Bataklıktan doğan mucize St. Petersburg
Doğal güzelliklerinin yanı sıra tarih, kültür ve sanatın içinize kadar işleyeceği meşhur St. Petersburg şehri tam anlamıyla bir Rus düşü...
Eva nehri ile Finlandiya Körfezi’nin buluştuğu geniş alan oldukça büyük bir bataklıkmış. O zamanlar Rusya’nın başında bulunan nam-ı diğer Deli Petro, yani 1’inci Petro ya da Avrupalıların dediği gibi Büyük Petro, burayı Venedik veya Amsterdam’a benzer bir şehir yapmaya karar vermiş. İmkansızı başarmış: Bir bataklıktan Avrupa şehirleri ile yarışacak güzellikte bir şehir doğmuş. St. Petersburg ismini de haklı olarak Deli Petro’dan alıyor: Peter çarın isminden geliyor, Burg ise Almancada kale anlamına geliyor. Şehir, 200 yıl kadar Çarlık Rusyası’nın başkenti olmuş. Rus devriminden sonra ise ismi Leningrad olarak değiştirilmiş.
Tarih, kültür ve sanat şehri
St. Petersburg, bataklıktan doğmakla ve kuzeyin Venedik’i olmakla da kalmamış. Şehir, yaklaşık 8 bin mimari, tarihî ve kültürel eser ile doğası kadar kültür ve sanatı ile de özel olmayı hak ediyor. Şehirde bulunan 221 müzeden biri ve en görkemlisi olan Ermitaj, üç milyonluk koleksiyonuyla aynı zamanda dünyanın da en büyük müzesi. Çarlık döneminde kışlık saray olarak kullanılan ve Neva Nehri kıyısında bulunan müzenin koleksiyonunun en değerli kısmını 15 bin civarındaki tablo oluşturuyor. Aralarında Leonarda da Vinci, Raphael, Rembrandt, Goya, Michelangelo, Van Gogh, Renoir, Picasso gibi dehaların eserlerinin yer aldığı Ermitaj, dünyanın en büyük ve en değerli resim koleksiyonuna sahip. Çarşamba ve cuma günleri 21.00’e kadar açık olan müze, diğer günler 18.00’de kapanıyor.
Mikhailovsky Sarayı olarak inşa edilip ardından müzeye çevrilen Rus Devlet Müzesi de görülmeye değer. Rus Neoklasik üsluba sahip az sayıda yapıdan biri. St. Petersburg edebiyatseverler için iki önemli müzeye sahip: Dostoyevski ve Puşkin müzeleri. Bu iki önemli yazarın kaldığı evler bugün müze olarak ziyaret ediliyor.
Kuzey’in Venedik’i
İrili ufaklı adalar üzerine kurulan St. Petersburg’ta bugün 42 ada bulunurken 1800’lerde bu sayı 150’den fazlaymış. Haliyle oldukça sulak olan şehirde, toplam 93 nehir, dere, kanal ve 100’den fazla göl bulunuyor. Nehir ve kanallarla ayrılan bu kısımlar 342 köprü ile birbirine bağlanıyor. Bu nedenle St. Petersburg’a “Kuzeyin Venedik’i” diyorlar.
St. Petersburg’ta gün uzunluğu mevsimsel değişiklik gösteriyor. Kışın 5-6 saat içinde güneş doğup batarken yazın Mayıs ortasından Temmuz sonuna kadar “Beyaz Geceler” olarak da bilinen dönemde hava hiç kararmıyor.
Gezilecek daha çok yer var
- Aziz İsaak Meydanı: Aziz İsaak Katedrali ve Mariinski Sarayı arasında bulunan şehrin önemli meydanlarından biri. Katedralin içi de dışı da görülmeye değer. Dünyanın en büyük kubbeli yapılarından biri. Bu ünlü kubbede yüz kilogram altın kullanıldığı söyleniyor. Mariinski Sarayı ise bugün St. Petersburg yasama meclisi tarafından kullanılıyor.
- Çarlık Sarayı: Rus çarlarının özellikle yaz dönemlerini geçirdikleri bir yapı olması nedeni ile Çarlık Sarayı deniyor. 18’inci yüzyılda Rokoko tarzında inşa edilmiş ama zaman içinde birçok restorasyon görmüş. Büyük Petro’nun eşi 1’inci Katerina için yapılmış olan saray 1’inci Katerina’nın en sevdiği mekanlardan biriymiş. Öldüğünde kızı Elizabeth tarafından mimarisi beğenilmemiş ve tekrar düzenlenmiş. Muhteşem Katerina olarak tanınan 2’nci Katerina da Elizabeth’in zevkini beğenmemiş o da yeniden düzenleme yaptırmış.
- Kazan Katedrali: Yarım ay şeklindeki katedral, Roma’daki St. Peter Bazilikası ilham alınarak yapılmış.
- Peterhof Sarayı: Burası da Fransa’daki Versay Sarayı’ndan etkilenilerek yapılmış. Devasa bahçeleri ve çeşmeleri ile muhakkak görülmeli.
İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan St. Petersburg’ta bulunan Pulkovo Havalimanı’na, haftanın beş günü direkt uçuş var. Konaklamak için St. Petersburg’un en işlek kısmı olan Nevski Bulvarı ve çevresi, biraz daha pahalı; ama oldukça keyifli. Bulvardan uzaklaştıkça daha ekonomik seçenekler de bulunuyor. Şehir içi ulaşım oldukça gelişmiş olduğundan iyi bir planlamayla şehrin pek çok yerini rahatça görebilirsiniz.