi haberi veriyor:
“Merak etme onların Harem'in içinde çekim yapma hakkı yok.”
Muhteşem Süleyman’ı zemheride bırakıp, hakiki padişah havasında Harem’e giriyoruz.
Giriyoruz ki, orası dışarıdan da soğuk.
Yok, mümkün değil. Burada bırakın uçkur çözmeyi, fötr şapkayı bile çıkaramazsınız.
Kendi kendimi dolduruşa getiriyorum.
“Ne yani Osmanlı padişahları benden çok mu daha fit’ti…”
Sonra Enis’e , Sedat’a , Ahmet’e bakıyorum. Bir de kendime...
Kendimi utandırtmam...
Ben bunları düşünürken İlber Hoca, ilk dersini veriyor.
“Kapının iki yanındaki şu yazıları size okuyayım.”
Bakıyoruz, Harem Kapısı’nın iki tarafına eski harflerle yazılmış bir yazı var.
Bir tarafta şu yazıyor:
“Herkese kapıları açan Allah'ım…”
Tam karşısındaki plakette ise:
“Bize de kapıları aç…”
İlber Hoca’ya, “Sözleri kim söylüyor” diyorum.
“Tabii ki Harem’deki kadınlar” diyor.
“Yani Hocam, dışarı mı gitmek istiyorlar?”
“Ee tabii, burada hayatlarının sonuna kadar kalmıyorlar. Belli bir yaşa gelince, biriyle evlendiriliyor ve kendi evini kuruyor..."
HAREM AĞASI DEĞİL HAREM ALİ’SİYİM
Harem’i ilk defa geziyorum. Tam bir Ali’yim. Yeni gelmişim, hiçbir şeyi bilmiyorum. Kafamdaki bütün imaj, yabancı ressamların çizdiği o harika tablolardan geliyor.
Ama girdiğimiz yer hiç o tablolardakine benzemiyor. Her adımda İlber Ortaylı ’ya sorulabilecek ne kadar cahilce soru varsa soruyorum:
Hocam, niye duvarlarda bu kadar çok yazı var?
- Burası aynı zamanda bir okul. Kadınların hepsi okuma yazma biliyor. Onun için.
Hocam, burası çok küçük bir yer. Bu kadar insan böyle iç içe mi yaşıyor?
- Tabii küçük bir yer. Cariyelerin küçük ve lüksü olmayan odaları var.
Hocam, bu kadar küçük bir yerde bu kadar kadın ve erkek iç içe yaşarsa, maraza çıkmaz mı?
- Çıkar elbet.
Biraz sonra duruma alışıyorum ve Harem’deki muhabbet başlıyor.
'B'LERİ 'P' GİBİ TELAFFUZ EDEN BİR KADIN BU MEKTUBU NASIL YAZAR
Hürrem Sultan. Kanuni’ye yazdığı mektuplardan birinde bakın neler diyor:
“Yüzümü yere koyup mutluluk sığınağı ayağınızın toprağını öptükten sonra, benim ve saadetimin sermayesi sultanım, eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap, gözleri yaş dolu, gecesi gündüzü belirsiz olan, hasret deryasına gar biçare, aşkınız ile müptela, Ferhat ile Mecnun’dan beter Şeyda kölenizi sorarsanız; ne zamandır ki sultanımdan ayrıyım, bülbül gibi ah u feryadım dinmeyip ayrılığınızdan dolayı öyle halim var ki Allah kafir olan kullarına vermesin.”
Bu mektup karşısında nikâh kıymayacak erkek var mı?
Soğuktan hiçbir organıma emir veremez hale gelmiş beynim, uyanıyor.
Türkçeyi sonradan öğrenmiş, B’leri P gibi telaffuz edebilen bir kadın böyle bir mektubu nasıl yazmış? Murat Bardakçı “Kendisi yazmıyor, yazdırıyordu” diyor.
