'Altın Portakal ile travmatik ilişkim var'
Fotoğraflar: Barış ACARLI
Altın Portakal’ın En İyi Kadın Oyuncusu Nesrin Cavadzade ve En İyi Erkek Oyuncusu Feyyaz Duman’la buluştum. Bu hafta vizyona giren ve ikilinin iki sevgiliyi oynadığı yeni filmleri Annemin Şarkısı’nı konuştuk...
Annemin Şarkısı’nda annesiyle sevgilisi arasında sıkışmış Ali karakterinin kız arkadaşı Zeynep’i oynuyorsun. Zeynep’i nasıl şekillendirdin?
Nesrin: Filmde entelektüel, kendi ayakları üstünde duran bir Kürt kadınını oynuyorum. Ama bir handikap da kadın kahramanın erkek kahraman üzerinden anlatılmasıydı. Başına ne gelirse gelsin kendi kararını alabilecek bir kadın. Fakat yine de erkeğini de onun hayallerini de korumak ve anlamak durumunda kalan bir kadın. Erol ile birlikte Zeynep karakterini bu sıkışmışlığın üzerine kurduk.
Anne oğul arasında yalan olmaz
Filmde anne oğul arasında çok samimi bir ilişki var.
Feyyaz: Erkekler babaları ile mesafelidir ama annemle ilişkimizde resmiyet yoktur. Hissettigim gibidir. Aslında anne ailenin bütün işlerini çevirir, görünmeyen, toplumda arka planda olan bir güç. Ama filmdeki Ali karakteri belli bir eğitim seviyesinin üstünde, hayatın içinde iki dilli bir entelektüel. Anneyi de kendi hayatına dahil etmeye çalışıyor. Anneye daha fazla ağırlık verdiği için anneyle kız arkadaş arasında gidip gelen bir karaktere dönüşüyor.
Saraybosna’da da en iyi erkek oyuncu ödülünü aldın. Tepkiler nasıldı?
Feyyaz: Saraybosna’da bir de farklı kültürlerden insanlar olduğu için bu dil meselesiyle organik bir ilişki kurabiliyorlar. Bizim filmimiz evrensel bir hikaye olduğu için ilişki kurdular. Çünkü dünyanın her yerinde anne-oğul arasındaki ilişki benzerdir. Bütün Balkan ama özellikle Bosnalılar da 20 yıl önce çok büyük bir savaştan çıktılar, acılarımız, dertlerimiz, mutluluklarımız aynı olduğu için film çok samimi bulundu.
- ’Ödülle ilişiğim olmayacak’ dedim
Bu yıl Altın Portakal alınca komik bir konuşma yaptın. Ne hissettin ilk sahneye çıkınca?
Gerçekten şok oldum. Çünkü o kadar komik bir hikayesi var ki Altın Portakal’ın bende yıllar içinde. İlk defa ‘Dilberin Sekiz Günü’yle katıldım. Yedi sene önceydi. Hala en iyi performansımdır. Çok sevdiğim bir sinema eleştirmeni aradı beni. ‘Nesrin’ciğim seni çok tebrik ediyorum. Ödülü sen aldın’ dedi. Ve ben bir havalara girdim. ‘Tamam ya, dedim. Ödülü ben aldım.’
Almamış mısın halbuki?
Almamışım! (gülüyor) Nurgül Yeşilçay aldı o sene! 2-3 gün sonra bir baktım lobide Nurgül Yeşilçay. Lobide son derece şık, giyinmiş. Demek ki aranmış, demek ki ben almadım o aldı. O benim için iyi bir ders oldu. İsterlerse versinler, isterlerse vermesinler. Dedim ki benim hiç bir ödülle ilişiğim olmayacak bundan sonra!
- Sansür ortamı beni germedi, ben denizde yüzdüm
Peki bu sefer ne hissettin?
Tabi ki çok mutlu oldum ama anlattığım gibi komik ve travmatik bir ilişkim var Antalya’yla. (gülüyor) Gidip gelip salona bakıyorum gerçekten bana mı verdiler diye. Her an biri salondan bir yerden çıkıp ‘o benim!’ diyecekmiş gibi geliyor.
