Gazete Vatan Logo

'Bedenimiz ticari bir metadır'

'Bedenimiz ticari bir metadır'

Şükran Moral cesur sanatçılarımızdan. Performans ve çağdaş sanata dair işleri dünyanın önemli galerinde gösterildi ve koleksiyonerleri tarafından alındı. Moral’a göre bedenimizin bu yüzyıldaki karşılığı ticari bir AVM, metaya dönüşmesi. Bunu da şöyle açıklıyor “Kapitalizm bütün vücudumuzun üzerinde gelişmiş. Bedenlerimiz hakkında artık başkaları karar veriyor. Bir sanatçı içinse beden; anlatım araçlarından en samimisi, en sıcağı ve en zor olanıdır.” Moral ile sanatına bakışını konuştuk...

Bedenimiz ticari bir metadır



Yaptığınız provakatif performanslarla Türkiye’nin en cesur kadın sanatçısı olarak tanınıyorsunuz. Türkiye’de kadının konumu ve yurt dışındaki yeri ile benzerlik ve farklılıklar var mı?

Ben en çok bildiğim ve beni derinden etkileyen durumlar üzerine yoğunlaşıyorum. Kadın sadece Türkiye’de değil dünyada da henüz ikinci sınıf, ancak ben buraya bu topraklara ait olduğum ve buradan çıktığım için buranın sorunları beni yakından ilgilendiriyor. Burada önemli olan herhangi bir problemi nereden bulduğun değil bu problemi nasıl ifşa ettiğin ve ifşa ettiğin dilde, görsellikte; insanlarda evrensel, diyalektik, heyecan ve düşünce yaratabiliyor musun bunun üzerinde duruyorum. Senin üretimine bakan bir insan, birdenbire kendisinden bir şey bulabiliyor mu, seninle birlikte aynı duyguyu paylaşabiliyor mu, ile ilgileniyorum. İzleyen için Caravaggio işine baktığında niye heyecan duyduğu önemli. Caravaggio toplumsal olarak kabullenmiş kimliklerin yerine asi bir yaklaşımla koyduğu modellerle sorgulayıcı eserler üretmiştir. Bu ve benzeri sanatçılar için söyleyebileceğimiz şey; şayet bu sanatçılar eleştirilme ve yadırganma endişesi ile çalışmış olsalardı, sanat tarihinde edindikleri yere ulaşamazlardı. Çağdaş sanat artık, her konudan bahsederken evrensel kodları yakalamasıyla önemli.

‘En büyük hayalim MoMA’yı geneleve çevirmek’

5’inci İstanbul Bienali’nde yer alan meşhur “Bordello” videonuzda kadının alınıp satılması üzerinden metalaştırılması var. Video için seçmiş olduğunuz mekan niye genelev oldu?

1997 yılında yaptığım bu çalışma o dönemin şartlarında son derece ağır çalışmalardı ve küçük gruplar tarafından fark edilmiş işlerdi. Bu çalışmalar ancak 10 sene sonra dikkati çekebildiler. Bana göre genelev Türkiye’nin yüksek kaldırımıdır, bir başka deyişle; Türkiye’nin oto portresidir. Benim varlıksal olarak bu mekanlar ile hiçbir problemim olmadığı gibi aslında buraya atfedilen değerler ile problemim var. Düşünün ki pedafolinin yaygınlaştığı ve mazur gösterilmesi çabası toplumların bir gerçeği. Küçük kız çocuklarının evliliği diye bir cümle pedofiloyu hoşgörür hale getirmiyor mu? Ahlak üzerinden yapılan söylemlerde gerçek ile yüzleşme konusunda dürüst olunmadığını düşünüyorum. Ahlak algısının farklılık gösterdiği noktada şiddetin ortaya çıkması söz konusu. Bu çalışmamda gösterdiğim cesaretten çok, yarattığı algı yani farkındalık önemli. Bu işin o zaman yapılması insanlarda bir şeyleri harekete geçirmesi adına önemlidir. Ben; “Yüksek kaldırım MoMA’dır, modern sanat müzesidir” dedim. Bir ironi var orada. Kara mizahtır, yer değiştirmedir. Sanatçı bir objedir, sanat dünyasına da büyük bir eleştiri var orada. Benim asıl hayalim MoMA’yı bir gün geneleve çevirmek. Nasıl ki yüksek kaldırımı MoMA’ya çevirdim, MoMA’yı da geneleve çevirmek. O zaman görmek isterim.. Çelişki yok mu diyeceksiniz ama hayat çelişkilerle dolu.

