‘Beni görünce kadınların ağzı sulanıyor’
Gezgin, yazar Mehmet Yaşin bir süredir bizleri “Lezzet Durakları” ile buluşturuyor
Türkiye kazan o kepçe dolaşıyor ve dolaşırken bizi bu toprakların lezzetleri ile tanıştırıyor. Ama bunu yaparken en bilindik caddelerin, en şık ve görkemli lokanta ile restoranlarını değil gerçekten keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerinin peşine düşüyor. Bu da kimi zaman küçük bir sokakta zor görülen bir yer de kimi zaman tabelası olmayan lokanta da oluyor. Mehmet Yaşin 200 bin km. yol yaparak edindiği bu deneyimlerini genişletilmiş haliyle yine “Lezzet Durakları” adı altında kitaplaştırdı. Biz de Yaşin ile bu lezzet tutkusu uğruna yollarda yaşadıklarını konuştuk.
İnsanların sevdiği işleri yapamadığı, yapanların da hakkını alamadığı Türkiye gibi bir III. dünya ülkesinde yaşayan birisiniz ama keyiflerinizin, lezzetlerinizin peşinden gittiğiniz gibi bundan bir de para kazanıyorsunuz. Türkiye’nin en şanslı kişilerinden biri olduğunuzun farkında mısınız?
Arkadaşlarım, çevrem de böyle diyor. Çünkü ben herkesin hobisi olan yeme-içme, kitap okuma, fotoğraf çekme gibi şeylerden para kazanıyorum. Ama bu da gökten zembille inmedi. 20 yıl günlük gazetecilik yaptım. Bunun ne demek olduğunu da ancak gazeteciler bilir!
Gezmeyi neden bu kadar seviyorsunuz? Her an yollarda olmak, risklere girmek hatta kaybolmak... İnsan böyle bir hayatı neden sever?
Çok seviyorum, çok! Yola çıktığım anda özgürleştiğimi hissederim. Hele pasaporttan geçtikten sonra üstümden tüm yük kalkar. Her türlü düşüncem pasaport bölmesinin gerisinde kalır. Özgürleşmiş bir esir gibi hissederim kendimi. Çünkü artık gittiğim yerde ne beni tanıyan vardır ne de benim tanıdığım. Beni rahatsız edecek hiçbir şey yoktur.
Kentlerin ön sokakları makyajlı kadınlar gibidir
Gezginler turistler gibi değildir. Çünkü kaşiflik ruhu barındırır. Yeni yerler, kültürler, insanlar keşfetmek isterler. Sizin “Lezzet Durakları” yolculuğunuzu da bu kaşiflik duygusu içinde mi değerlendirmeliyiz?
Kesinlikle. Gezerken içinizde keşif duygunuz varsa sokakları, binaları, deniz kenarlarını gezmez, keşfedersiniz. Hele benim gibi damağınıza da düşkünseniz, bilmediğiniz tatların da peşine düşersiniz. Benim için kentlerin ön sokakları makyajlı kadınlar gibidir. Oralarda kadınların gerçek yüzünü, güzelliğini göremezsiniz. Gerçek güzellikler arka sokaklardadır. Çünkü oralar kendilerine, kentlere aittir. Ön sokaklar ise konuklara...
Ama erkekler genelde makyajlı kadınları tercih eder... Yani gezgin, seyyah değil turist olmayı... Ama siz seyyah duygusunu seviyorsunuz...
Evet. Ben arka sokakları severim. Oradaki lokantalara giderim, onları keşfetmek isterim. Tabii bu risk midir? Evet. Girdiğim tüm lokantalarda yediğim tüm yemekleri sevdim mi? Hayır. Ama nasıl bir yeri keşfetmek insana keyif veriyorsa yeni lezzetleri keşfetmek de bana keyif veriyor.
Ege, Marmara ve Trakya’da rahatla yemek yerim
Anadolu’ya yapmış olduğunuz yolculuklardan edindiğiniz bilgi ve deneyimle Türkiye’nin hızla alkolsüzleştiğini söylemiştiniz. Bu tespitiniz uzun süre konuşuldu...