Vallahi şu Hürrem Sultan nasıl bir kadın çok merak etmeye başladım.
SAYISINI NASIL TESPİT ETTİM
Kendime harem kurarken, en önemli soru, “Buraya kaç kadın alacağımdı?”
Tabiatıyla listeyi ona göre yapacaktım. 'Harem' ve 'Kadın' kelimelerini yan yana getirince, arama motoru olarak kime başvurursunuz? Tabii ki Murat Bardakçı’ya.
Ama ona gitmeden önce, tarihçi Necdet Sakaoğlu’nun geçen hafta NTV’deki 'Tarih Konuşmaları' programında verdiği rakamları aktarayım.
* Ona göre en fazla 'hanımı' olan padişah III. Ahmet’miş. 21 eşi varmış.
* Buna karşılık III. Murat’ın sadece üç eşi bulunuyormuş.
* Peki Topkapı Sarayı’ndaki bu Harem’den kaç kadın geçmiştir? 355 yıl boyunca burada 23 padişah yaşamış. Hepsinin toplam 162 hanımı varmış.
* Beşiktaş Sarayı’nda yaşayan sekiz padişahın tespit edilebilen toplam kadını ise 70’miş.
Bundan şöyle bir sonuç çıkabilir mi?
* Dolmabahçe Sarayı'nın padişahları, Topkapı’nınkilere göre daha fazla mı kadın düşkünüymüş? Çünkü Topkapı’da padişah başına ortalama yedi kadın düşerken, Beşiktaş’ta sekiz kadın düşüyor.
Vallahi bana göre bir kadın fazla, bir kadın eksik fark etmez.
Ancak Murat Bardakçı bu rakamları kabul etmiyor. Aile içi mahremiyet olarak bakıldığından, padişahların eşleri ve kızlarının sayısı konusunda kesin bir rakam bilinmiyormuş.
Bu durumda , listeyi yaparken şu değişkenleri dikkate alacağız: Grip durumuz, yaşımız-başımız, bir de maddi imkanlarımız...
Tabii bir de Osmanlı padişahlarının ortalamasından az olmamalı.
Spor yapıyoruz, boyumuz posumuz onlardan iyi.
Bu durumda ben haremimi 10 kişilik yapmaya karar verdim.
İŞTE ÖZKÖK'ÜN HAREM-İ İSMETİ
SILVANA MANGANO
Onu 'Acı Pirinç' filmini seyrederken tanıdım. İtalyan pirinç tarlalarının, dolgun bacaklı, yuvarlak kalçalı, Ben Akdenizliyim diye bağıran harikulade amelesi. Döneminin bütün erkeklerini peşinden koşturan, sonra kapıdan çeviren madonna. 'Venedik’te Ölüm' filminde, güzelliği temsil eden Tadzio'nun zarif aristokrat annesi.
BRIGITTE BARDOT /_np/0406/15720406.jpg
Allah onu yaratsa yaratsa, benim için yarattı. Kapri pantolonu ile bindiği Vespa motosikleti üzerinde mahvetti beni. Çırılçıplak gördüğüm ilk gerçek kadın sanatçıydı. Haremime onu almayacağım da kimi alacağım? Allahım, sen mi yarattın beni? Sırf onun için.
ARZU OKAY
Fransa’dan yeni dönmüştüm, askerliğimi yapıyordum. 'Civciv Çıkacak' yıllarıydı. Onu ilk defa Aydın’daki garnizonda oynatılan aç aç filminde görmüştüm. Sonra dergilerden resimlerini kesmeye başladım. Tansu görmesin diye bir tanesini, Sartre’ın kitabının içine koymuştum. Kitap çalındı. Bulan bilsin ki; harem-i ismetimden biridir.