‘Çalışmalarımın adı var ve mesajı doğrudan’

Video çalışmalarınıza baktığımda aklıma Amerikalı kavramsal sanatçı Barbara Kruger’ın “Bedenimiz savaş alanıdır” sözü geliyor. Bu konuda siz ne dersiniz?

Bu konuyu o kadar güzel özetliyor ki; bu yüzyılın sözüdür diyebilirim. Bedenimiz savaş alanıdır ve ben de üstüne diyorum ki; “bedenimiz ticari bir metadır”. Bedenimizin bu yüzyıldaki karşılığı ticari bir AVM, metaya dönüşmesidir. Kapitalizm bütün vücudumuzun üzerinde gelişmiş. Bedenlerimiz hakkında artık başkaları karar veriyor. Bugün estetik seçimlerimiz dışarıdan yapılan seçimler ve biz istesek de istemesek de köleler gibi buna uymak zorunda bırakılıyoruz. Bir sanatçı içinse beden; anlatım araçlarından en samimisi, en sıcağı ve en zor olanı. Çünkü beden deyince bazılarının anladığı gibi görsel estetiğe dayalı ve bedenin metalaştığı performanslardan bahsetmiyoruz. Sanat performansı deyince; bedenin, fikrin ve duyguların emrinde olmasından bahsediyorum. Beden deyince duygusal ve düşünsel ilişkilerden yola çıkmak istiyorum. Sadece koreografi olan çalışmalardan bahsetmiyorum ve bunlar benim ilgimi çekmiyor. Senelerdir söylüyorum ki; vücuda zarar vermeye karşıyım ama bu performans sanatının hatta insanlığın başından beri olan bir şeydir. Gezi de gerektiği için ben de bu yola başvurdum. Karnıma anarşinin A’sını jiletle çizdim.

Bu anlamda Marina Abramoviç’in muhteşem bir performansı aklıma geliyor...

60’lı yıllara gelirsek Abramoviç’ten önce çok az bilinen Gina Pane vardır. Kendisi galeride ilk olarak kollarını ve karnını kesmiştir. Sonra Abramoviç ve başkaları gelmiştir. 1997’de ben bu performansları yaptığım zaman açıkça yapılan girişimler yoktu. Adını koymadan yapılan şeyler amacına ulaşmaz. Ancak benim işlerim zaten çok direkt işler açıklama gerektirmeyen doğrudan söylemi olan çalışmalar. Tercihim de bu doğrultuda.

Bedenimiz ticari bir metadır


‘Bazı işlerim yüzünden ölüm tehditi aldım’

Daha sonra bir Amerikan müzesi aldı bu eserinizi...

Aldı ama ne zaman aldı, 15 senelik bir süre geçtikten sonra aldılar. Ondan sonra yeniden gündeme geldi bu çalışmam. Müzeden önce Türkiye’de ilk satın alan da Ömer Koç’tur. Benim birçok işim İtalya’da da sansüre uğradı. Jinekoloji masası da bunlardan birisi. Gazetelerin basamayız dedikleri bir çalışmadır mesela. Orada da sansür var ama bu şu demek değil; orada da varmış diye bizi rahatlatmamalı, bizdeki kadar sansür hiçbir yerde yok. Kendimi İsa’nın yerine koyuşumdaki başkaldırı ve büyük küstahlık hem sanat tarihine hem de ataerkil toplumadır. Burada kadın figürünün Hz. İsa yerine geçmesidir önemli olan. Sanat tarihine baktığınızda erkektir hep figür. Nasıl ki onlar yüzyıllardır erkeklere bu pozu verdirmişler ben de kadın sanatçı olarak bu pozu verdirdim ama kendime. Bir sanatçının autoportresi. Aslında orada mühim bir ayrıntı var ve bu gözden kaçar; genelde Hz. İsa hep yukarıya bakar oysa ben direk izleyene bakıyorum doğrudan onu suçluyorum. Ben buradayım ama sen suçlusun!

Çok ilginçtir ki 2010 yılında ölüm tehditleri aldığımda bu iş yine bir yerlerde sergileniyordu. Bir yerlerde çarmıhtaydım ve beni bir yerlerde öteki anlamda da çarmıha koymuşlardı. Çünkü hedef haline gelmiştim. Hep çarmıhtayım ve dramatik olmaktan kokmuyorum. Çünkü ironik bir yönüm de var.

