Antalya beni mıknatıs gibi çekiyor
Belediye Başkanı Menderes Türel'in daveti üzerine çehresi değişen ve yoğun bir turizm sezonuna hazırlanan Antalya'ya gittim. Orada kentin sorunları ve çözümleriyle karşılaştım. Bir de ufak tefek, mucizevi bir kadınla...
Yaşım ilerledikçe Türkiye'nin hemen her köşesini görmek ve insanlarını tanımak için fırsat kolluyorum. Dayanılmaz deniz tutkum beni sahil kentlerine mıknatıs gibi çekiyor. Hele Antalya ve Bodrum... Birkaç saat geçirmek için oradan bir işaret gelse kendimi hava meydanında bulurum.
Son davet, Antalya'da dört kavşak, alt ve üst geçiti 140 günde yapıp bitiren Belediye Başkanı Menderes Türel'den geldi. Açılış günü ilk uçakla oraya uçtum. Fakat merasim için Ankara'dan gelen devlet büyüklerinin arkasındaki abartılı uzun kuyruğu görünce otelime döndüm. Gerçekten trafiği çok azaltan bu kavşak ve geçitlerin üstünde ertesi gün cirit attım. Menderes'in peşinden bütün partilerin koşmasının nedenini de çözdüm.
Klasikleşen Dedeman
Huzura "beyaz"ın sonsuzluğunda kavuşmak için Hillside Su Oteli'nde bence bir gün geçirmek bile yeterli. Denizin ardında yükselen inanılmayacak güzellikteki karlı dağlar ancak Dedeman Oteli'nden seyredilebilir. Bu yüzden Türkiye'deki 16 Dedeman içinde gitmek için can attığım tek otel artık çoktan klasikleşen Antalya'daki 480 odalı Dedeman... Ve yeni olmasına rağmen çoktan klâsikler arasında yerini alan The Marmara Bodrum Oteli...
İnşaatı devam eden The Marmara Antalya Oteli'nin sorumluluğunu üstlenen Gürsel ailesinin en küçüğü Ardıç Gürsel, işbirliği yaptığı Fransız mimarıyla her haftasonu Antalya'da. Ama o deniz yerine yanıbaşındaki dağda kayak yapmayı tercih edenlerden...
Antalya'nın en eski turizm şirketi Pamfilya'nın ve tek Çin lokantası'nın sahibi Yaşar Sobutay bu yılki turizm patlamasından çok memnun. Ancak otel yetersizliğinden ve oda fiyatlarının ucuzluğundan şikâyetçi.
Antalya'yı beton yığınına çeviren eski belediye başkanlarının övgüyle anıldığını hiç duymadım. Ama en büyük tepkiyi Kaleiçi'nde çoğu zaman kapalı duran eski evler topluyor. Kaleiçi'ndeki evini terk etmeye hazırlanan sunucu Tarık Tarcan, "Ankara'da nüfuzu olan bürokratların sahiplendiği 2-3 TÜTAV konağı, kapılarını sıkı sıkı kapayacağına yazları genç öğretmen ve öğrencilere açsa ne iyi olur" diyor ve dertlerini sıralıyor: "Ilık bir kent olduğu için tinerciler Kaleiçi'ni mekân tuttu. Kapkaççılar sadece turistleri soymuyor, kırk yıllık dükkân sahiplerini bıçaklıyorlar. Birilerinin 'DUR!' demesini beklemekten bıktım; evimi satıp buradan ayrılıyorum..."
Refika Pünyer
Bir sabah kahvaltımı ederken yanımdaki masada ufacık tefecik genç bir kadının bıcır bıcır Almanca bir şeyler anlattığını gördüm. Tek kelimesini anlamadığım halde bu genç kadının gözlerindeki müthiş pırıltı ile dinleyenlerin donuk bakışları arasındaki fark o kadar belirgindi ki, onun masadan kalktığını görünce peşine düştüm. Çayını alırken, "Türk'sünüz değil mi" diye sordum. Hayretle, 'Nereden anladınız' dedi. O dakikadan sonra üç gün o güzel insanın peşini bırakmadım. Anadolu'nun bir köyünden eşi, 5 kızı ve oğluyla Hamburg'un bir köyüne giden Türk işçisinin kızlarından biriydi Refika. Sosyoloji ve pedagoji eğitimini tamamladıktan sonra devlet memuru olarak çalışmaya başlamıştı. Sorunlu çocuklarla ilgileniyor, ailelerin desteğini bulamazsa hâkimlerden yardım istiyordu. Görevinin sıhhatini bozacak kadar ağır olduğunu söyleyen Refika, bir Alman makine mühendisi ile evlenmesini ve nasıl üç düğün yaptıklarını yarım Türkçe'siyle anlatırken o kadar sevimliydi ki, üç gün peşini bırakamadım.
Birkaç yıl önce kaybettiği babasını köydeki mezarlığa gömdüğünü anlatırken hüzünleniyor ama babasının Antalya'da yaşadığı dairesini düzene sokup kardeşleriyle her yıl orada tatil yapacağını anlatırken gözlerinden neşe fışkırıyordu.
Boyunun 1 metre 53 santim olduğunu söyleyen Refika Pünyer: "Büyük bir markette çalışıyordum. Merdivene çıkmış raflara mal koyarken 1.93 boyundaki bir adama o raftan bir şey almasında yardım etmiştim. Her zaman benim kasama hesap ödemeye başlayan Ralf adlı bu uzun boylu adam kasadaki yüksek sandalyede oturduğum için beni kendine uygun boyda biri zannedermiş. Birgün yemeğe çıkmaya karar verdik. Buluştuğumuz yerde beni aramaya başladı. Kolunu çekip, 'Buradayım' deyince boyumun kısalığı onu öyle bir şoka soktu ki, bayılacağını zannettim."
İşte, bu minnacık tatlı kadının öyküsünü; fidan gibi, donuk bakışlı, boş kafalı hemcinsleri okursa akıllı erkeklerin tercihlerini belki anlarlar...