Ödülü alırken yabancılaştığın için mi çok güldün?
Nasıl yabancılaş mıyım? Baksana her şey son derece komikti.
Peki sansürden ötürü gergin miydi ortam?
Valla benim için hiç gergin değildi. Ben denizde yüzdüm! Aslında utanç verici tabii ki bir festivalin belgesel bölümünün olduğu gibi ortadan kalkmış olması!
Ama yine de denizde yüzdün?
Evet hayatın tadını çıkarmak gerek. (gülüyor)
Ailendeki kadınlar biraz “Amazon kadınlar” mı?
Annem ben daha 11 yaşındayken bekar bir anne olarak sadece beni yanına alıp ülke değiştirebilmiş bir kadın. Sovyetler Birliği’nde doğdum, büyüdüm ben. 1991 senesiydi. Sovyetler yıkılmıştı. Ermenistan’la Karabağ savaşı vardı. Ülkenin genel durumları çok kaotikti, güvenli değildi. Annem Türkiye’de daha iyi bir geleceğe sahip olacağımı düşündü.
Peki bu kadar sağlam meslek arasında senin oyuncu olmana nasıl bakıyorlar?
Annem tam tersine bana dedi ki; ‘ne olursan ol, ama doktor olma!’ Büyürken insan etrafına özenir ya, ben de ‘doktor olacağım’ diyordum.
Nesrin peki doktor olmaktan vazgeçtin. Nasıl oyuncu oldun?
Lisede iken Boğaziçi oyuncularından biri olan Cüneyt Yalaz tiyatro kolunda hocamızdı. Onun derslerine gire çıka ve biraz da ona, onun idealist kişiliğine olan hayranlığımdan dolayı oyuncu olmayı kafama koymuştum. Galiba en kesin kararımı lise son sınıfta verdim. Kameranın hem önü hem arkası için eğitim aldım.
Şimdi memnun mu annen oyuncu olmandan?
Memnun galiba. (gülüyor)
8 yılda 10 ödül aldın. Bu kadar kısa sürede bu kadar ödül almaya hak kazanmanı neye bağlıyorsun?
Çok çalışmaya ve işimi çok sevmeme.
- Ben bir etnik köken değilim harika iş yapan oyuncuyum
Farklı etnik grupları oynayabilecek bir fiziğin var. Klişe temsillere direniyor musun?
Sekiz yıl önce mesleğe ilk adımımı attığımda ‘Azeri asıllı Nesrin Cavadzade’ diye yazmalarına gıcık oluyordum. Neden adım veya soyadım yeterli değil? Ne asıllı olduğumun ne önemi var? Ben bir etnik köken değilim. Ben harika bir iş yapan bir sinema oyuncusuyum. Sürekli bu vurgunun yapılması sürekli bana ‘bak sen oralısın’ vurgusu gibi geliyordu. Feyyaz’a da muhtemelen ‘Kürt kökenli’ diyorlar. Bu köken konusuna o kadar gıcık oluyorum ki! Televizyon ise daha da yüzeysel bir mecra. Bütün etnik kökenler karikatürize ediliyor. Bu çok sıkıcı. Zaten Şişli’de yaşıyorum. İstanbul’a taşındığımızda annemle Şişli’ye taşındık ve 20 yıldır oralıyız. Azınlıkların içinde yaşıyorum. Hiç de televizyonun resmetmeyi tercih ettiği gibi olmadıklarını ilk elden biliyorum.
İlk geldiğinde Azeri aksanın var mıydı?
Buraya geldiğimde benim hiç Türkçem yoktu. Ana dilimin Rusça olduğunu zannederek büyümüştüm. Devletin resmi dili Rusça olduğu için geçerli dil Rusçaydı. Buraya gelince Azerice diye bir dil varmış dedim. Sovyetler’de insanlar çocuklarını pek Azeri okullarına yollamazlardı.