Türkiye’de kadına şiddet, kadın cinayetleri ve kadın erkek eşitsizliğinin nedenleri sizce nedir?

Kadın, artık herhangi birisinin kullanabileceği obje haline geldi. Erkeğe atfedilen iktidar alanı, siyasi yaklaşımlar, eğitim maalesef nedenlerden bir kaçı. Kadını baskı altına almak demek toplumun büyük bir bölümünü elinde tutmak demek ve bu aslında ana nedenlerin de başında geliyor diyebilirim. Anaerkil dönemde ayın anlamı tanrıça demektir. Öze dönmek, kadınların tüketim değil de gerçekten yaratma konusunda sadece doğurgan olarak algılanmaması. Erkekler kadınlara sadece doğurganlık misyonu yüklememeli ve kadın yaratıcılığının farkına varmalı. Yaratıcı kadın yani “art-ist”ten bahsediyorum. Kadının yeri ile ilgili Mardin’de bütün köy halkı ile yaptığım düğün performansım var. Bunu oradaki aydınlar ile diyalog halinde yaptım. O yüzden bence çok daha keyifli oldu. O insanlara önemli bir sanatsal öneri ile gittim ve buna kendi istekleri ile zorlama olmadan dahil oldular. Tabii ki hemen 3 kadın ile evlenmeyi bırakacak değiller, ancak gündeme gelmesi ve farkındalık yaratmak önemliydi.

‘İtalya’da kaçak yaşamasaydım şansım olmazdı’

1960’lı yıllarda Guerilla Girls adlı kadın sanatçı grubunun “MoMA’ya girmek için çıplak mı olmak gerekiyor” diye bir söylemleri vardır. Niye kadın sanatçıların varlığı bu kadar az?

“Sanat tarihine güvenmeyiniz” bazlı birçok iş yaptım ve bunun nedeni de buydu. Avrupa’ya gittim ama orada da kadın sanatçı çok az. Özellikle benim gittiğim dönem de 1990’larda bir yabancı ve bir kadın olarak orada bulunmamın zorlukları herkesin rahatlıkla anlayabileceği şeyler değil. O dönemlerde burada çağdaş sanat açısından yapılan çalışmalar şimdiki gibi bienaller falan çok da öne çıkan oluşumlar değildi. Sanatın; batının, beyazların ve erkeklerin elinde olduğunu gördüm. Evrensel olarak varlığına inandığımız ve hayal ettiğimiz birçok şey bizim için geçerli değil ve tabii çok büyük bir isyan ve öfke oluştu bende. Kadın olmanın yanında Türk olmak, “Mammali Turchi” anneciğim Türkler geliyor denilen bir ülkede göçer olmak zordu. Çaba yoksa sıfırsınız. Ne durumdasın, kafa yapın nasıl? Evrensel misin? Bu önemli. 94 senesinde İtalya’dan basit gerekçelerle kovuldum ancak 2 sene kimseden destek almadan kaçak olarak yaşadım ve mücadele verdim. Bunu aile desteği veya bursla okuyan insanların anlamaları mümkün değil. İtalya’yı terk etseydim bir daha hiçbir şansım olmazdı.

Bedenimiz ticari bir metadır


Peki orada Hz. İsa pozunda yaptığınız çalışma ile ilgili olarak sorun yaşadınız mı?

Cenova’da kişisel sergimde yapmıştım bu çalışmayı ve çok rahatsız oldular tabi. 94’te orada sergilendi, ondan sonra hiç sergilenmedi. Bırakın sergilenmeyi insanlar bunu basamıyorlardı bile.

‘Tarifim tek kelime, sanatçıyım’

Kendinizi iki kelime ile nasıl tarif edersiniz?

Tek kelime, sanatçı.

Yeni çalışmalarınız var mı? Ve sizi en çok etkileyen kadın sanatçılar kimler?

“Bir sanatçının linçi” diye bir performans yaptım 3 Haziran’da Chicago’da. Henüz burada gösterilmedi. Sanatçıların Türkiye’deki linçini gördükten sonra bu durum üzerine yapmak istediğim bir performanstı ve ağır bir performanstır benim için. Beni; Frida Kahlo, George Sand, Marina Abramoviç, Gina Pane, Claudel Camille, Sylvia Plath gibi yazar ve sanatçılar çok etkilemiştir.

Haberin Devamı