Bu konuşmadan sonra çok tepki gördüm. Benim anlatmak istediğim bunun bir yaşam biçimi olarak dayatılmamasıydı. Yoksa isteyen içer, isteyen içmez. Burada yasada olmayan yasaklar söz konusu. Ne yazık ki, içen insanlara farklı bir gözle bakılıyor artık. Oysa her koyun kendi bacağından asılır. İçki içenler bırakın zararlarını çeksin ve bunlara katlansın.
Türkiye’nin her bölgesinin nefis yemekleri var. Ama yemek yemek sadece bir lezzet meselesi değildir, sofra düzeni, içeceğin seçilmesi gibi kültürel faktörler de var. Bu açıdan en çok nerede yemek yemeyi seviyorsunuz?
Lezzet açısından değil de, daha rahat ederek yemek yediğim yer tabii ki, Ege, Marmara ve Trakya. Bu bölgenin insanları daha hoşgörülü... Su kenarı hep daha hoşgörü barındırır. Çünkü medeniyet geçer suyla birlikte. Suyu olmayan yerleri medeniyetsiz diye tanımladığım gibi bir sonuç çıkmasın. Sadece su kenarı insanları daha hoşgörülü, diyorum.
Yılan, maymun beyni, köpek ve akrep yiyemem
İnsan tanımadığı, bilmediği bir yere girince bir çekingenlik hisseder. Bu sizde de oluyor mu?
Tabii içeri ilk girdiğinde bir tereddüt yaşarsın. Ürküyorsun da... Başına her an bir sürü şey de girebilir... Vietnam’ın içlerine girdiğinde, birden dilsizleşirsin. Karşındaki ile anlaşabileceğin tüm diller biter. Belki çat pat Fransızca biliyorlar, o kadar. Yemek yemek ise çok zor. Çünkü disiplinli bir mönüleri falan yok. Olsa da yazılanı okuyup anlamıyorsun ki!
Oldukça riskli bir durum. Hiç “Hâlâ o gün ne yediğimi bilmem” dediğiniz bir yemek var mı?
Var. Vietman’da yemiştim. Ama ne yediğimi hâlâ çözemiyorum. İçinde ne vardı ya da yoktu... İki arkadaştık... Ama arkadaşımın yemeği yedikten sonra yüzünün yeşil olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Dehşet verici bir andı. Sonra yine Vietnam’da o kadar aç olduğum halde yemek yiyemeden çıktığım da oldu. Çünkü yemekle birlikte mutfaktan kocaman iki fare de geliyordu.
Iyyy! Ama gezginlik de böyle bir şey, keşfedilen her zaman güzel bir hazine olmayabiliyor...
Kesinlikle. Mesela daha kötü bir olaydan ötürü Somali’de de 18 günde 10 kilo vermiştim. Açlıktan. Kuzey’de bir liman kentindeydim. Makarna yiyeyim dedim. Ne de olsa haşlanıyor, az mikroplu olur dedim. Baktım tabakta yağ artıkları var, neyse, dedim... Makarna geldi, adam tencerenin içine elini daldırdı ve makarnayı eliyle koydu. Ona da neyse, dedim ama baktım adamın tırnaklarının içi simsiyah... O zaman dışarı çıktım, yiyecek halim kalmamıştı. Dışarıda bulaşığın nasıl yıkandığını gördüğümde de kusmaya başladım. Bir bidona tabakları sokup çıkarılıyor, kenara atıyorlardı. O yüzden sabahları papaya ve mango, öğle ve akşamları da ıstakoz yedim.
İnsanları yeni yemekler denemekten alıkoyan yanlış tercih yapma korkusu. Bunca yıllık deneyimden sonra bir formül edindiniz mi?
Ben de çok yanlış yemek yedim. Sonunda şu metodu geliştirdim. Bunu da Rio’da buldum. Lokantaya girdikten sonra hemen masama oturmak yerine yemek yiyenlerin etrafında bir dolaşırım. Bakarım, kim ne yiyor. Masama oturunca da garsona şunu istiyorum, bunu istiyorum derim.