LAURA ANTONELLI
“Malizia” filminin hem masum, hem fettan kızı. Karısı ölen adamı, daha üçüncü gün baştan çıkaran o güzellik. O dolgun göğüsler, kadın kadın gövde. Sonra, “Allahım ben nasıl bu kadar diplere düştüm.” filmi geldi. Aristokrat mahallesinden çıkıp, bir ameleyle ahırda yatmaya giden, oradan yine Aristokrat mahallesine dönen kadın. O hep en yükseklerde kaldı. Onsuz bir harem asla hayal edemiyordum. Ne yazık ki geç kaldım.
SCARLETT JOHANSSON/_np/0409/15720409.jpg
Hatırlıyorsunuz değil mi? Onunla ilgili düşüncelerimi bir pazar yazısında yazmıştım, Twitter’in kıskançlık okları üzerime akmış, bense onların hepsini Eros’un oklarına çevirmiştim. Onu haremime alırım ve o harem kapısı, hep benim koynuma açılır.
AYFER FERAY
Banko alırım. Ama bir sorun var. Selim İleri ’yi ikna etmem lazım. Onu anlatan o kadar güzel yazılar yazdı ki, mecburen 'arkadaşımın aşkısın' vaziyeti doğdu. Güzel kadın. Akdenizli kadın. Güzel bakan kadın. Mahsun bakan kadın. Şanslı kadın. Talihsiz kadın. Hepsi beni ona çekiyor.
ANAIS NIN
Kafamı karıştıran kadın. Güzel desem, o kadar değil. İlk bakışta aşk desem, hiç değil. Ama son bakışta beni mahfeden kadın. Bilinçaltımı zorlayan kadın. Onu, Henry Miller ’in elinden almak için mi bu kadar istiyorum? Bilmiyorum. Günlüklerini okuduktan sonra bir haller oldu bana.
MARIA CALLAS
Scarlett Johansson’u haremine alan bir erkek Maria Callas’ı da alır mı? Alır canım, alır ciğerim. Ne demiştim 'Arta Kalan Zamanda' CD’sinde: “Onunla hiçbir paparazzinin yakalayamadığı bir aşk yaşadım.”
PAULETTE
Bedenimdeki Rönesans, Bedri ’nin çizdiği pazar kadınlarıyla başlamıştı. Sonra Wolinski ile Pichard ’ın birlikte yarattıkları Paulette girdi hayatıma. Paulette dolgundur, her dolgun kadın gibi güzeldir; ayıptır söylemesi biraz avamdır. Farkında olmadan teşhircidir. Yani tam bana göredir. Sonra Manara’nın çizdiği harikulade kızlar gelse de, Paulette’in yeri başkadır. O çizgi kadınların Hürrem Sultanı’dır.
O VARSA BAŞKALARI HAREME GİREMEZ
MADAME X
Onunla New York’ta Metropolitan Museum’da tanıştık. Öyle bir yüzü, öyle bir büstü, öyle bir gövdesi, öyle bir dekoltesi ve öyle bir duruşu vardı ki... John Singer Sargent çizmişti. Görünmeyen sol gözü sanki biraz büyüktü. Bana, tuz gibi karşı konulmaz bir tat veriyordu.
Okyanus ötesi kontenjanından onu da alıyorum./_np/0402/15720402.jpg
Ancak şöyle bir sorun var:
Tablodaki bu kadın, Hürrem Sultan gibi haremde kendinden başka bir kadını kabul etmez.
Bana gelince Madame X'e boyun eğmekten başka çarem yok.
Eğer tek kişilik bir haremse sadece Madame X.
Hayali bir kadın yani.
MAALESEF ÜÇ SORUN VAR
Evet benim harem kapasitem bu. Tabii ortada halletmem gereken üç çok önemli sorun var.
BİR: Tansu kabul eder mi?
Kesin etmez.
Hadi etti diyelim;
İKİ: Bu kadınlar benim Harem-i ismetime girmeyi kabul eder mi?
Hadi kabul ettiler;
ÜÇ: Harem’de fötr şapkayla dolaşmama izin verirler mi...