Artistik beraberlik işe yarıyor mu?
Sanat tarihinde kolektif işlerin yeri çok ayrı. Sanatçılar solo yerine ikili olarak çalıştıkları partnerlerine hem ilham veriyor hem de farklı bir sanat tarzı keşfetmelerini sağlıyor.
Dünya sanat tarihine baktığımızda bazı çığır açan önemli eserlerin, sanatçıların kolektif beraberliği sonucu ortaya çıktığını görüyoruz. 1874 senesinde Monet, Renoir, Cezanne, Pissarro ve Edgar Degas Paris’te karma bir sergi açtılar. Kendilerine “Societe Anonyme Des Artistes” adını vermişlerdi. Birçok sergiler düzenleyen grup, ilerleyen senelerde kendi solo şovlarını yaptı.
Günümüzde de grup ya da ikili olarak çalışan birçok isim var. Aklıma ilk gelen İngiliz sanatçılar Gilbert&George. 1967 yılında Saint Martins College of Art’da tanışan ikili dünya çağdaş sanat tarihinde önemli bir yere sahip. “Canlı heykeller” olarak bilinen çift bir örnek giyinir, beraber röportaj verir ve kendilerinden “ben” değil “biz” diye bahsederler. Birkaç sene evvel evimde ağırlama fırsatı bulduğum bu ikili ile yaptığımız sohbette kendilerine birlikteliklerinin başarılı devam edebilmesinin sırrının ne olduğunu sormuştum “Eğer ikimizden biri taviz vermeseydi ya da yüksek bir egoya sahip olsaydık başarısızlık kaçınılmaz bir sondu” diye yanıtlamışlardı. Dünyanın önemli müzelerinde eserleri olan ikilinin aralarındaki “güç dengesini” çok iyi ayarlayabilmeleri onların özel eserler üretmesine yardımcı oluyor.
Kolektif işlerle birbirlerine ilham kaynağı oluyorlar...
Konu başlığı ile örtüşen farklı bir sergiyi de geçtiğimiz günlerde Londra’da görme fırsatı buldum. 1960’ların Avrupa avantgarde akımının önemli isimleri olan Alman sanatçı Dieter Roth ve Avusturya’lı sanatçı Arnulf Raineri’in beraber ürettikleri ve üretim aşamasında eserleri değiş tokuş ettikleri, daha sonra da bağımsız olarak bitirdikleri çalışmalar Houser&Wirth Galeri’de sergileniyor. Roth’un oğlunun küratörlüğünü yaptığı sergiyi beraber gezerken, sanatçıların çalışmalarını birbirinden esinlenerek ürettiklerini ve egosu yüksek olarak bilinen bu ikilinin birbirleri ile yarış halinde olduğunu öğreniyoruz. Yakından eserleri incelediğimde Roth’un kontrollü ve lirik eli, Rainer’in öfkeli ve siyah rengin hakim olduğu iki farklı üsluptaki çalışmaları şovu diğer sergilerden farklı bir yere konumlandırmış. Sanatçılar bir röportajlarında, yalnız çalışmak istememelerinden dolayı kolektif üretim yapmaya karar verdiklerini ve satmak amaçlı eserler yapmadıklarını vurgulamışlar. Sanatçıların bir ekip olarak beraber işbirliği içinde olmaları yeni alışkanlıkları ve yeni alanları da keşfetmelerine sebep oluyor. Bu anlamda 1983 senesinde Andy Warhol ve Jean-Michel Basquiat’nın beraberliği dünya çağdaş sanat piyasasında epey tartışılmıştı. Pop Art sanatının babası olarak bilinen Warhol, “Factory” diye anılan mekanda Basquiat ile beraber yaşamış ve ortaklaşa tablolar üretmişlerdi. Warhol gibi ünlü bir sanatçı ile işbirliği içinde olmak, Basquiat’nın hem kariyeri için önemliydi hem de onun yıldız statüsüne geçmesinde etkili olmuştur. Basquiat ise Warhol için taze yeni bir kandı. Factory’de her zaman sanatçılara yer veren Andy, onların tavsiyelerini de çok önemsiyordu. 1983’te Basquiat, Warhol’a yirmi yıldır kullandığı “silkscreen” bırakmasını ve tuval üzerine serbest elle fırça kullanmayı denemesini teklif etti. O günden sonra Andy içinde mizah, ironi, art niyet, küçümseyici ve politik söylemler içeren tablolar boyadı. Dünyaca bilinen bu starlar birbirlerinin sanatsal üretimlerini etkilemiş ve genç kuşak sanatçılarına ilham kaynağı olmuşlardır.
Bu dünyayı onlarla da keşfedebiliyoruz
Sanat tarihçiler arasında her zaman tartışılan konu; iki sanatçının birbirlerine faydası mı, yoksa zararı mı olduğu idi. Basquiat 27 yaşında yaşadığı hızlı hayat sonucu eroinden öldü. Şu bir gerçek ki, Warhol Basquiat için bir kahramandı. Ölümünden sonra milyon dolarlara satılan tablolarında “akıl hocası” Andy’den esinlenmelere rastlamak mümkündü. Ancak Busquiat onsuz daha iyi işler yapabilir miydi? Sadece resim yaparken Warhol’u aklında tutsaydı ama tablolarına yaklaştırmasaydı belki daha mı iyi olurdu? Türk çağdaş sanat piyasasına baktığımızda ise sanat grupları arasında en çok bilinen iki isim var. mentalKLINIK ve Özlem Günyol&Mustafa Kunt. mentalKLINIK, 2011’de Hasköy İplik Fabrikası’nda “That’s Fucking Awesome” adlı sergilerinde içi boşaltılmış starlık maceraları ve “Favourite” kavramlarını sorgulatan eserleri ile büyük beğeni toplamışlardı. Günyol&Kunt ise 2005 yılından beri, kimlik meseleleri, sosyal politika, sınırlar üzerinden adalet gibi kavramlar üzerine üretim yapıyorlar.
Sonuç olarak tek ya da grup, sanatçılar birer filozof gibiler. Yaşadığımız dünyayı hikayeler, metaforlar ve şiirler ile keşfetmemizi sağlıyorlar.