Farklı mutfaklara açık bir damak tadınız var. Yiyemediğiniz bir şey var mı?
Bir sürü. Mesela yılan yiyemedim. Maymun beyni de. Yine Vietnam’da köpek yiyemedim. O zamanlar bir kurt köpeğim vardı da! Uzakdoğu’da akrep, çekirge kızartması yerler, onları da yiyemedim. Akrebin canlısından çok korkarım. Ama onlar yiyor. Tabii bir Amerikalı da buraya geldiğinde kokoreç yiyemez ya da işkembe çorbası. Ben aksine bayılırım.
Tavuk bacağı yediniz mi?
Yedim çok da lezzetli.
Her konuda bu kadar cesur ve yeniliğe açık biri misinizdir?
Cesurdum! Ama yaş ilerledikçe daha tedbirli oluyor. Çünkü yaş aldıkça insanın sağlık sorunları oluşur, gençlikteki cevvallik azalır.
Gezmek, keşfetmek güzel de insan yerleşik olmayı da sever. Evle, bahçeyle uğraşmak, sabit olmayı sevmez misiniz?
Severim tabii ki. Sıkılmaya başladım zaten. Televizyon programı başladığından beri yılın ancak üçte biri İstanbul’da, evimde olabiliyorum. Hem yeme içmeden, hem de gezmeden sıkıldım. Diyorum ki, “Oturayım hiçbir şey yapmayım, fotoğraf da çekmeyeyim, bahçeyle uğraşayım, kitap falan da okumayayım.” Bunu yapıyorum da ama bir-iki gün geçince yine kanım kaynamaya başlıyor. Bu bir kısır döngü...
İnsanlar beni döner, etli ekmek gibi görüyor
Lezzetler hayalinizde mi canlanır? Yani şöyle bir şey yesem duygusunu taşır mısınız?
Hiç gitmez ki aklımdan...
Şu an ne var?
Biraz evvel senin söylediğim etli ekmek ve mantı var... Bunları sana söylerken bile ağzım sulanıyor. (Röportajdan önce Kastamonulu olduğumu söylemiş bunun üzerine etli ekmek, Kastamonu mantısını anmıştık da!)
Peki çevrenizin sizin bu yapınıza yaklaşımı ne? Eminim herkes sizinle yemek üzerine konuşmak istiyordur...
Tabii insanlar artık beni insan olarak görmüyor. Kimi beni bir döner, kimi etli ekmek kimi de iç pilav ya da tandır olarak görüyor. Kadınların maalesef ki sadece ağzını sulandırıyorum. Kadınlar beni yemek gibi görüyor.
“Yemek yiyen insan mutlu olur” denir. Doğru mu?
Kesinlikle. Tabii karnı tok, insan mutludur. Karbonhidrat insana mutluluk verir, bu da bilimsel bir şey.
O zaman siz mutluluğun peşinde koşan biri misiniz?
Evet ben Türkiye’nin en mutlu insanlarından biriyim çünkü hamur işini çok seviyorum!
Ama bu işin bir de kalori ve kolestrolü var. Sizin kolestrolünüz kaç?
Yüksek. Allah’tan ilaçlar var. Yemeğin lezzeti içindeki yağ oranına bağlıdır. Yağ oranı arttıkça yemek lezzetlenir. Eğer yemek yiyecekseniz, o iki saatlik sürede tüm diyetlerinden, vücut ölçülerinden sıyrılıp o yemeği kendinize zehretmeden yemelisiniz.
Ama yine de bir sırrınız olmalı. Programlarda sizi etleri götürürken, pideleri yerken görüyorum. Günümüzde kimse o kadar yiyemez yerse de sağlıklı olmaz...
Ne yapıyorum? İstanbul’daki günlerimi açlık sınırında geçiriyorum. Her gün bir buçuk saat spor yapıyorum. Ama Anadolu’ya çıkınca da her şeyi unutarak, yemeğin ve yağın tadına vararak yiyorum.